-
- izledim
- izlemek istiyorum
-
youreads puanı (8.75)
on beş saatlik bu görkemli belgesel, beş yılı aşkın bir çalışma sonucunda dünya sinema tarihini bütünüyle gözler önüne seriyor. mark cousins’in aynı adlı kitabını temel alan film, sinemanın getirdiği yenilikleri keşfe çıkarken sinemacıların hem dönemlerinin tarihi olaylarından, hem de birbirlerinden nasıl etkilenmiş olduklarını inceliyor; sessiz sinemanın ilk günlerinden hollywood’un doğuşuna ve yıldız sistemine uzanarak, sinemanın rusya, japonya, almanya, fransa, italya, ingiltere, iskandinavya ve abd’deki sanatsal evrimini kat ediyor. bernardo bertolucci, jane campion, gus van sant, lars von trier, claire denis, stanley donen ve claudia cardinale gibi efsanevi sinemacılar ve oyuncularla söyleşiler içeren bu yapıtla izleyici tüm zamanların en iyi filmlerini kuşatan sürükleyici bir dünya turuna çıkıyor...
bölüm 1: sinemanın doğuşu (1900-1920)
bölüm 2: hollywood rüyası (1920’ler)
bölüm 3: dışavurumculuk, izlenimcilik, gerçeküstücülük: dünya sinemasının altın çağı (1920’ler)
bölüm 4: sesin gelişi (1930’lar)
bölüm 5: savaş sonrası sineması (1940’lar)
bölüm 6: cinsellik & melodram (1950’ler)
bölüm 7: avrupa’da yeni dalga (1960’lar)
bölüm 8: yeni yönetmenler, yeni biçim (1960’lar)
bölüm 9: 70’lerin amerikan sineması
bölüm 10: dünyayı değiştiren filmler (1970’ler)
bölüm 11: multiplekslerin gelişi ve asya ana akımı (1970’ler)
bölüm 12: güce karşı savaş: sinemada protesto (1980’ler)
bölüm 13: yeni sınırlar: afrika, asya ve latin amerika’da dünya sineması (1990’lar)
bölüm 14: yeni amerikan bağımsızları ve dijital devrim (1990’lar)
bölüm 15: günümüz sineması ve gelecek (2000’ler)
-
bölüm 10: dünyayı değiştiren filmler (1970’ler)
1969-1979
bu bölüme kadar türk sinemasının olmayışına hayıflanırken bu bölümde sürpriz bir şekilde yılmaz güney filmleri çıkınca çok heyecanlandım.
ve yılmaz güney sinemasının anlatıldığı kısmın tamamını tam anlatıldığı şekilde yazdım.
70’lerin radikal yönetmenleri ve ulus filmlerinin öne çıkması.
willy brandt almanya’da şansölye olur. iran zenginleşir. japonya daha radikal olur. afrika’da kolonileşme sona erer.
almanya’da wim wenders yeni bir alman sineması yapmak ister. 15 yönetmenin dayanışmasıyla yeni alman sineması doğar ve fassbinder amaçlarını açıklar. hitlere oy veren veya tahammül eden ebeveynlerle onların çocukları derin bir kuşak farkıyla ayrılıyordu. batı almanyadaki ekonomik patlama soykırımdan duyulan suçluluğu uyuşturmuştu. yeni sağcı boyalı basın her şeyden övgüyle bahsediyordu. alman sinemacılar hiçbirini istemiyordu.
en üretkenleri rainer werner fassbinderdi. ve en çarpıcı filmi (bkz: angst essen seele auf - rainer werner fassbinder)
hollywoodvari takip çekimi. toplum normlarına uymayan birinden hoşlanan kadının toplumdan dışlanması. iki insanın karanlığı.
die bitteren tranen der petra von kant - rainer werner fassbinder
yavaşça hareket ederler. sanki ruhları içlerine girmiş gibi. fassbinder bir amerikan öyküsünü çalmış ve burnunu pisliğe daldırmıştır. hollywoodun aşk hakkındaki yalanlarına küçümseyerek bakar.
fassbinder hapsedilmiş kadınları, wenders açık alandaki erkekleri çeker. fassbinder amerikan filmleri tarzından etkilenmiştir, wenders amerikanın kendisi ve ütopyacılığıdır.
leni riefenstahl ise dışavurumcu ve erkekler hakkında izlenimci portreler yapar.
werner herzog dünyanın sonuna giden kaşiftir. en önemli manzara sinemacısı passolini gibi herzog da romantiktir.
alman sinemacıları şu soruyu sorarlar:
‘’ebeveynlerim olmak istemiyorsan, o zaman ben neyim?’’
70’lerin italyası sanayileşmişti, o da faşist geçmişinin tesirindeydi. ama filmleri kimliği ve tarihi değil kimliği ve cinselliği sorguluyordu. passolini en radikaliydi. hayat üçlemesini yapar, ‘’tüketim çılgınlığı her şeyi mahvetti’’ der ve 1975’te erkek fahişe tarafından öldürülür.
yardımcısı bertolucci ise la strategia del ragno – bernardo bertolucci yi ayıran görsel güzellik ve kayan kameradır. görüntü yönetmeni vittorio storaro ile gökte ürpertici alacakaranlığın mavisi, anı aydınlatan petrol lambasının sarımsı ışığına bayılır. 1970’te daha 30 yaşındayken il conformista – bernardo bertolucci 2. başyapıtını çeker. bu filmde cesur kompozisyon vardır. yaprakları sürükleyen rüzgar kamerayı da sürükler.
godard il conformista’nın güzelliğinin radikalizme ihanet olduğunu söyler.
taxi driver’daki muhteşem sahne il conformista’dan etkilenir ve çirkin bir olay kayan kamerayla yumuşar ve muhteşem olur.
ingiliz filmleri de kimlik hakkındadır. cinsel kimliğin parçalanışı.
ken russell baletlikten ingilterenin fellinisi olmuştur. women in love – ken russell filmindeki seks sahnesini ırak mercek yavaş çekim ve dansla süsler. kamerayı yan koyarak hareketi yatay aksettirir. yerçekiminin yeniden tanımlanması daha önce denenmemiştir.
performance – donald cammell ve nicolas roeg sinemacıların seyretmesi mecburi filmdir. 3 yıl sonra scorsese aynada süslenen gangster sahnesini kullanır.
ve roeg walkabout’ta geniş açı mercekle mekanı genişletir.
avustralya hız kazanır. peter weir, picnic at hanging rock filminde victoria tarzı giyimli kadınları yavaş çekim gösterir. böylece gizem hissi uyandırır. jane campion ise bright star’da kadının doğayla değil erkeklerle ilişkisini ele alır. bu da 90’larda avustralya sinemasının cinsiyetle ne kadar ilgileneceğinin habercisidir.
japonyada en radikallerden birisi gerçek hayata ayna tutmak yerine çekiçle girişir ve put kırıcı belgesellerle japon kimliğini biçimlendirir. çekimi 17 yıl süren film bugüne kadar çekilmiş en iyi belgeseldir. suçimoto 16 mm’lik sarsılan el kamerası ve kelimeler seliyle filme vakur bir hava verir.
kazuo hara: ‘’belgeselcilik yalan katmanlarını tek tek soymaktır.’’ der.
senegal: üçüncü sinemaya doğru
‘’3. dünyada özgürleşmeyi anlatan filmlerin gelişimine dair notlar ve deneyimler’’ adlı manifesto güney amerikalı fernando solanas ve octavio getino’ya aittir. sinemanın bir mal olduğu fikrini öfkeyle eleştirirler ve sinemanın fakirlik ve zulümle savaşması gerektiğini söylerler. manifestoya göre 3 tür film vardır:
1- hollywood ticari, eğlenceli, pırıltılı
2- godard, antonioni, fellini filmleri gibi bireyci modern sanat sineması
3- 3. sinema: endüstriyel ve otobiyografik sanatın ikisine de karşı çıkar.
burkina faso’lu gaston kabore film çekmenin kimliği tanımlamak için zaruri olduğuna inanır.
mısır: la noire de – ousmane sembene ünlü sahnesinde oğlan maskeyi çıkarır ve ürkütücü bir şekilde izleyicinin gözüne bakar. bu, afrikada 60 larda cesur siyahi uzun metraj filmlerin yolunu açar.
cezayir: assia djebbar feminist merceğiyle cezayir’e bakar.
70’lerde scorsese, coppola ve diğerleri hollywoodun kapılarını tekmelerken dakar’da kamera sokaklardadır. ousmane sembene bayrağı hala taşımaktadır. ‘’xala’’ kolonileşmenin yıkılmasından sonra yeni yönetimin yozlaşmışlığını mayhoş bir şekilde gösterir. dine karşıdır.
djibril diop mambety. sembene’nin bakış açısı nettir. ama mambety bu netliği parçalara ayırır. kısa filmi badou boy soyut bir ritim ve sarhoşluk duygusu yaratır. 1992’de başyapıtı ‘’hyenes’’ i çeker. filmin linç sahnesinde mambety devleşir. tüketimciliğe duyduğu öfke italyan pasolini’ninki gibidir.
afrika’nın ilk önemli kadın yönetmeni safi faye 1974’te ‘’kaddu beykat’’ı çeker. gündoğumunda köyünü, sisin güzelliğini çerçeveye düşürür.
etiyopya’lı haile gerima ‘’mirt sost shi amit’’ (3000 yıllık hasat)ı çeker. 3000 yılı filme sığdırır. düşük kontrast, siyah beyaz çok ırak mercekle toprağı ve sonsuzluğu gözler. sonra ses kaydı insan sesleriyle dolar. bu üçüncü sinemada çok önemli bir unsurdur.
orta doğunun en tanınmış yönetmeni kürt yılmaz güney’dir.
‘’umut’’ : giysileri fakirliğini gösteriyor. pejmurde erkeksi bir kahraman. sanki bir kürt ‘’sean connery’si.
‘’yol’’ : geniş açık alanlar, ırak mercek, otlarda rüzgar. kahraman köyüne gelmiştir. kameraya bakar gülümser. fakat birden gülümseme kaybolur. köylüler saklanmıştır. çünkü köye askerler gelmiştir. insanlar kendi evlerinde hapsolmuştur. güney’in adı yönetmen olarak şerif gören’le birlikte yazılır. çünkü çekimler boyunca hapistedir. çekimlerin nasıl yapılacağına dair açıklayıcı notlar göndermiştir. post prodüksiyon için hapisten tam zamanında kaçar. bir lokantada komünizm karşıtı bir yargıcı öldürmekle suçlanmıştır. aslında muhtemelen cinayeti işleyen güney’in yeğenidir. ‘’yol’’ daki karakter tipik güney karakteridir. eski tarz, gururlu ama güçsüz umutları altüst olmuş kafalarını hayat duvarına çarpıp çarpıp dururlar. güney bir komünisttir. sıradan insanın sesidir ve herkes ona tapar. ‘’yol’’ cannes film festivalinde büyük ödülü kazanır.
güney amerika: şili darbesini anlatan belgesel filmi ‘’la batalla de chile’’ de yönetmen patrizio guzman ve ekibi çatılarda el kameralarıyla çekim yapar. karınca gibi koşan askerleri zumlarlar. ihtişam yoktur, mesafeli durmazlar.
alejandro jodorowsky paris’te mim çalışmıştır ve zen budizmine inanır. jung okumuştur. imgeler, arketipler. sağlam bir espri anlayışı vardir. (bkz: the holy mountain – alejandro jodorowsky) temel renkler, yumurta şekilleri, çıplaklık. 70’ler sinemasının aynasıdır.
siyasi ve yenilikçi sinemacılar sinemayı çırılçıplak soymuş, birey olmaya dair sembollerle doldurmuş ve onu altına dönüştürmüştür. ‘’bizler kimiz?’’ demişlerdir. -
bölüm 11: multiplekslerin gelişi ve asya ana akımı (1970’ler)
1970’ler ve sonrası:dünyada popüler kültürde yenilikçilik
hong kong:
shaw kardeşler dünyanın en büyük film stüdyosunu kurdular.
king hu 1950’lerin kadınsı sinemasını daha geniş format, daha agresif ve daha hızlıya çevirmiştir. savrulan kameralar ve kılıçlar! ve kung fu sineması doğar.
‘’bir tutam zen’’ sıradan kung fu filmi değildir. güneş ışınları kılıç gibi keser. çelik sesine benzer sesler. budist keşişler uçarcasına ilerler. transandantal bir hal. aksiyon sinemasının en cesaretli ve yenilikçi filmidir.
tayvanlı ang lee ‘’kaplan ve ejderha’’ filminde bu filme selam gönderir. bambu ormanında geçen bol sıçramalı dövüş stilize ve güzeldir.
king hu hongkong sinemasını erkeksileştirir. ama 70’lerde sahneye hongkongun ‘’öfkeli ejder’’i çıkar. bruce lee daha saldırgan, terli ve öfkelidir. irkçılıkla karşı karşıya kalmıştır ve lee’nin yüzündeki öfke gerçektir.
70’lerde hongkong filmlerinde fazla kurgu yoktu, görüntü sabit ve genişti. derken 1986’da bu geldi: 80lerin giysileri, seks, hedonizm ve john woo! yeni olan filmin tarzıydı. kurosawa ve pekinpach filmlerinden etkilenen john woo pek çok kamerayla çekim yaptı. kimisi takip kamerasıydı ve yavaş çekim kullanıyordu. kimileri buna ‘’bakışın estetiği’’ dedi. sahneler parça parçaydı. sonrasında woo amerikada van damme filmleri ve ‘’görevimiz tehlike 2’’ yi çekti.
yuen woo ping’in ‘’demir maymun ‘’ filmi hollywoodu etkiler ve wachowski kardeşler ‘’the matrix’’ için onu yardıma çağırır. dövüş sahnelerinde yuen’in sahnelerini görebiliriz.
tsui hark hongkongun spielberg’idir. ‘’bir zamanlar çinde’’
‘’ejderha hanı’’ dövüş sahnesi: dans ve erotizm, zarafet ve düşler. çaydanlık fokurdar. 20’lerin sovyet filmlerinden bu yana böyle sahneler olmamıştır ve böyle yoğun duygular. hark 90’da hongkong sinemasını allak bullak eder.
hint ana akım sineması devleşir ve daha yaratıcı hale gelir. sessizce dünyanın en büyük film endüstrisini kurar.
‘’büyük moğollar’’ı yönetmen k. asif renkli çekmek istemiş ama yapamamış film sonradan renklendirilmiştir. pembe, fıstık yeşili ve sedef.
hindistanda 1971’de 433 film çekilir. aynı yıl amerikada da yaklaşık o kadar film çekilmiştir.
bollywood mıknatıslıdır. ‘’mevsimler’’ ve yönetmen gülizar. 70ler hint sineması onsuz düşünülemez. filmde yaşlı ‘’kumar’’ ile genç ve mutlu ‘’kumar’’ aynı sahnededir. geçmiş ve şimdiki zaman. aşkın ve acının zevki aynı sahnededir. hint sineması böyle usta işi sahnelerle doludur.
bombay filmleri farklıdır. süslü püslüdür.
70ler klasiği ‘’zincir’’. zumlar, donmuş kareler, yakın çekimler. ziller çalar, müzik dalga dalga yükselir. perdede fırtına kopar.
‘’ateş’’ sholay – ramesh sippi zamanının en muhteşem bollywood filmidir. bu belgeseldeki en etkileyci filmlerdendir. 7 yıl boyunca gösterimde kalmıştır. ve dans sahnesi: hiçbir filmde böyle zalimce bir dans sahnesi yoktur. ‘’ateş’’ chaplini ve leoneyi, cliff richard müzikallerini ve korku sinemasını bir potada eritir.
arap sinemacılar destansı filmlerden korkmazlar.
the message – moustapha akkad ‘’çağrı’’ geniş format çekim. anthony quinn kameraya konuşur, sonra yürüyerek uzaklaşır. ters açıdan çekim bekleriz ama gelmez. bunun yerine kamera ayağa kalkar ve ona doğru yürür.
mısırlı öncü yönetmen yusuf şahin 70lerde popülist ve öfkelidir.
‘’serçe’’ devlet başkanı ‘’nasır’’ın umutsuz konuşmasını izleyenlerde duyguları ve şoku yakalamak için şaryoyla yaklaşır. şahin’in ünlü finalinde ‘’bahiya’’ sokaklara koşar. şahin onu önden çeker. pencereler açılır. umutsuzluk toplumsal bir duyguya dönüşür.
amerikan sinemasında olup bitenler her şeyi değiştirir. jaws – steven spielberg, the exorcist – william friedkin ve star wars – george lucas filmleri ile hasılat rekorları kırılır. sinema hız trenine binmiştir. büyük bütçeli filmler çağı başlar. william friedkin ‘’şeytan’’ da gerçekçi korku sinemasını yüzümüze çarpar. şeytanı seslendiren mercedes mccambridge elleri ve dizleri bağlanarak o korkunç sesi çıkarmıştır. sinema tarihinin en yenilikçi ses performanslarından biridir. friedkin rahibi de tokatlayarak sarsıcı tepkisini kameraya çeker. el kamerasıyla çekilmiştir.
spielberg jaws’ta çığır açar ve yenilikçidir. kamera denize yakın dalgaları hissettiriyor. tek sahne 3 farklı adam. ve plajda şaryo ile oğlan çocuğunun köpekbalığı tarafından öldürülmesini çeker. görsel perspektifle oynar. hitchcock’un ‘’yükseklik korkusu’’nda yaptığı gibi. ‘’3. türden yakınlaşmalar’’ (close encounters of the third kind)
spielberg’in alameti farikasıdır. şaşırma ve farkına varma sahnesi geniş açı. sonra şaryodaki kamera bir şeye bakan insanlara yaklaşır. gördüklerini izleyci görmek ister ama spielberg kesme yapmaz. ‘’jurassic world’’ yine aynı şey! bakış açısı ve görme arzusuna dair sinema dersi. spielberg şehirli seçkinlerin düşleriyle ilgilenmez. halktan insanlar ve kayıp babalarla ilgilenir. popüler sinemaya sıkı bir cila çeker ve en başarılı romantik yönetmen ünvanını hak eder.
star wars: film peri masalı gibi başlar. sözcükler uzayın derinliklerinde süzülür. ses kaydı yeni dolby stereodur. sanki uzayda yankılanır. sonra geniş açı merceklerin önünden uzay gemileri arzı endam ederler. perspektife dalarlar ve devasa görünürler. en saçma konu bu filmdedir. ama film insanları büyüler. komik robot çift, kurosawa’nın ‘’gizli kale’’ sindendir. kurosawa’daki mızraklar lucas’ta ışın kılıcına dönüşür. kötücül karakterlerin çekimi alman leni riefenstahl’ın ‘’iradenin zaferi’’ni hatırlatır.
80’lerse protesto yılları olacaktır. -
belli düzeyde sinema izleyicileri için -özellikle yönetmen ve ülke sinemalarını hatmetme edasıyla yola koyulanlar- yol gösterici ve eksiklikleri tamamlayan bir çalışma olduğu kanaatindeyim. koca sinema tarihini 15 saate yedirebilmek imkansız olduğundan bazı bölümler izleyende ukte olarak kalsa da bugüne kadar belgesel tadında denk geldiğim en kapsamlı eser diyebilirim. şimdi sıra adı geçen filmlerden yönetmenlerini cımbızla çekip yeni bir izleme listesi oluşturmakta. belki ileride burada paylaşabilirim. -
bölüm 12: güce karşı savaş: sinemada protesto (1980’ler)
dünyada sinemacılık ve protesto
1980’lerde dünyada tüm muhafazakarlar, ideologlar hayat ve aşk hakkında yalan söylerler. en yenilikçi sinemacılar bu yalanlara cevap verir.
çin:
açıksözlülük başlar. mao’nun kültür devrimi çin sinemasına mühür vurmuş, efsanevi film okulu pekin film akademisini kapatmıştır. ama yine de okuldan mezun olmuş 5. nesil 1980’lerin en iyi filmlerini çekmiştir.
dao ma zei – tian zhuangzhuang : bir cenaze töreni. tian yavaş hareket eden budistleri filme alır ve cesedi yiyen akbabalar batılıları dehşete düşüren bir fikirdir. ama at hırsızı ve ailesi için kutsal bir cenaze törenidir.
huang tu di – kaige chen : sabit çekimler, devasa manzarala, soluk sarı ve yeşiller. kaige filmi çin resimleri gibi çerçeveler.
tian’ın kültür devrimi hakkındaki lan feng zheng - tian zhuangzhuang filmi yasaklanır ve tian 10 yıl boyunca çalışamaz.
da hong deng long gao gao gua – zhang yimou : cesur bir simetriye, çarpıcı bir turuncu ve kırmızı renk paletine sahiptir.
doğu avrupa ve sovyetler:
monanieba – tengiz abuladze sansasyon yaratır. filmde bir kadın erkeğiyle gömüldüğünü hayal eder. ‘’cephanelik’’teki gibi bir sahne. stalin ve hitler görünümlü diktatörü ölümünden sonra ağaca yaslanmış görüntüsüyle sembolize eder. gorbaçov filmin gösterimine izin verir ve sovyetlerde açıksözlülük başlar. milyonlarca kişinin izlediği film glasnostun parlamasına yol açar. bir filmin dünyayı değiştirişinin nadir örneğidir.
idi i smotri – elem klimov : hiçbir film gömülmeye bu kadar yakın hissettirmemiştir. oyunculuğu, ses tasarımı, geniş açı çekimleri ve ahlaki ciddiyeti ile gelmiş geçmiş en iyi savaş filmidir.
dolgie provody – kira muratova : atlamalı kesme. psikolojik esaret. muratova’nın filmlerinin sovyet karşıtı olduğu söylenemez ama yetkililerin sinirini bozmuştur ve muratova’nın hayran olduğu sergey paracanov filmleri gibi dolgie provody de yasaklanır. belki de muratova’nın ırak mercekleri ve gizli kamera çekimlerinin sovyet istihbaratını eleştirdiğini düşünmüşlerdir. film 10 yıl sonra serbest kalır ve gösteriminde ayakta alkışlanır.
doğu bloku ve kieslowski:
80’lerin polonyası ve krotki film o zabijaniu - krzysztof kieslowski : jacek’le tanışın. kieslowski onu sarımsı yeşil bir görüntüyle sunar. çekimler maskelenmiştir. görüntü sarımsıdır. taksi şoförü çocuklara yol verir. hitchcock’un ‘’sapık’’ filmindeki janet leigh sahnesine göndermedir. hitchcock sineması korkuyu eğlence unsuru olarak kullanırken kieslowski filmi pislik ve korkuyla mide bulantısı yaratır. taksi şoförünü öldürme sahnesi çok uzun sürer. sahne 3 dakika 45 saniyedir. gerçek zamanda 35 çekim vardır. çorabı, tükürüğü. katil onu çorap, tükürük ve takma dişe indirgemiştir. görüntüdeki maskeleme öyle ağırdır ki vakit geceyarısı gibi görünür. sıra dışı bir yaratıcılık ve idam sahnesi. sadece filmin sonunda beyaz bir ışık görürüz. film ışığın ölümüne duyulan öfkeyi gösterir. film polonyadaki idam cezası kanununu değiştirir…
afrika sineması:
o kadar karanlık değildir ama yenilikçilikle doludur.
wend kuuni – gaston kabore filmi bir mihenk taşıdır. geçmişe dönüşün içine bir geçmişe dönüş daha koyar. estetiğin icadı. kabore geçmişe gerçekliği anlatır.
yeelen - souleymane cisse: leone filmleri gibi kahramanın etrafında döner. film ‘’arabistanlı lawrence’’ kadar büyük, ‘’uzay macerası’’ kadar reformcudur. sihirli gerçekçi film sinemanın en karmaşık sanat çalışmalarındandır.
amerika:
güç wall street’tedir.
blue velvet – david lynch: beyaz tahta çit. çocuklar yavaş çekimde okula gider. ama lynch’in kadifemsi dokusu korkunç birşeylerin habercisidir.
the elephant man - david lynch: de bizi karanlık viktorya devri londrasına götürür. oyuncu anthony hopkins bir damla gözyaşı döker. sahne sonsuzluğa uzanır. film gündelik yaşamın rasyonelliğini ve anlaşılabilirliğini protesto eder. lynch bilinçdışı malzemeyi marangozun odunu işlemesi gibi işler. güzelliği dehşetle birleştirir ve buna ‘’ördeğn gözü sineması’’ der. çünkü bir ördeğe bakarsanız göz hep doğru yerdedir. blue velvet ördeğin gözü sahnesi. roy orbison’un şarkısının güzelliği dennis hopper’ın sarhoşluğuyla birleşir. sanki şarkının güzelliği acı verir. düşler de böyledir. lynch’de dış dünyaya karşı korku vardır. muhteşem çerçevelerin içinden korkunun gözlerine bakar.
80’lerde lynch’ten sonra gelen en büyük yönetmen spike lee’dir. beyaz amerika ve burjuva siyahlığına burnunu sokar.
do the right thing – spike lee: latin kökenlilerle beyazlar arasındaki gerilimi filmin kaynayan temasını parlak renklerle destekler. eğik kamera açıları kullanarak işleri rayından çıkarır. lee’nin ensevdiği film ‘’üçüncü adam’’ dan alınmış bu teknikle yatay duramayan kamera öyküdeki dengesizliği yansıtır. filmin zirvesi. 80’ler sinemasının en çarpıcı protesto örneğidir.
john sayles ve maggie renzi de yeni bağımsız amerikan sinemasının temsilcileridir. 90’ların siyasi sineması onları baz alır.
fransa:
80’lerin fransası da sayles ve renzi’nin protesto filmlerine tekme atmak istemektedir.
subway – luc besson.
80’lerin en iyi yeni fransız yönetmeni leos carax besson’un görsel hiperaktivitesini alır ve punk bir yaklaşımla modern yaşama hakaret ederken kullanır.
les amants du pont-neuf – leos carax: kayan kamera hareketleri ihtişam ve müsriflikle doludur.
ispanya:
protestonun cinsiyet değiştirdiğini görürüz.
laberinto de pasiones – pedro almodovar: matkaplı katilli,video filmleriyle dalga geçer. almodovar eski kafalı ispanya’ya seks ve tarzla kafa tutar.
el sol del membrillo – victor erice: franco ispanyası yalanlarla doludur. bu film ise gerçeğe dönüş ve bir tür milli detokstur.
ingiltere:
my beautiful laundrette – stephen frears: eşcinsellik, ırklararası seks. çok kültürlü britanya’yı anlatan bir vals. film sağcı hükümetin hayalarına tekmeyi basar. bunuel’in franco ispanyasındaki filmleri kadar kışkırtıcıdır.
iskoçya:
bill douglas, bill forsyth de emekçi sınıfa bakar. ama forsyth daha romantiktir. gergory’s girl – bill forsyth
distant voices, still lives – terence davies: alameti farikası çok yavaş geçişler kullanmasıdır. çerçeveleri simetriktir. vermeer’den etkilenmiştir. yavaş çektiği takip çekimleri de ‘’hoşgörüsüzlük’’ten etkilenmiştir.filminde acının üstesinden gelir.
gali yönetmen peter greenaway’in de davies gibi çerçeveleri simetriktir. simetriyi daha da ileri noktalara taşır.80’lerde britanya sineması fırtınaysa yıldırım tanrısı derek jarman’dır. leni riefenstahl’ın kurgusunu, kenneth anger’ın sihir, dans ve çılgınlık dolu kurgusuyla harmanlar. the last of england – derek jarman 80’ler sinemasına şimşek gibi düşer ve cronenberg’i büyüler.
videodrome – david cronenberg: modern yaşamdaki sertlik ve yumuşaklık, ten ve metal arasındaki sınır.
crash – david cronenberg: parlak metaller, kadifemsi hareketler. kadının saçları deri koltukla aynı renkte.
kanada:
jesus de montreal – denys arcand: seyirci olduğu yüzüne çarpılan seyirci rahatsız olur. gerçeği çarpar ama iktidara değil, seyircinin yüzüne. arcand ve cronenberg vücudumuz, cinselliğimiz ve değerlerimiz hakkında kendimize yalan söylediğimizi anlatır.
derken 90’lar dijital ortam ve internet çağı gelir… -
bölüm 13: yeni sınırlar: afrika, asya ve latin amerika’da dünya sineması (1990’lar)
1990-1998 dijitalin gelişinden önce selüloidin son günleri. bir çağın sonu. 100 yıl boyunca filmler bununla çekilmiştir: selüloit! kağıt gibi ince, parlak, delikli. öyle hassastır ki kardaki hafif renk farklarını bile yakalayabilir.
ama 90’larda dijital görüntülü terminatör 2 gelir. gerçek daha az gerçek bir hal alır.
bu geçişi geciktirmek istercesine inadına tutkulu filmler çekilir iran’da. (bkz: sib - samira makhmalbaf) : bir el kamerası bir kızın kapalı dünyasına giriyor. belgesel değil ama herkes kendini oynuyor. gerçek deneyimin filmi beslediği, gerçeği yeniden yaratma tekniği iran sinemasına özgüdür.
babasının filmi (bkz: nun va goldoon – mohsen makhmalbaf) en iyi otobiyografik filmdir.
abbas kiarostami tüm sahteciliği azaltır. ışık, klape, vizör v.s.
(bkz: khane-ye doust kodjast? – abbas kiarostami)
o bölgede deprem olur ve yeni bir gerçeklik yaratır. zendegi va digar hich – abbas kiarostami sabit kamera, doğal konuşma. bu sırada film çekilirken erkek oyuncu nişanlısı kadın oyuncuya gerçekten aşık olur ve 3. film doğar: (bkz: zire darakhatan zeyton – abbas kiarostami) . bu üçleme selüloidin son günlerinde sinemayı kutsallaştırır. yüzüklerin efendisi filmleri ekspres tren gibi gelirken kiarostami’nin basit gerçeğe duyduğu sevgi döneminin ruhunu yakalar.
hongkong’da yeni dalga öyle esrik filmler çeker ki selüloidin parlaklığına ve gerçek hayatın melankolisine övgüler düzer.
(bkz: ah fei zing zyun – wong kar-wai) : yumuşak gölgeler, seçici derinlik ve görkemli renkler.
(bkz: faa yeung nin wa – wong kar-wai) : zaman yavaşlar. yağmuru hissederiz.
komşu tayvan’da da tsai ming-liang, hou hsiao-hsien ve edward yang bir film dili icat eder.
(bkz: bei qing cheng shi – hou hsiao-hsien) : 40 saniye süren sabit kamerayla huzursuzluğu verir. tek açıdan çeker. bunun ustası yasujiro ozu’ya saygı duyar. hou tsai’nin önünü açar.
(bkz: ai qing wan sui - tsai ming-liang) : 7 dakika süren ağlama sahnesi. tsai:’’ hiç kimse taştan değildir, ama taşlaştıklarının hatırlatılması gerekir.’’
japonya selüloidi tam ters yönde kullandı. ‘’japon-korku’’
shinya tsukamoto japon sinemasının siberpunk’ı.
tetsuo - shinya tsukamoto david cronenberg filmlerini seven yönetmen siborg filmlerinin babasıdır da.
derken hideo nakata’nın ‘’halka’’ sı gelir. (bkz: ringu – hideo nakata) : laciverte yakın görüntüler, tekinsiz genç kadın, endüstriyel sesler ve tiz çığlıklar. döneminin en etkileyici korku filmidir. nakata ‘’şeytan’’ı izlemiş ve hayran kalmıştır.
(bkz: odishon – takashi miike) : kamera ozu’nunki gibi sabittir. ve ünlü telefon sahnesi…
90’larda japon yönetmenler şiddete karşı çıkmak için durağanlığı kullanırlar.
aynı dönemde kopenhag’da ise sinemacılar devrimci bir manifesto yayınlarlar. önde gelenleri lars von trier, thomas vinterberg. dogma95 manifestosu. hepsi abbas’ın iran’da yaptığına benzemektedir.
(bkz: breaking the waves – lars von trier) : el kamerası . en kaba haliyle sinema.
(bkz: dogville – lars von trier) daha yenilikçidir. set, bina, donanım kullanmaz. kurgu kurallarını yıkar.
trier:’’bir film ayakkabının içindeki çakıltaşı gibi olmalı.’’ der. dogma filmleri insan doğasındaki yumrukları gösterir.
fransa.
(bkz: la haine - mathieu kassovitz) : siyah-beyaz banliyöde çekilmiştir. sinemanın eski güzelliğini kullanarak fransız sinemasının çok kültürlü emekçi sınıfının hikayesini anlatır.
(bkz: l'humanite – bruno dumont) : ışıltısızdır.
claire denis wim wenders’la çalışmıştır.’’sırtlanın yolculuğu’’ filminden etkilenir. (bkz: beau travail – claire denis) finalini ozu’nun ‘’geç gelen bahar’’ finaline benzetir. selüloidi erkeksi olmayan şekilde kullanır.
polonyalı yönetmen dorota kedzierzawska da aynısını yapar. eski moda kare çerçeve. sarı yeşil renkler. (bkz: wrony - dorota kedzierzawska)
rus yönetmen victor kossakovsky ‘’çarşamba’’ filmiyle gerçek insanlara selam verir.
haneke felsefe okumuştur. (bkz: code inconnu: recit incomplet de divers voyages – michael haneke)
11 dakika çekim. kesme yok. her uzun çekim bir sonrakine geçmeden perde kararır. çekimler bir sonrakine dokunmaz. bu devrim niteliğindedir.
ama haneke’nin daha önceki filmi (bkz: funny games – michael haneke) selüloidin son günlerinin bir manifestosudur. hepimizin içindeki şiddeti göstermek için haneke’nin oğlanları kameraya dönüp seyirciye göz kırpar. rahatsız edicidir. şiddetten çaktırmadan zevk aldığımızı ima eder. filmin geri sarma sahnesi bergman’ın ‘’persona’’sındaki filmin erime sahnesi kadar şok edicidir.
yeni bir dünyaya uyanırız. dijital dünyaya!..