1. türk takımları tarafından icra edilen futbol oyunun adı.

    tanımımızı yaptığımıza göre yorumumuza geçebiliriz. efendim, sözlüklerdeki aynı isimli başlıkların girdilerini incelediğimde içimi bir hüzün kaplıyor. türk futbolu ve hatta dünya futbolu öyle garip bir cihazdır ki, konu açıldığında istisnasız herkesin söyleyecek sözü vardır. kimisi takım direktörü gibidir, kimisi antrenör, kimi her oyuncuyu tanır, kimi topu bile ayırt edemez. fakat herkeste mutlaka bir laf vardır. nefret edenler de var futboldan. insanların tribünlerdeki taşkınlıklarına anlam veremeyenler var. futbolu ve hatta türk futbolunu yüksek lisans tezi yapanlar var ki kanımca akıllıca bir çalışma. ^:linklerde görülebilir^ diyeceksiniz ki bunun neresine hüzünleniyorsun. anlatayım:

    efendim, bu kardeşinizin zamanında anadolumuzun güzide takımlarından birinin altyapısında kalecilik yapmışlığı vardır. bu macera üniversite eğitimi için terk edilmiştir. geçen süre zarfında yetişmiş olunan çevre itibariyle de kaliteli bir spor disiplini edinilmiş, çok yönlü sporcularla tanışılmış ve unutulmayacak anılar depolanmıştır. benzer durum tribünde de benzer şekilde cereyan etmiştir. tribün lideri abilerimizin birbirinden yaratıcı marşları ve tezahüratlarıyla büyümüş ve maç sonrası toplantılardaki şakalaşmalarla doruğa ulaşmış bir takım sevgisi edinilmiştir. oyunculardan ziyade renklerin sevgisi içimizde yeşermiş ve başarıların yanında başarısızlıkların da olabileceği gerçekleri ile yüzleşilmiştir. deplasmanlara ve hatta yurt dışı maçlarına tıklım tıklım otobüslerde gerekirse ayakta seyahat edilmiş, maçlardan sonra rakip takımın ikram ettiği çayları bazen gururla bazen de buruk bir tebessümle yudumlamışızdır. gün gelip de biz o özendiğimiz abilerden biri oluverince dönüp etrafımızdaki gençlere bakıp iç geçirmişiz, acı tatlı anıların gözümüzdeki haleleri içinde ufak gözyaşlarına gark olmuşuzdur.

    "kardeşim, futbol için bu kadar edebiyat yapmaya ne gerek var?" dediğinizi duyar gibiyim. işte, bir zamanların futbolu ile bugünün futbolunun farkı da budur kanımca. evet, türk futbolu bir zamanlar edebi bir yazı gibiydi. en azından hakkında edebi bir şeyler karalanacak kadar edebi idi. türk futbolu bir resimdi, bir şiir belki. heyecanlıydı, beklentisizdi. oyuncular çamur içindeydi belki; fakat oyun tertemizdi. ayakkabıları bugünkü kadar teknolojik değildi, şortlar k.çına girebiliyordu kısa olduğu için. ama en azından kimse şortun nereye girdiğine bakmıyordu o zamanlar. maç sonunda futbolcular eleştirilirlerdi; fakat öyle ekrandan ya da gazete sayfa köşelerinden değil. bizzatihi saha kenarından yüzüne karşı eleştirilirdi oyuncular. gerekirse yerin dibine sokulurdu. evet, yaptık bunu da; fakat kavga etmedik. cevabını bir sonraki hafta verirdi oyuncu. ya iki ya da üç golle. belki de kahveye gelip mazeretini anlatırdı. vardı böyle günler.

    sanmayın ki bu anlattıklarım bir hikaye kitabının bir kaç sayfasıdır. bunlar tahmininizden daha yakın zamanda yaşadığımız şeyler. ve benzer durumlar sadece ülkemizde değil avrupa'nın göbeğindeki büyük kulüplerde de yaşandı. fakat kim ne kadarını biliyor. bizler ekran seyircisiyiz.

    ülkemizde düzenlenmiş olan U20 uluslararası futbol turnuvasına bile gitmedik. organizasyonun en az seyircili turnuvası ülkemizde yapıldı. 2013 Türkiye u20 kupası katılım istatistikleri tüm turnuva tarihinin en düşük rakamlarına sahip. buradan ülkemizde yapılan turnuvanın seyirci sayısına ulaşabilirsiniz. yakın geçmişte yapılan aynı turnuvanın seyirci katılımı ise dudak uçurtan seviyelerde. örneğin; 2011 kolombiya seyirci katılımı; 2009 mısır aynı istatistikler; 2007 kanada benzer rakamlar. 2013 turnuvası ülkedeki neredeyse tüm stadlarda oynandı. bu turnuvalarda geleceğin messilerini, neymarlarını görme fırsatını elde edebilirsiniz. bir futbol şehri kabul edilen trabzon avni aker stadyumunda oynanan maç raporuna bakalım: türkiye - el salvador bu konu daha çok su kaldırır.

    bir zamanlar efsane dediğimiz futbolcuların bugün ne durumda olduğunu bilmiyoruz. ancak kanal bilmem nerede çıkarsa biliyoruz beşiktaşlı fevzi'nin başına gelenleri.

    diyeceğim odur ki; okumuyoruz, araştırmıyoruz, bilmiyoruz. sadece gazetede ya da tv'de ne varsa onu gerçek kabul ediyoruz. avrupa'da maç sonrası gidilen pub'lar sırf maçın geyikleri yapılabilsin diye insanları bir araya getirir. takımınız hakkında ne kadar çok şey bilirseniz takımınızı o kadar çok sahiplenirsiniz. bu anlamda bizim takımını sahiplenecek taraftarımız da pek azdır. sorarsanız herkes bir takım tutar.

    hakkını vermek diye bir deyim vardır dilimizde. işte biz türk futbolunun hakkını veremiyoruz.

    not: bir kaç link paylaşmak istedim merak edenler için. farklı kişilerden farklı yorumları takip etmek vizyonumuzu arttırabilir. herkese iyi seyirler.

    pisburun
    Türkiye Futbol Federasyonu
    sırf futbol
    Futbol akademi
    yarı saha
    türk futbol
    Bahis Medya
    futbol üzerine akademik çalışmalar
  2. "futbolu eskiden açlar oynar, zenginler izlerdi; şimdi zenginler oynuyor açlar izliyor" der şenol güneş. o zaman endüstriyel futbola karşı forza livorno!
    mesut
  3. başkanı tüpçü, hocası kabadayı, kaptanı ırkçı, kalecisi ayı, yıldızı yandaş, golcüsü hırsızdır.
  4. kavgası,gürültüsü,rantı çok.bu zamana kadar yapılan para,insan ve zaman israfına rağmen hala adı konamıyor
  5. birilerinin ahı üzerinde duruyor hala. kolay kolay iflah olmaz.
  6. birçok sorunla boğuşan ve gün geçtikçe değer yitiren futbolumuz. örneğin; borçlar gibi. bilindiği üzere borç genel anlamda ekonomi biliminin konusudur ve spordan farklı dinamiklerden meydana gelir. ekonomik sorunlar futbolun aksine bireysel birtakım faktörlerle düzeltilemez. örneğin kötü oynadığın bir maçta sneijder 40 metreden bir çakar maçı getirir. ama kötü yönettiğin ekonomide bireysel hiçbir performansın sana işleri tersine çevirebilecek derecede yardımı olmaz. dolayısıyla futbolun yapısal sorunlarından bahsettiğim bu yazıda aslında istikrar, planlama ve entelektüelite gerekliliği üzerine sık sık vurgu yapacağımı şimdiden belirtmekte bir beis görmüyorum. iş bu entry zaten bir sözlük için oldukça uzun olacağı ve giriş kısmını uzatmayı manalı bulmadığım için direkt olarak sıralamaya geçiyorum. futboldaki her bir mevki için bir sorun yazacağım. en önemlileri ise kale ve forvete koyuyorum:

    1. planlama sorunu

    birçoklarımızın malumu olduğu itibariyle oldukça meşhur bir goy goy vardır:

    "aman azizim; taraftar dediğin zaten futboldan çok anlamaz ve skora göre reaksiyon verir. işler kötü gittiğinde de bir kurban arar ve o anda en zayıf görünen kimse tepkisini ona koyar. günlük başarılara aldanır ve gelecek perspektifi gelişmemiştir. dolayısıyla uzun vadeli planlar için taraftara rağmen bir şeyler yapmak gerekebilir."
    işin açığı ben bu tespiti kısmen haklı bulsam da türkiye özelinde bu durumun çok da yukarıdaki gibi olmadığını düşünüyorum. bir kaç adımda inceleyecek olursak şu soruları sormamız gerekecektir; tamam eyvallah taraftar kulübüne dair uzun vadeli ve sürdürülebilir bir gelecek perspektifi geliştirmiyor fakat:

    a. taraftarın bu özelliğinden şikayet eden kulüplerin bir kısa-orta ve uzun vadeli planları var mı?

    burada plan derken kastım elbette "birkaç sene sonra şampiyonlar ligi'nde final oynamak istiyoruz" tarzı altı doldurulmamış boş vaatler, ya da hadi bardağın dolu tarafına bakalım, iyi niyetli ama safiyane temenniler değil. basbaya elle tutulur, ulaşılabilir aşamalara ayrılmış, bu aşamaların zamansal düzlemde kaplayacakları yer belirlenmiş, bu aşamalarda konulan hedef ve nirengi noktalarına ulaşmak için işlevsel olan araçların seçildiği bir plandan bahsediyorum. çünkü planın diğer türlüsü çok meşhur bir siyasi söz olan "bize plan değil pilav lazım"dan pek de farklı olmuyor. dolayısıyla bu ilk soruya cevap;
    hayır; birkaç kulüp dışında kimsenin bir planı yok türk futbolunda. hemen örneğimizi verelim?

    glatasaray'ın 1, 3 ve 5 yıllık planları nedir mesela? borçları azaltmak mı?

    güzel plan da bu planın aşamaları ya da araçları nedir:

    futbol şubesi giderlerini azaltmak? gelirleri artırmak? otel yapmak? diğer mülkleri değerlendirmek?

    hadi bu soruların hepsinn cevabına "evet" diyelim. peki ama en büyük soru şu değil mi:

    nasıl ve ne zaman

    yani açıkça soruyorum ne zaman yapacaksınız bunları? ya da yapılıyorsa ne zaman biter?

    peki bu plan uygulanırken sportif başarı ikinci plana mı konulacaktır yoksa aynı anda sportif başarı kazanabilecek takımlar kurulmaya devam mı edilecektir?

    bakın en basit ve bilinen sorunumuz olan borç sorununa dar en temel sorular bile cevapsızdır. bu soruların cevapları varsa da ancak sınırlı bir insan grubu haberdardır ve kapalı kapılar altında kalıyordur. dolayısıyla bize bu durumda düşen şey ya planı sormak; ya da elbet bir planları vardır diye düşünüp susmaktır.
    b. varsayalım ki kulüplerin ciddi iyi planları var (yok ama mesela varmış gibi farz edelim) taraftarların anlayamadığı; çıkıp bu planları güzelce anlatan, izah eden var mı?

    son zamanlarda dozu çok yükselen paranoya bazlı bir geyik var;

    büyük resmi görmek lazım hacım, oyun çok büyük farkına varmak lazım, her şey bilinçli ve plancı bir üst akıl tarafından yapılıyor

    şimdi çok açık konuşacağım; dünyadaki en salakça paranoyalardan biri bu. ama bu paranoyanın yayılmasının basit bir getirisi var; bunu düşünen adam düşünmeyi bırakıyor. kendisi için oldukça konforlu bir durum her şeyi üst akla mal edip kenara çekilmek. yani ya büyük resmi görüyor ve her şeyi çözdüğünü düşünüp bırakıyor ya da "oyunun, planın" çok büyük olduğunu ve kendisinin ne anlayabileceğini ne de etkileyebileceğini düşünüp bırakıyor. ama her halükarda düşünmeyi bırakıyor ki bu da ekseriyeti dünya futbolundan habersiz futbolcu eskileri ya da kalantor iş adamlarından oluşan bir yetki ve sorumluluk sahibi yöneticiler grubun hiç de seyrek olmayan hatalarının sorumluluklarını almasını; hesap vermesini engelliyor. yani biz anlayamıyoruz ama herhalde vardır bir hesapları diyoruz ya; tam da işte burada büyük bir boşluk ve hareket alanı açıyoruz bu iş bilmez, plansız, programsız tayfaya, kulübü çiftliği yapıp başarısızlıklara rağmen koltuğunu koruma derdine düşmüşlere.

    2. haddini, çapını bilmemek

    (bkz: çek bir letonya)

    2004 avrupa şampiyonası elemeleri play-off etabında seri başıyken çekilişten önce atılmış bir başlık bu. biz letonya'yı çektik. sonuç mu? dünya futbolunda maris verpakovskis diye bir adam kendisine isim yaptı. elendik ve ağır göt olduk.

    tromso faciasını unutan var mı? balıkçıydı adamların kadrosunun yarısı. peki ya paok? atromitos? differdange? yine letonya? karpaty lviv? young boys? club brugge? molde? anderlecht?

    bu liste uzar gider de gerek yok. biz de ülke olarak bir "asarız, keseriz, sikeriz, tükürükle boğarız" gibi gerçekliğin herhangi bir noktasına temas etmeyen saçma bir egosentrik bakış açısı var. eurobaskete giderken çekilen reklam bile bunu gösteriyor;

    "biz istersek dağları kum; demiri yün; kışı bahar; kılıcı kın ederiz."

    bak hele bak laflara bak sen. eee? göremedik ne sırbistan, ne ispanya ne de fransa karşısında? halbuki şu yapabildiklerimize bakacak olursak sırayla biz çok önemli bir inşaat şirketi, çok teknolojik bir demir işleme tesisi, mikail a.s. ve tanrıyız. ama sorun da burada işte; o maçları kazanmak için bunların hiçbiri olmaya gerek yok. takım olsak belki... haddimizi bilip güçlü noktalarımıza odaklansak, zaaflarımızı azaltmaya çalışsak, kimseyi küçümsemesek?

    biz ata sporu güreşte dahi ekolü olan bir ülke değiliz. dolayısıyla en büyük başarılarımızı daima mütevazı hedefler koyup; olaya maç maç baktığımızda yakaladık. dünyada oynanan maçların yalnızca %52'sini favoriler kazanırken nasıl oluyor da her favori olduğumuz maçı rahatça kazanabileceğiz algısına kapılıyoruz gerçekten akıl alır gibi değil. aklımın aldığı nokta ise şu; bu bizim sportif başarı anlamında potansiyelimizin altında kalmamıza sebep oluyor.

    futbol artık eski futbol değil; gaz, motivasyon, özgüven filan para etmiyor çünkü bunların futboldaki getirisi mücadele etmek, koşmak, rakibi ısırmak, tekmeye kafa sokmak. yoksa kimse motive diye gol etmiyor; motive olduğunda daha dikkatli ve istekli olduğu için daha fazla pozisyon buluyor ve bulduklarını daha yüzdeli değerlendiriyor. fakat işte günümüzde bunları herkes yapıyor. şu anda örneğin türk milli takımına kahraman ecdadın tarih boyunca yaptıklarının üzerine sos olarak serpildiği milli görev üzerine çok etkileyici bir nutuk atabilirsiniz ama almanya sahaya çıkıp kroos'un ara pasında bizim defansın tüm elemanlarından çok daha hızlı, atletik, rakibini ciddiye almış thomas müller topu köşeye bıraktığında bizim o meşhur gaz söner gider. dolayısıyla futbolumuzun en büyük sorunlarından biri; ülkece eksik kalmış rasyonel ve eleştirel düşünce geleneğinin bir yansıması olarak haddini bilmemek ve yapabileceklerinin sınırı konusunda sıkça yanılmaktır.

    3. altyapı, tesis ve güvenlik sorunları

    a. altyapı: ligde altyapısından çıkarttığı oyunculara en çok yer veren takım olan gençlerbirliği'nin ideal onbirinde oynayan altyapı çıkışlı oyuncu sayısı 5. bizde örneğin bu rakam bir ya da en fazla iki. on sekizde ise altyapı ürünü toplam 3 oyuncumuz bulunuyor. diğer takımlar da bu sayı daha da az. altypı oyuncusunun kendine has iki avantajı bulunur; kulüp ve ülke kültürünü benimsemiş olmak dolayısıyla uyum sorunu yaşamamak ve bonservis, menajerlik ücretlerinden kurtulmak. yani altyapı oyuncusu teorik olarak hem ucuz hem de uyumlu bir parçadır ve takımlar altyapılarından as takım seviyesinde ne kadar fazla oyuncu çıkartabilirse hem uyumlu hem de ucuza kurulmuş oldukça verimli kadrolara sahip olacaklardır. altyapıdan oyuncu çıkartamamak bu iki yapısal avantajı da kaçırmak anlamına gelmektedir.

    altyapıyla alakalı bir diğer sorun da altyapı seçim kriterleridir. inanır mısınız bilmem ama bir kulübün geleceğine yatırım anlamına gelen ve tamamıyla yetenek ölçütüne göre yapılması varsayılan altyapı seçmelerinde dahi torpil işlemektedir bu ülkede. altyapı lafı geçilince sürekli konuşmada adı geçirilen ajax altyapısı seçimlerinin liyakata göre olmadyabileceği şüphesi doğmasın diye bağış daha kabul etmezken; biz de bir siyasi ya da yönetici tanıdığın varsa o kişinin ağırlığına göre bir takımın altyapısına yerleştiriliyorsun.

    b. tesis: 2015 yazında çıkan altyapı tesislerimizin yenilendiği haberlerini ve parasının dursun özbek'in cebinden; idaresinin ise kardeşinden çıkacağı haberlerini görmüşsünüzdür. o haberlerin içeriklerine bakıldığında malum tesislerin harap halinden filan tüm detaylarıyla bahsedilmişti. tesişleşme anlamında türkiye'nin en iyi ikinci takımında durum buysa geri kalanlarındaki vaziyeti hayal dahi edemiyorum. sadece şunu düşünmek bile üzülmem için yetiyor; kim bilir ne ham yetenekler bozuk zemin kaynaklı sakatlıklar, sağlıksız antrenman ya da kalitesiz ekipmanlar yüzünden heba olup gitmiştir. günümüzde en önemli kaynak insan ve bilgi iken bunların birinin kolyaca harcanması diğerinin ise neredeyse hiç önemsenmemesi oldukça büyük problemlerden bir tanesidir.

    c. güvenlik: açıklaması en kolay sorun; stadlar güvenli değil arkadaşlar. yabancı maddeler, önlenemeyen kavgalar, küfür kıyamet derken gerçekten bir sürü insan bırakın stadlardan; bildiğiniz futboldan soğuyor.

    4. dürüstlük sorunu

    bir söz vardır; " aşağı hızlıca inmek için bindiği dalı kesen kişi kurnazlık değil aptallık etmiş olur" diye. şu anda türk futbolunda tam olarak bu durum hakim. özellikle anadolu takımları ekonomik ve lobi olarak geri kalmışlıklarının acısını sahada büyük takımlarla oynarken çıkartmaya çalışıyorlar. sürekli olarak zaman çalma, negatif ve sakatlama odaklı sert oyun derken zaten temposuz ve süreksizlikle karakterize olan futbolumuz için bu durum kronik hale geliyor. şu anda avrupa'nın en negatif ve yavaş futbol oynanan, topun çok kısıtlı süre oyunda kaldığı ve bırakın yabancıları; takımlardan herhangi biriyle gönül bağı olmayan türklerin bile ilgisini çekmekte zorlanan bir lig ve milli takımla başbaşayız. şurası çok açık ki futbol iyi oyuncularla oynanan ve seyir zevki veren bir oyun. siz bu takımlardan alınacak bir puan uğruna tüm maçı çirkinleştirdiğiniz sürece bu lige kimse ilgi duymayacak ve ekonomik olarak kötü durumunuz bu ilgisizlik sayesinde git gide daha derinde kökleşecek.

    5. hakkaniyet sorunu

    " maçlar fener gol atana kadar uzar"

    tamam bir totolojik ama şimdi allah aşkına gerçeklik payı var değil mi?

    hayatımda tek bir cümleyle bu kadar net tespit yapılabilen çok az durum görmüşümdür. ligde hem hakem hem de federasyon bazında bir fenerbahçe standartı var; altında galatasaray ve beşiktaş standartı var; onun altında trabzonspor standartı var ve onun altında anadolu takımları standartı var. fakat fenerbahçe standartı hemen altındaki standarttan bile o kadar üstte ki ciddi bir hakkaniyet sorunu doğuyor ortaya. örneklerle açıklayalım;

    fenerbahçe'nin berabere ya da yenik olduğu maçlar ortalama 5 dakika uzarken galatasaray için aynı nitelikteki maçlar 3 dakika uzuyor. bu istatistiği anlamlı kılmak için bir veriyle destekleyeyim; fenerbahçe 2014-2015 sezonunda maçların son on dakikasında attığı gollerle toplam 19 fazla puan aldı. bu 10 dakikaların yarısı ise hakemlerce verilmiş uzatmalardı.

    bir başka örnek; fb maçlarında uzatmada çalınan zamanlar da uzatmaya ekleniyor ve uzatmanın uzatması oynanıyor. çok basit bir soru; 2014-2015 sezonunda deplasmandaki fb maçında volkan 1.5 dk çaldı sadece 3 dk uzayan maçtan. (3 dk gs yenik ya da berabereysek standart zaten) o maçın bitiş düdüğü kaçta çaldığını hatırlayan var mı?
    93:02.
    peki 2015-2016 sezonunda +5 dk uzatma verilmiş fenerbahçe antalyaspor maçında gol kaçta geldi? 97. dakikada..

    bir başka örnek; (bkz: hedef 1 milyon penaltı)

    bir başka örnek; caner erkin emre b,, bruno alves ve volkan d.'ye çıkmayan kartlar

    bir başka örnek; soyunma odası basıp bununla övnen ve bunu ekrar tekrar yapacağını beyan edip yapan ve ceza almayan başkan

    bir başka örnek bilmediği dilde bir tweeti retweet etti diye iki maç ceza alan bir melo; bildiği dilde küfür içerikli bir tweeti retweet etmesine rağmen ceza almayan caner erkin

    bir başka örnek; her zaman perşembe toplanan pfdk'nın ligde gördüğü kartla cezalı duruma düşen maç cezasını çarşamba akşamı çekebilsin diye salı günü toplanması
    bir bakşa örnek; yükseğe kalkan ayaklar sadece fenere kalktığında faul sayılması

    bir başka örnek; hatalı kart çıkarttığı için 2 yıl kadar fb maçı yönetmeyen hakemler
    (bkz: fırat aydınus)

    bu liste uzar ve diğer büyük takımlara da sıçrar elbette. herkes kendisie rakip gördüğü takımlar lehine çıkmış böyle kararları rahatlıkla aklına getirebilir çünkü neredeyse her hafta bir takım lehine inanılmaz hatalar yapılıyro ligde. son haftalarda bu takım galatasaray mesela. dandik penaltılarla aslında kazanamayacağı maçlardan 3 ve 1 aldı evinde iki haftadır. neyse.

    6. profesyonel yönetici sorunu

    bu sorunda teşhisi koymayı tercih ettiğim nokta endüstriyel futbolun ve futbolcuların git gide daha hatasız, daha insanüstü performanslar; takımların her gün daha komplike hızlı taktiklerle rakiplerinin üstüne gittikleri gerçeğidir. futbolun en önemli üç öğesinden ikisi (futbolcular-teknik ekip ve taktik) böylesi uzmanlaşmışken bu yapının üçüncü ayağı olan yöneticilerimiz ise hala son derece amatörler ve işleri de amatörce görmeye çalışıyorlar.

    abdurrahim albayrak örneğinden gidelim; kendisi galatasaray'da başkanlık hariç neredeyse her görevi yaptı ve yerel lig şampiyonluklarında da hep önemli bir payı olduğu söylenegeldi. şimdi bu durumun doğru olduğunu kabul edelim. abdurrahim albayrak'ın yaptığı nedir? güzellikle ve fanatik taraftarlıkla futbolculara abilik yapmak, arada bir mali sorunları çözmek ve moralleri yükseltmek. peki abduraahim abi bu takımın en önemli parçalarından biriyken elde ettiğimiz başarı ne? şampiyonlar ligi'nde çeyrek final. o da çok iyi bir kadro ve kura şansıyla. sonrası var mı? yok. geri kalanların tamamı yerel lig başarısı. bu durumun sebebi ise çok açık; yerel ligin nerdeyse tamamı da aynı amatör zihniyetle yönetiliyor. nasıl hagi gidince biz 15 yıl yeni bir hagi ardıysak; abdurrahim albayrak'ı görenler de son derece gereksiz biçimde takıma bir yönetici ağabey arıyor. kimse profesyonelleşmeye gitmediği için yerel ligde; anamızın evinde sıkıntı yaşamıyoruz bu amatör yönetim tarzıyla. ama avrupa'ya çıktığımızda mesela arsenal karşısına; ne ağabeyler para ediyor, ne moral. tüm süreçleri gibi yönetim ve transfer süreçleri de profesyonel yönetilen kulüpler gelip iç-dış fark etmeden yenip gidiyorlar. sonra biz de burada manas destanı yazıyoruz.

    bildiğim kadarıyla şu anda sportif direktörle çalışan tek takım fb mesela. onu da gerçekten daha profesyonel bir yapıya kavuşmak için mi getirdiler yoksa aziz y. hedef mi saptırıyor bir türlü karar veremiyorum.

    7. başkan sorunu

    evet arkadaşlar maalesef türk futbolunda basbaya bir başkan sorunumuz var. birkaç aksi örnek dışında -balıkesrispor gibi- başkanlarımız ya isimlerini duyurup x kulüp başkanı etiketi sayesinde kuracağı bağlantılarla işlerini artırmak isteyen kodamanlar; ya da futboldan filan anlamayıp takım sevgisi (!), ego ya da tanınma arzusuyla kulüplerin başına geçen tipler. çok meşhur bir söz var mesela;

    " futboldan anlamam ama futboldan anlayandan anlarım"

    bunun diğer versiyonu da şu

    " futboldan anlamam ama futbolcudan anlarım"

    şu sözdeki çelişkiyi tek ben göryor olamam öyle değil mi? yani tek merak ettiğim şu aslında; eğer futboldan anlamıyorsanız nasıl oluyor da bir kişinin futboldan anlayıp anlamadığına karar verebiliyorsunuz? sadece kupa ya da şampiyonluk gibi ölçülebilen başarılara bakarak mı? çünkü futboldan anlamayan insanın bakabileceği tek şey bu gibi görünüyor açıkçası. işte o zaman jurgen klopp'u vakti zamanında mainz'ın başındayken bulan dortmund çok değil 5 senede senin o koyduğun temelsiz ve bu kafayla asla gerçekleştiremeyeceğin hedefin olan şampiyonlar ligi finalini gerçekleştirebiliyor. sen ise bir zamanlar başarılı olmuş ama artık ne hevesi ne de modern futbola dair bir fikri kalmış eski tüfek teknik direktörlere ya da çoktan çaptan düşmüş "dünya yıldızlarına" gerçekten dünyanın parasını saçıyorsun.

    şimdi burada sorun şu; futboldan ya da futbolcudan anlamıyorsan neden bu konudaki seçimleri başkan olarak sen yapıyorsun? eğer gerçekten futboldan anlamıyorsan başkan olarak senin yetkin temsil ve kaynak yaratmakla sınırlandırılmazsa sonu ne oluyor?

    başkanına borçlu kulüp, borçlarını döndüremeyen kulüp, stadını yapamayan kulüp, 4 yıldızlı formasına göğüs sponsoru bulamayan kulüp, hakkı olan şampiyonluğu alamayan kulüp, bir başkanın elinde oyuncak olmuş kulüp. bir kulübü kurtarmak için tüm futbolu feda eden başkanı olan federasyon..

    8. borç ya da gelir gider dengesi sorunu

    kulüplerimiz sürekli zarar ediyor dostlar. bu inkar edilemez bir gerçek zira rakamlar yoruma açık bir durumda değiller. bu durumun en temel sebepleri ise kur farkı kaynaklı sorunlar ve oyuncu maaşları.

    kur farkı: avrupa kupaları ve bir kısım sponsorluklardan elde edilen gelirler hariç takımlarımızın ana gelirleri tl; ana harcamaları ise euro üzerinden. bilindiği üzere gün itbariyle euro/tl oranı 3.4. yani şöyle diyelim; 34 trilyon 10 milyon euro ediyor. neden 34 trilyon? bu bizim ligden aldığımız ana yayın geliri. bu sorunun önüne ise iki şekilde geçilebilir; birincisi yerli oyuncularla tl üzerinden anlaşma yapmak; ikincisi de günü kurtarma amaçlı yapılan "yıldız" transferlerinde çok uçmamak zira gelirlerimiz giderlerimizi taşıyamıyor ve ileride avrupa'dan men kararları gelmesi gayet olası.
    oyuncu maaşları: çok basit bir şey söyleyip kapatacağım bu konuyu: 4. yıldızı aldığımız sezonda 40 kişilik galatasaray kadrosunda yasin öztekin, muslera, chedjou, sneijder ve melo'dan başka kazandığı paranın hakkını veren bir oyuncu var mıydı? bakın 3 kupa aldı bu takım ama karşılığnda 50 milyon euro maaş gideri yaptı. 150 trilyon kadar yani; alabileceği tüm kupaları kazandığında elde ettiği gelir ise bu kadar değil. nereden mi biliyorum? sonuç olarak bir takım avrupa'dan men cezasını yedi bile. haydi geçmiş olsun. kuruluş felsefesi de gitti değil mi?

    9. taraftar sorunu

    taraftarlar kulüplerini izleme ve destekleme konusunda gösterdikleri hassasiyeti kulüplerin yönetimine katılma konusunda göstermiyor. çünkü kulüp yönetimine katılmak maddi güç, istikrar ve özveri isteyen bir durum yani 2 haftada bir 3-4 saatini ayırıp maça gitmekten fazlası demek. açıkçası bu durumu bir parça da kulüplerin tavrı besliyor çünkü kulüp yöneticileri de bu ilgisizlik sayesinde hatalarının hesaplarını vermeden sıyırabiliyorlar. kulübe üyelik ve başkanlık seçimlerinde oy kullanabilmek gibi konularda aranan şartların oldukça yüksek tutulması da bu durumun bir göstergesi.

    10. antrenör problemi

    biraz geriye; güneşin altında, kan ter içinde yaptığımız mahalle maçlarına götürmek istiyorum sizleri. içinizde defansta durmak isteyen var mıydı? hemen herkes serbest rolde oynayıp karşı takımın tamamını çalımlamak ya da forvet oynayıp "rainmaker" misali maçı getiren adam olmak isterdi değil mi?

    bakın bu ülkenin tüm damarlarına sirayet etmiş problemlerden biridir; bireysellik-takım çalışmasına yatkın olmama, sürekli öne çıkma isteği. bu drumun futbolda birçok yansıması var fakat benim eğilmek istediğim nokta antrenör yetişmesine engel bir durum arz ediyor oluşu. hemen tüm büyük takımlarda asıl adam olan teknik direktörün yanında gerçekten belli bir konuda uzmanlaşmış birkaç tane çok önemli yardımcı antrenör bulunur. işte bu bizde yok. teknik direktörlerimizin hemen hepsi bir mourinho bir ferguson bir guardiola ya da bir fatih terim gibi kült bir figür olmaya o kadar takmış durumda ki; kendilerinin yanında başarıyı paylaşacak hiçbir nitelikli insan istemiyorlar. dikkat edin yardımcı antrenörlere; ya futbolcu eskisi olup henüz pro lisans alamamıştır ya da gerçekten oraya teknik direktörün pis işlerini yapmak için gelmiştir. türkiye'nin en büyük takımının kaleci antrenörü brezilya'dan kondisyoneri de amerikan'dı 2012-2013 sezonunda. bu aslında şu demek;türkiye'de nitelikli bir kondisyoner dahi yok! ya da daha kötüsü; var ama teknik direktörler istemiyor çünkü arkalarından kuyu kazılmasından korkuyorlar.

    olayın diğer boyutu da şu; türkiye de antrenörler en ünlüsünden en tanınmamışına kadar; yardımcı rolde olmayı da pek istemiyorlar. hakikaten de çok fazla yok benim bildiğim kadarıyla. çünkü bu antrenörlük işine girişen hemen herkes hedefi teknik direktörlük olarak koyuyor. bir takımın parçası olup onu daha yüksek seviyeye taşımaya çalışmaktansa kendileri tek başına kazanmaya çalışıyorlar. onlara da hak vermek lazım gerçi; gençlerbirliği'ne bir iki sene pozitif bir futbol oynatıp ilk ona sokan fuat çapa'nın bir sonraki sene kayseri erciyesspor'a 2 trilyona imza atıp hayatı boyunca belli bir standartın üstünde yaşamayı garantilediği bir lig burası ki bu da bizi 1 numaralı plan, 7 numaralı başkan ve 8 numaraları borç (gelir-gider) sorununa götürüyor.

    11. adalet ve şeref sorunu

    şimdi şöyle bir durum var; ülkecek ciddi anlamda otoriterleşme eğiliminde olan bir rejimle yönetiliyoruz ve hemen her otoriter rejimde olduğu gibi bir iyiler bir de kötüler olarak bölünmüş durumda toplum. üstelik yine otoriter rejimlerin çok karakteristik bir biçimde gösterdiği diğer özellik olan iktidar hakkında hatalarından dahi bahsedememe ve yalnızca biat temelli güzellemelere izin verilir bir durumdayız. bunların ne alakası var değil mi?

    şimdi size bir soru; fenerbahçe şike yaptı mı yapmadı mı?

    bu soruya evet diyenlerin gerekçeleri şunlar:

    aykut kocaman'ın çalıştırdığı bir takımın 17 maçta 16 galibiyet almış olması (bu tabi goygoy biraz)

    şike tapeleri

    uluslararası spor mahkemeleri ve tahkim kararları

    görüldüğü üzere evet diyenlerin gerekçe ve kanıtları ilki hariç oldukça sağlam. fakat işte tam da burada otoriterleşmiş dandik rejimin etkisi devreye giriyor bir kişi istemediği için fener küme düşmüyor. hatta ve hatta diğer siyasi partilerin de iştirakiyle şikenin ve yapanın cezası bile hafifletiliyor. yani sırf bu olaya özel fenere bir kıyak geçiliyor.
    hayır diyenlerin gerekçeleri şunlar;

    devletin yargı organına sızmış bir grup kendi menfaatleri için yaptığı dinlemelerden fason bir dava uydurdu.

    şimdi görüldüğü üzere bu çok sikindirik bir savunma. zira konuşmaların içeriklerine itiraz edilemiyor çünkü gerçek o konuşmalar. yani tamam dava uydurma da; o konuşmalar hiçbir yöneticiye silah zoruyla yaptırılmadı öyle değil mi? en aklı başında fenerlinin bu konudaki tek itirazı dinleme olayının hukuki olmaması kaynaklı sürecin sonunda çıkacak cezanın da hukuki olmayacağı yani yanlış yoldan giderek ulaşılacak olan doğru sonucun kabul edilemez olacağı. bu savunma adli davalarda geçerli olsa da spor hukukunda geçerli değil maalesef.

    fakat burada da şöyle bir kurtuluş var; türkiye'de suç da, ceza da, adalet de adamına göre dağıtılıyor. çünkü biz hala parayla her şeyin halledilebildiği, prensipsiz, onursuz tiplerin çoğunlukta olduğu, ne yoldan olursa olsun kazanmayı ön planda tutan ahlaksızların çoğunlukta olduğu bir ülkeyiz.

    işin daha da trajik noktası bu davanın mağduru olduğu iddia eden takım başkanı yeniden yargılanma sözünü alınca dönüp söz konusu grubun yargıyı ele geçirmesini sağlayan siyasi harekete teşekkür ediyor mesela.

    hatta daha da ilginci lig tescil ediliyor; ama şampiyonu avrupa kupalarından men yiyor mesela.

    işler iğrençleşmeye ise kendi takımını hem batırmış hem de kendine borçlandırmış; parası sayesinde istediği her şeye gücü yeten bir kişi başkanı olduğu kulüpteki başarılarından filan değil bizzat feneri kurtarsın diye futbol federasyonu başkanı seçildiğinde başlıyor.

    işler daha da iğrençleşiyor ve bu ülkede yorumcular hala hiçbir şey yokmuş, o olay hiç yaşanmamış gibi futbol konuşabiliyorlar.

    çünkü ancak böyle bir ülkede birtakım içeriğine itiraz edemediği belgenin elde edilişi yüzünden hükümsüz kılınıp şikeyle aldığı şampiyonluğun tescil edilmesini isteyebilir. sahi ben unuttum hatırlayan vardır belki;

    2010-2011 süper kupasını kim aldı?

    kısaca toparlamak gerekirse bana göre türk futbolundaki temel sorunlar -bence- bunlar ve hemen hepsi de birbirine sebep ya da sonuç olarak bağlı. bu ise sorunları daha da karmaşık kılıyor çünkü konulardan hepsi birden çözülmediği sürece çözülmemiş kısımların çözülmüş sorunları tekrar nüksettirmesi ihtimal dahilinde. ama yine de bir şeyler yapmak hiçbir şey yapmamaktan iyidir diye düşünüyorum. ne demişler;

    her deneyen başaramaz ama başaranlar ancak deneyenler arasından çıkar.

    biraz uzun bir yazı oldu bu. buraya kadar okuyan oldu mu bilemiyorum ama zama ayıran herkese teşekkürler.
  7. çalım atmaktan bihaber futbol tipi. geriye oynamayı, karşı karşıyayken çalım yerine sürekli pas yapmayı ve kendi beceriksizliklerini hakeme atmayı marifet sayan bir futbol. karşınızda türk futbolu. saygılar..
    psk34
  8. saçmasapan bir oyun oldu çıktı tat vermiyor 3 büyükler bir yok olsa artık
  9. artık kabak tadı veren, baştan aşağı kokuşmuş oluşum. komplesinden tiksinmiş bulunuyorum. oysa ben futbolu çok severdim lakin birilerinin egosunu tatmin ettiği, nefretten beslenen, rekabeti rakibini geçmeye çalışmak değilde onu aşağı çekmek olarak algılayan zihniyetlere tahammülüm kalmadı. ahlaksız futbolcular taraftarlarca el üstünde tutulur toz kondurulmaz. neresinden tutsan elinde kalır.
    symek
  10. ne zamandır "altyapıya yönelen proje takımı" diye pazarlanan altınordu'nun sitesinde kulüp başkanı seyit mehmet özkan tarafından yapılan açıklama, yoruma yer bırakmayacak şekilde durumun vehametini gözler önüne sermektedir.

    27 yıllık yöneticilik yapmış adam oyunculara kısaca diyor ki "ben 50 yaşımdan sonra varoluş bunalımlarımdan sıyrılmak için kendi kendime bir misyon uydurdum kulübün ağası (pardon yediemini) olarak bu sezon yapılan iki üç maçla a takımın biletini kesiyorum tüm oyuncular devre arasına kadar defolsun gitsin ben genç takımla çıkacağım maçlara."

    açıklamadaki cinsiyetçi ifadeleri bir yana bırakıyorum. bu kulübün teknik direktörü, sportif direktörü vs. yok anladığım kadarıyla. bir tane derebeyi var o da kölelerini oradan oraya vuruyor kovuyor. ve bu adam genç takımla (niyeyse) 2023 yılında avrupa şampiyonu olacağını iddia ediyor.

    kafalara gel. bu şahsına münhasır bir örnek olsa gülüp geçeriz. ama kazın ayağı öyle değil işte. ilhan cavcavlar, aziz yıldırımlar, yıldırım demirörenler, mafya, siyaset, menajer kıyakları, teşvik, şike derken futbol denen keyifli oyun oldu mu sana türk futbolu denen lağım çukuru?

    ileri demokrasi gibi bir şey anlamak lazım türk futbolu denince. yani top var, on birler var görünürde futbola benziyor ama içi boş, temeli yok, doğal olarak geleceği de yok.

    ben dedemden babama, babamdan bana kalan mirası bırakmadım. halen fenerbahçe'liyim, bundan da utanmıyorum esas utanması gereken utanmazların yüzü dahi kızarmaz, kahramancılık oynarken ben niye utanayım. ama şike savunmasının saçmalığını (biz kurban keseriz, dilek tutarız, tarlalar uğurumuzdur vs.) gördükten sonra stada gitmeyi, forma vb. almayı bıraktım. alex de souza ve ersun yanal'ın sudan sebeplerle gönderilmesinden sonra ise digiturk üyeliğimi iptal ettim.

    taraftar olarak yapabileceğim bu. şimdilik beşiktaş sanki fena yönetilmiyor gibi onların taraftarlarını tenzih ediyorum ama tüm diğer sporseverleri bu bireysel pasif direnişe davet ediyorum.

    siyaset ve türlü pislikle bu kadar iç içe geçmiş, hiç keyif vermeyen şeyin adı futbol değil arkadaşlar boşuna sinirlerinizi yıpratmayın, kendinizi ve birbirinizi üzmeyin.
    pinot