• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (7.83)
to vlemma tou odyssea - theodoros angelopoulos
"sürgündeki bir yunan film yapımcısı, manakis kardeşler tarafından çekilen bir filmin kayıtlı olduğu üç bobini arayıp bulmak üzere, savaş içinde acı çeken insanların arasından geçeceği, tüm balkanları boydan boya aşması gereken bir yolculuğa çıkar."



  1. şahsi kanaatimce, dünya sinemasının en etkili sahnelerinin birkaçını birden barındıran olağanüstü bir angelopoulos filmi. bosna savaşı yıllarında çekilen, bunu dolaylı yoldan filmin temel konusu edinen, sisli sahneleri ve ruhunuzun dehlizlerine hükmeden müzikleri ile duygu yoğunluğuna boğan bir film. izleyenlerin sıkı bir angelopoulos hayranı olmaması mümkün değil.
  2. manakis kardeşler"in aranan üç bobinini a. (harvey keitel"ın) karşılaştığı, yolculuğunu sürdürdüğü üç kadınla metafore etmek istiyorum:

    eğer hatırlarsak, angelopoulos a’nın istikametini üç farklı arazide, üç farklı kadınla kesiştirir. üç’ün burada yanılmıyorsam sembolik bir değerinden bahsedebiliriz: eski iskandinav ve yunan mitlerine eğildiğimiz zaman üç rakamının kadını (bu kadınlar yaratılışın ilk kadını olduğuna inanılan lilith’in soyundan gelmişlerdir – inanılan bu – hüzünü, nostaljiyi, zaman zaman gaddarlığı resmederler) temsil ettiğini görebiliriz. a’nın haritası üzerinde durmuş, ona eşlik eden kadınların kim olduklarını inceleyelim.

    üç bobin’in ilk kadını, bir yunan film şirketinde çalışmaktadır. a’nın ona sorduğu bobinlerin
    varlığını biliyor; ancak tuhaf bir şekilde ona manakis’ler hakkında yöneltilen sorulardan
    kaçmakta, bakışlarını yerde gezdirip, soruya cevap vermemektedir. sanki o bobinlere karşı
    suçludur. kayıp tarihe karşı hüzünlü bir sessizlik taşımaktadır. burada duraksıyor ve o kadını a’dan önce anlamaya çalışıyorum: aslında kimdir o kadın diye soruyorum kendime?
    neden suçlu gibi bakışlarını a’nın gözünden kaçırmaktadır? o bobinler onu mutlu etmek
    gücünde midir? açık olan tek gerçek, bazı kadınların yüzüne bakarak birden fazla soru sormanın mümkün olduğudur. bir tren kupesine sığan birliktelikleri manakis kardeşler’in filmiyle ilgili olamaz. angelopoulos’un ona yüklediği misyon, a’nın yitik yıllarına geri dönmesini sağlayacaktır. metafora devam edersem, şöyle ifade etmem gerekir: o kadın a’nın kendi kayıp geçmişinin yüzüdür. ilk önce onu sınır hattına taşır. a birkaç yıl geriye (belki de hayal dünyasına) yolculuğa başlar. yunanistan - saraybosna sınır hattında onu bir kapalı odaya tıkıp, sorgulamaya başlarlar. oradaki hayali görevliler, a’nın o bilindik sanatçı korkusunun sor(a)madığı soruları yöneltir kahramana. a şaşkın halde soruları cevaplar. ve yolun sonunda ölümü bile göze aldığından, idama mahkum edilir. bir başka ifadeyle, idama mahkum eder kendisini. peki, daha başlangıçta böyle bir karara geldiği günlerde, bu yolun bu kadar zorlu, trajik geçeceğini düşünmüş müydü? bence öyle olmalı. şimdi karşısında dudaklarına gömülmüş, yolculuğu sırasında ona eşlik eden kıvırcık saçlı kadını izlerken bu soruları kendisine sormaktan çekinmiyor.

    1944, 31 aralık, yunanistan’da yılbaşı: evin bir köşesinde bulunan piyanoda eleni’nin hazin
    şarkıları çalınmaktadır. bir sürü insan ortalıkta tedirgin neşeyle dans etmektedirler. birisi kadehini kaldırıp, 1945 hepimize mutluluk getirsin diye sesleniyor. bu ifadeye gülüyorlar. evet, gülüyorlar, gülüyorlar ama, sanki artık hiçbir şeyin düzelmeyeceğini herkesten iyi biliyor, ama yine de yılbaşının mutluluğunu bozmamak için sahtece alkışlıyorlar. eve devlet görevlileri giriyor ve ailenin borçlarından dolayı haciz işlemine başlıyorlar. devlet onlardan bütün hatırlarını çalıyor. bu hatıralar hızlıca kaybolup, izini yitirdikce eleni’nin şarkıları tazelenip, dansa devam edilmektedir. birisi yine nazikce, zoraki gülümsemeyle: umarım, 1948 hepimize mutluluk getirir diye sesleniyor. bu ifadeye gülüyorlar, kadehler kaldırılıyor, insanlığın umuduna içiliyor. a orada, ailesinin önünde muhtemelen nedir mutluluk diye soruyor kendisine? annesi ne kadar da genç kalmış. onun kollarında çok yorgun hissediyor kendisini. ya çocukluğuna ne demeli? bütün olanları dışarıdan izliyor. devlet son şarkıyı yarıda kesip piyanoyu alınca a’nın çocukluğu yolun kenarında durmuş, yine birisinin, umarım 1950 yılı hepimize mutluluk getirir cümlesini tamamlıyor: hayır, mutluluk diye bir şey yoktur…

    angelopoulos ikinci kadınla bir ağıtın (homeros’un çığlığıdır bu) dışavurumunu tasvir eder. a yolun yarısında, yorgun haldedir. delirmiş karısı önünde çıplak vücuduna giysi arar. buradaki bağırış isyanı temsil etmektedir. yunanistan, arnavutluk, saraybosna yolculuğunun ağrılarıdır.

    üçüncü bobin’in kadını savaş portresidir. angelopoulos savaşı bitmiş, ölülerin sokaktan
    temizlenmiş, bombaların artık zaman zaman patladığı halleri izleyiciye ulaştırır. balkanlarda
    soğuk günlerin başlangıcıdır bu. güzel bir kadın yüzü savaşın masum tarafını ifşa ediyordur. (bkz: savaşın masum tarafı) . iddialı ve ağır bir cümle, katılıyorum; ancak benim değerlendirmeme göre üçüncü bobin ancak böyle bir talihle bulunabilirdi. o kadın ve kadının babası s (film müzesinin direktörü) kayıp bakış yolculuğun son halkalarıdırlar. ilk kupedeki kadını hatırlayalım şimdi: a’nın elleinden tutmuş onu bir noel gecesine götürüyor. yaşanmışlıkların önüne çıkartıyor. geçmiş, a’nın mahkemesi oluveriyor bir anda. peki, ikinci kadın? onu bağırışlarıyla uzaklara sesliyor. hala umut var o çığlıkta. gücün tükenmeye başladığı, varoluşa bedenin karşı çıktığı anlarda böyle tokatlar gereklidir. şimdiki zamandır ulis’in kadını. sislerin içinde ölüme terkedilen kadına gelince ise, o, evet, geleceğin habercisidir.