1. iyigün yayınları tarafından 1960'larda basılmış "lafonten'den hikayeler" adlı kitaptan, aktarıyorum.
    "tilki ile üzümler

    sıcak bir yaz günü, meyva bahçelerinin arasında araştırmaya çıkmış olan bir tilki, yüksek bir asmanın üstünde, nefis bir şekilde olmuş, cins bir üzüm salkımına rastladı. kendi kendisine:
    'tam susuzluğumu giderecek şahane meyveler...' diye ağzı sulana sulana söylendi; sonra salkıma doğru zıpladı, yetişememişti. bir daha davrandı. gene nafile... derken bir daha bir daha, bir daha sıçradı... hiç birisinde de o iştihayı kamçılayan nefis üzümlere yetişemeyeceğini nihayet anlayınca, gene kendi kendisine, fakat bu sefer hırsla: 'eminim hiç bir işe yaramazlar... muhakkak çok ekşidirler...' diye dişlerinin arasından söylenerek uzaklaştı.

    sahip olamadıklarımızı kötülemek kadar kolay hiçbir şey yoktur..."

    şimdi ben bunu niye yazdım. aramızdan bir yazar kedi erişemediği ciğere mundar dermiş başlığını açsak birimiz dedi. ben de dedim ki o iş aslında bir la fontaine masalı. olayın kahramanları da tilki ve üzümler.
    okuma bayramında öğretmenimin hediye ettiği kitapta okuduğum öyküyü hatırlamıştım çünkü. böyleyken böyle. 50 yıldır sakladığım kitabı açtım ve öyküyü yazım hatalarını dahi düzeltmeden aktardım.
    kedi ve ciğer hikayesi ortak aklın ürettiği benzer bir deyim midir yoksa daha 17. yüzyılda yazılmış bu kısa öyküler dilden dile yayılıp yerel kültüre daha uygun olan kedi ve ciğer hikayesine mi dönüşmüştür bilmiyorum.