1. atatürk 'ün çok sevdiğim bir sözü var bu konuda; "ilim tercüme ile olmaz, tecrübe ile olur" ^:(noktası noktasına bilmiyorum, orjinalinde farklı olabilir kelimeler)^

    sanırım büyük sorun burdan kaynaklanmakta. biz yabancı kaynakları hababam türkçeye çeviriyoruz eğitimimizi bu şekilde devam ettiriyoruz üniversite ve hatta lisansüstü boyunca.

    -elbette ki daha "tecrübe-tetkik" 'e dayalı, kalitesini bildiğimiz üniversite ve bölümler var ancak bu noktada tecrübeden de önemli; en büyük mesele bence "tabela üniversiteler"

    hocası olmayan, binası açılış anında bile yeterli olmayan üniversiteler açılıyor sürekli. eğitim için idealleri olabilir kurucuların ancak sistem oturana kadar orda okuyan öğrencilere kelimenin tam anlamıyla yazık oluyor.

    bahsettiğim iki konuyu bağlayabiliriz bu noktada; fiziksel dahil tüm şartları yetersiz olan tabela üniversitelerde tabi ki tecrübe-tetkik de eksik kalıyor, eğitim "zorunlu" olarak tercüme üzerinden gidiyor.

    sağlık bilimlerinden biraz konuşayım izninizle; idealde eğitim staj ağırlıklıdır, ben de son 1.5 yılı staj olan bir eğitim aldım. ancak görüyorum gençler çok yüksek puanlarla yeni açılmış üniversitelere gitmişler 2-3 aylık stajla, yeterli hasta bile göremeden mezun oluyorlar. sonra hastanede ilk iş gününde titremelerinin, önüne geçemiyoruz. kişileri yermek için söylemiyorum, onların hatası değil, sistemin büyük eksikliği buna yol açıyor.
  2. bazı hocalar saçma sapan egolarından dolayı, öğrenci bırakmaktan zevk alır. derste slayttan geçer konuları, yetişemezsin hızına yazamazsın, slaytları da vermez. cevap olarak verecek olsam sayfama koyardım der.
    yani göründüğü üzere düzgün bir eğitim yok. hangi bir sorundan bahsedelim? başlı başına sorun teşkil ediyor zaten.
  3. 'temel eğitim' sisteminden kaynaklanan, çoğunluğu diplomasını layıkıyla alamayan insanların öğretim üyesi olması.
    kürsü başkanlarının hak edeni seçmek yerine siyasi yakın olan veya yandaş kişileri tercihi etmesi.
    ve bu döngünün meydana getirdiği kısır bir sistem.

    dolayısıyla medeniyet, eğitim, kültür, sanat, entelektüel birikim, bakış açısı gibi kavramlardan yoksun bilim insanları meydana gelmesi sonucu oluşan eğitim sorunlarıdır.
  4. ken robinson'un yaklaşık 8-9 yıl önce ted'de yaptığı konuşma bu konuyu epey irdeliyor.
    ve çıkartacağınız sonuçlar gerçekten de evrensel düzeyde. sıkıntının etki çapını sadece türkiye ile sınırlamak yanlış olur kanısındayım -fakat türkiyede kötünün kötüsü-
    ken robinson'a göre sıkıntı eğitim sisteminin eğitilecek çocukların yeteneklerine göre değil, tamamen akademisyen yetiştirme üzerine olması. akademisyenlerin dayatılarak akademisyen olduğu bir sistemde, öğrenciye kan ağlatılması anlaşılır bir şey olmaya başlıyor. ken robinson'un ted konuşması kesinlikle izlenmesi gerekendir bu konuda.
  5. eline ders notu alanın hoca olduğunu sanması.

    düzenleme: konu yazar arkadaşlar tarafından ilgi gördü o yüzden bir kaç şey daha eklemek istiyorum.

    öncelikle, aşağıda başka bir yazarın da bahsettiği üzere; önce eğitim olmalı ki ondan sonra sorunları olsun. ama ülkemizde ilkokuldan itibaren eğitim diye bir şey yok.

    bunun en büyük sebebi, başta bu sistemi kuranların ve müfredatları hazırlayanların, sonrasında ise öğretmenlerin eğitime dair hiç bir şey bilmemesi.

    o kadar saçma bir durum ki bu, matematik öğretmeni teoremleri şarkı ile öğretmeye çalışıyor. evet tamam müzikle beraber olduğu için o kurallar akılda kaldı. kaldı ama noldu? ne oldu yani biri bana söylesin.

    üniversiteye gelecek olursak, en büyük sıkıntı şu: hocalar bize uçağın parçalarını atınca bizim o uçağı yapabileceğimizi zannediyorlar.

    istisnaları dışarıda tutarsak, bütün dersler sadece bir formalite. bomboş. içerik boş değil, eğitim yanı bomboş. tabi hocalar, alanında "top" olan kitaplardan hazırlandıkları için çok tatmin oluyorlar ama eğitime dair hiç bir şey bilmedikleri için bomboş bir 4 sene geçiyor.

    makine mühendisliği için konuşayım. bütün kitaplar eğitim açısından hikaye. çünkü hepsi bir "referans" kitabı. çoğunun bir şey öğretmek gibi bir derdi var, ama bunu yapabilecek donanımları yok. bu cümleleri en sağlam yayın evlerinde basılmış alanında saygın kitaplar için söylüyorum. onlar da aynı. mit'deki stanford'taki dersleri takip ederseniz onlar da pedagojik açıdan oldukça sıkıntılı. tabi ders dışı faaliyetleri bilmediğim için o üniversiteler hakkında kesin bir yargıya varamıyorum. ve bunu yapmamanın çok doğru bir karar olduğunu biliyorum.

    ama bizim için varıyorum. amerika' daki müfredatın aynısını kopyalayıp, o kitapları tahtaya geçirerek üniversite eğitimi verilmez hocalar.

    üniversitemin bana verdiği donanımla, chopin'in meşhur waltz' ının notalarını piyanoda mükemmel basıyorum;
    ama hiç bir ses duymuyorum.
  6. türkiye'deki üniversite eğitim sisteminin problemi ne değildir ki a sevgili youserlar? üniversite eğitimi veriyoruz diye tamamen kendimizi kandırmaktayız. yine de sizlere problemleri sıralayayım, belki bir farkındalık yaratırız.

    - türkiye'deki üniversite sisteminin bir problemi bulundukları pozisyonlara kök salmış hocalardır. bu hocalar ders vermeye başladıklarında zaten efsane unvanını kazanmış ve bu unvanın da hakkını yaklaşık 5 sene vermiş hocalardır. unutmayınız, bu ülkede profesör olan çoğu hoca, bir iki seneye ununu eleyip, eleğini asar. dolayısıyla artık derdi kendini geliştirmekten çok, işini en az yorulacağı şekilde yapıp parasını kazanmaya çalışmaktadır. derslere gelmez, asistanıyla görüşürsünüz. asistanına soru sorarsınız, cevabı bir sonraki hafta alırsınız. hoca derslere geldiğinde anlattıklarından soru sorar ama sınav kağıdını okuma işi asistanına kalır.

    - türkiye'deki üniversite sisteminin bir problemi de resmen şirket kurmuş hocalardır. kimileri bir dersi sadece kendileri verir ve kimsenin de o dersi vermesine izin vermez; kimileri de dersi verdiği diğer hoca ile anlaşarak ya ortak sınav yapar. insanoğlusunuz, bir her insan ile iletişiminizin iyi olamayacağı gibi her hocanın anlattığını da anlayamayabilirsiniz. son derece doğaldır. ama geçmeniz gereken o dersi sadece bir hoca veriyorsa, sittin sene o dersi geçemezsiniz efendim. yaz okulu da açtırmazlar, öğrencinin başka okuldan aldığı dersi de kabul etmezler. siz yine o hocaya kalırsınız. diğer model ise daha riskli, orada iki sınıfın öğrencisi de farklı soru tipleriyle karşılaşır. yine hiçbir şey anlamazsınız.

    - türkiye'deki 'devlet' üniversitelerinin diğer bir problemi de uzman hoca bulmanın zorluğudur. öyle özel üniversitelerdeki gibi 'ekonomi alanında adı sanı duyulmuş süper olan a hoca' dersi vermez. her sene hocaların bir işi çıkar, her dersi farklı hoca verir. eğer benim gibi multi şanssızsanız bu sürekli hoca değişimlerinden dolayı 1. sınıfta ders aldığınız hocanızdan hem 2, hem 3 hem de 4. sınıfta da farklı adlar altında aynı dersleri alırsınız. sonuç olarak size farklı konuların anlatılması yerine, sürekli aynı kulağı kaç farklı şekilde tutabileceğiniz öğretilir. bu noktaya birazdan dikkatinizi tekrar çekeceğim.

    - türkiye'deki devlet üniversitelerinin en tehlikeli problemi memurlarıdır. hiçbir şey anlatamazsınız bu insanlara. anlamamak üzerine programlanarak üniversitelere dağıtılmışlardır. hiçbir konuda sorumluluk kabul etmezler, sürekli haksızsınızdır. bu tip insanlar özel üniversitelerde olsalar da ,sanırım haklarında yapılan şikayetlerin dikkatlice incelenmesinden ötürü müdür bilemiyorum, biraz daha kendilerini eleştirme eğilimine sahiplerdir. bir üniversitenin hukuk müşavirliğinde çalışan sorumlu memur verdiğiniz şikayet dilekçesini 'ben bundan bir şey anlamadım' diyerek fırlatabilir. hiçbir şey diyemezsiniz bu okuma yazma bilmeyen beyefendiye. ( az önce dikkatinizi çekeceğim dediğim konuyu siz anladınız değil mi sevgili youser'lar? resmi dilekçe verdiğim kurumda çalışan 'kişi' bunu anlamayıp, verdiği cevapta 'dilekçenizde çelişkiler bulunmaktadır ama yine de ben size olayı açıklayayım' diyerek laf sokmaya çalışmıştır. şaka gibi değil mi? )

    - hadi bir noktada eğitimi eleştiremeyeceğimizi anlarım. öğretmenin kendi sistemi vardır. kabul edilebilir. fakat devlet üniversitelerinde eğitim dışındaki konularda da bir şikayette bulunamazsınız. örneğin benim mezun olduğum okulda pislikten geçemezsiniz. lavabolar rezalet durumdadır. temizlikleri düzenli yapılmaz, klozetler kırık, pisuvarlar sigara izmariti dolu, sabunsuz, peçetesizlerdir. bunu da dilekçenize yazar gönderirsiniz. gelen cevap yine şaka gibidir: 'lavabolarımızın temizliği her gün yapılmaktadır'.

    - okulunuz, tam 3. senenizin başında size 'hadiii bologna süreciiiii' deyip bütün programınızı baştan yapabilir. 10000 kişilik okulunuzda binlerce kişinin okulunu bir sene daha uzatabilir. en sonunda mezun olduğunuzda, 'biz size bologna süreci diploması vermiyoruz' diyebilir.

    madem bu kadar sorun vardı, niye sadece dilekçe yazmakla yetindin sevgili yucuklu-sumurta?

    açıklayayım. türkiye'deki üniversitelerin en büyük problemi öğrencileridir efendim. kimse sorunu başka yerlerde aramasın. öğrencilerimiz hak aramaktan yoksundur. tek mantıkları dersi geçelim bitsindir. vizyon sahipleri değillerdir. lisede, dershanelerde at gibi koşturulan, kendilerine en büyük hedefin iyi bir üniversiteye girmek olduğu aşılanan sevgili gençlerimiz, üniversiteye kapağı attıktan sonra boşluğa düşmektedir. en büyük şey iyi bir üniversiteye girmek değildir arkadaşlar. bunu size aşılayan kişi, siz üniversiteye girdiğinizde adınız üzerinden reklam yapacaktır. gerisi umrunda bile değildir.

    eğer sevdiğiniz bölümü okuyorsanız üniversite muhteşem bir yerdir. hocalarınız konularında uzman olmayabilir, ama elbet bir şeyler biliyorlar. onları kullanın, makaleler yazın kimseye göndermeyecek olsanız bile. araştırma projelerine katılın. üzerinde çalışmaktan keyif aldığınız konuda bir şeyler yapmaktan çekinmeyin. üniversite eğitimi ancak o zaman işe yarayacak. siz dersi verip, bir an önce mezun olmak gayesinde olursanız, okuldaki her şikayete 'bir an önce mezun olup da gideyim' gözüyle bakarsanız, sizden sonra gelenler de aynı gözle bakacak, dolayısıyla o okulda olan herkes aynı mantığı benimseyecek. hiç kimse hak aramayacak, şikayet etmeyecek; arada çıkan zıpçıktılar da dalga geçilerek geçiştirilecek. hayatında bir şeyler yapmak isteyen insanlara da engel olacaksınız. tıpkı bana olduğunuz gibi.

    bu yazılanların hepsi, türkiye'nin en büyük üç ilinden ikisinde bulunan ve türkiye'nin en iyi 10 üniversitesi arasına girmiş iki üniversitenin en büyük fakültelerinde yaşanmıştır.
  7. bir kere alınan hocaların bir daha asla kontrol edilmemesi. adam/kadın, bir kere kapağı atarken kasmış kendini, ondan sonra resmen 'saldım çayıra, mevlam kayıra' mode on.
  8. aslinda birbirini besleyen sorunlar olsa da halkanin bir yerinden anlatarak baslayacagim.

    egitimci olmaya uygun nitelikleri olmayan kisilerin egitimci olmalari. adam kayirma, es dost torpili kisimlarini bile goz ardi etsek, egitimci olmak pek cok farkli ozelligi barindirmayi gerektiriyor. psikolojik olarak ozellikle bu nitelikleri uzerinde tasimayan insanlarin ogrencilerle bir araya gelmesi bence cok tehlikeli. taciz vs bunun en uc ornekleri. ama en basitinden yanlis kurulan iletisim sonraki yillarda yetisen insanlarin da farkli negatif ozelliklere sahip olmasina sebep oluyor. (yazar arkadaslarin bahsettigi ego sorunlari da buradan geliyor bence, kendilerine yapilan muameleyi siralari gelince onlar uyguluyorlar)

    egitim sisteminin sorgulamayi ogretmesi. her sey ezber. her sey test. nasil ogrenecekler soru sormayi? soru sormadan ilerleme olmasi mumkun mudur? soylenen her seyi dogru kabul eden nesiller yetisiyor.

    insanlarin ozelliklerine, yeteneklerine gore meslek yonlendirmesi yapilmamasi. bu biraz daha gelismis bir sistemi gerektiriyor, ama ideal duzende bunun olmasi gerektigine inaniyorum. herkes doktor, muhendis mi olmak zorunda? herkes testte mi basarili olmali? bu sisteme uyumlu insanlar sanslilar ve bu sayede basarili olarak adlandiriliyor, geri kalan herkes ise malesef basarisiz. oysa edebiyat, muzik, spor ve niceleri de kariyer elde edilebilecek alanlar ve iyi bir egitim altyapisi gerektiriyor.

    simdi bu son soyledigim sonra yanlis yoneticiler, yanlis egitimciler hatta en temelinden yetersiz ebeveynler olarak bize geri donuyor. bu zinciri bir yerden kirmak lazim ama kirabilecek yoneticileri yetirtiriyor muyuz, bu da baska bir icinden cikilmaz soru isareti.

    not: muhendisim, omrum boyunca da hem ailem sayesinde hem de sistem sayesinde 'basarili' olarak kodlandim. ama sistemin benim isime yariyor olmasi beni mutlu etmiyor.
  9. okuldan okula değişiklik gösteren sorunlardır. mezun olduğum okul yıllardır bürokrat yetiştirmesiyle ünlü 150 yıllık bir okul olan mülkiye. başka okullarda çok yaygın bir ego sorunu olsa bile bizim okulda daha azınlıkta kalan bir durumdu bence. ancak bir döneme 12-13 ders konulması ve hepsinin zorunlu olması, 3 seçmeli ders verip 2 tanesini seçmenin zorunlu olması, muhteşem ağır ders yükü gibi kendine has problemleri vardı.
    mülkiye'nin "gelenek" takıntısı vardır biraz. haliyle okul büyük bir değişim geçirdiği 1950'lerden beri az çok benzer bir mantıkla yürür. ağır ve çok sayıda ders, bölümle az-çok bağlantılı her konu için ayrı bir ders vs.vardır. yani düzgün, kaliteli bürokrat yetiştirme "geleneği" çekirdek aynı kalmak üzere hala devam etmektedir.

    şu an yüksek lisans yaptığım okul ise amerikan üniversite sistemiyle ve amerika'nın piyasaya entegre olacak eleman amacıyla kurduğu "eğitim" sistemiyle yürüyen odtü. mülkiye'nin tam tersi şekilde, burada "sunum yaptırtmazsa ölecek" hastalığına tutulmuş öğretmeninden öğrencisine. 2-3 zorunlu ders haricinde diğer tüm derslerin seçmeli olması, öğrencilerin sürekli etkileşimli ve katılmcı bir şekilde derslerde yer alması gibi sorunları var.

    gerçekten de kağıt üzerinde öğrencilerin sunum yaptığı, yıllardır herkesin diline pelesenk olan slayt makinelerinin kullanılması, hocanın öğrenci karşısında daha edilgen olduğu bir sistem daha iyiyimiş gibi gözükmekle birlikte bana kalırsa ortada büyük bir entegrasyon sorunu yatıyor. odtü, bilkent, koç vs. gibi çoğu özel ve piyasaya kaliteli eleman süren üniversitelerin eğitimi seçmeli dersler, sunumlar, tartışma oturumları şeklinde yürürken, eğitimi daha gelenekçi çizgide olan siyasal gibi okullarda (ya da belki devlet üniversitelerinin çoğunda) öğretim klasik, hocanın anlattığı, öğrencinin dinlediği, soru sorduğu bir tarzda yürüyor.

    ilkokuldan beri alışık olduğumuz bu "hantal" devlet öğretimi tarzıyla haliyle üniversitede karşılaşınca çok büyük şaşkınlıklarla öğrencilerin karşılaşmayacağını az çok tahmin edebiliriz. ancak tam aksine, ilk -ve belki de asıl- amacı piyasaya eleman yetiştirmek olan okullarda bahsettiğim entegrasyon sorunu ortaya çıkıyor. ilkokulda, lisede kendisinin varlığı yokluğu bilinmeyen, klişe deyimle "duvardaki bir başka tuğla" olan öğrenciler, bir anda sunumlarla, tartışmalarla karşılaşıyor. yani yıllardır sınıfta konuştuğu için dayak yiyen çocuğun artık sınıfta konuşması isteniyor. ülkenin en temel sorunlarından biri olan "müslüman" siyasal hareketinin en sevdiği laflardan biri olan yanlış batılılaşma (artık doğru batılılaşma ne demekse) eğitimimizin de büyük bir bölümünü etkisi altına alıyor haliyle. türkiye'de zaten her şey (havalı isim söylemezsem üzülürüm) baudrillard'ı bile şaşırtacak kadar simülasyon bana kalırsa ya.

    yazdıklarımda yeni solcu gibi çok sayıda piyasa ve amerika dediğimi fark ettim. elbette yaşadığımız her şeyin nedenini bu iki konuya bağlamak kişiyi hem rahatlatıp hem bir şeyler üzerine düşünme derdinden kurtarsa da basitçe sorunların sorumlusu piyasadır, batılı eğitim sistemidir demiyorum. amma velakin piyasa denilen nanenin de öyle çok geri plana bırakılması doğru değil.

    son olarak değinmek istediğim şey şu "sistem" takıntısı. kötü sistem, ezberci sistem, baskıcı sistem, allahçı sistem vs gibi yüzlerce sistemle bir şekilde savaşıyoruz eğitim hayatı boyunca. ancak sistem dediğimiz kavramın yürüyebilmesi için üzerinde hareket ettiği bir insan topluluğuna ihtiyacı olduğu belli. o halde doğrudan sistemi aşağılamak yerine insanlara da dönmemiz gerekiyor. sistem varlığımıza öncül bir şeymiş gibi düşünmek yani sistem ve sonrasında gelen insan sonucunda ulaşmak bana kalırsa zararlı bir şey. mücadele edilen bir sistemin varlığının olması mı yoksa kötü bir sistem yerine iyiyi tercih etmek mi? çoğu kişi tarafından eski kafalı, kötü, ezberci sistem olarak tanımlanan gelenekçi devlet okullarından kopup iyi sistem kabul edilen piyasaya entegre okulları tercih etmek sadece ehvenişer bir seçim yapmak anlamına geliyor. belki de asıl sorunumuz daha iyi bir sistem için sürekli "sorun" arayan bizlerizdir.
  10. üniversitede yapılanın "eğitim"den çok "öğrenim" olduğu kanısında olan biri olarak en büyük problemimizin eleştirel düşünememek olduğunu savunuyorum.

    edit piaf: "yüksek eğitim" diye bir durum yoktur; "yüksek öğrenim", "yüksek öğretim" olabilir ancak. şurada üniversitenin ne olabileceği anlatılmış.