• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.93)
Yazar oğuz atay
tutunamayanlar - oğuz atay
'tutunamayanlar', türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. berna moran, oğuz atay'ın bu ilk romanını "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak niteler. moran'a göre "oğuz atay'ın mizah gücü ve duyarlılığı ve kullandığı teknik incelikler, tutunamayanlar'ı büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır." küçük burjuva dünyasını ve değerlerini zekice alaya alan atay, "saldırısı tutunanların anlamayacağı, rededeceği türden bir romanla yapar." (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. "seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim seni tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak bir küçük ot bile çizmiş olmadığım halde ve daha çok kitaplardan kopya yapmakla yetindiğim halde ve insan resimlerini fotoğraflardan kareyle büyütmeyi kolayıma geldiği için tercih ettiğim halde seni tanıdıktan sonra gözleri yeni açılmış bir küçük hayvan gibi çevreyi şaşkın ve hayran bakışlarla insanı ve insan olmayanı ayırmadan incelemeye başladım ve kalemi iğne uçlu mürekkepli kalemi ve resim kağıdını alarak kırlara açıldım ve eskiden kurşunkalemle çalıştığım zamanlardan yani tarihten önce çizgilerimdeki kararsızlık yüzünden kağıdı sonsuz çizgilerle silip tekrar çizdiğim çizgilerle silgi izleriyle kararttığım halde doğrudan doğruya çini mürekkeple çalışmaya başladım hiç silmeden seçtiğim ağaçları evleri gökyüzünü yolları otları hele bu kadar ilgi çekici olduklarını ve büyük bir sevgiyle çizilebileceğini düşünmediğim otları ve toprağı yeni bir gözle daha doğrusu ilk defa çizebileceğimi hissettiğim bir gözle görmeye başladım ve ilk anda ışık ve gölge meselelerini hallettiğim söylenemezse de duyuş bakımından ve her şeyi sanki onların arasındaki gizli ilişkiyi sezmişçesine sürekli bağlantılarla yerleştirme bakımından kağıda geçirmeyi becerdiğim söylenebilirdi ve bunu sevginin bana kazandırdığı üçüncü göz olarak adlandırdığımı ifade ettiğim ..."
    (bölüm 3-15)
  2. "konusu ne bu kitabın?" diye soran insanlara hiç bir zaman cevap veremediğim tek kitaptır tutunamayanlar.
  3. okunması çok zor kitaplardandır, uzun betimlemeler, uzun monologlar zaman zaman sıkıcı etkiler yaratabilir, selim karakterinin uzun şarkıları ve açıklamaları bölümünü geçebilirseniz bitirebilirsiniz çünkü sonrası çok daha sürükleyici. kolay vazgeçenlerden olmayın, bitirin kitabı...
    sonra kanka, kanki, arki gibi ne olduğu belirsiz tanımlamalar yerine gerçek arkadaşlarınız için "canım selim" dersiniz ve haketmediğinizi düşündüğünüz herşeyde "bat dünya bat".
  4. benim için koca kitabın özeti tek cümledir: boşluk. suya düşen bir damla misali insanın ruhunda oluşan bir boşluk ve bunun büyüyerek tüm ruha yayılması. kitabın insanı asıl vuran tarafı baş karakterlerinin bizim gibi insanlar olması. o boşluğun farkına varmamızı sağlaması.
  5. özellikle uğraşılsa bu kadar ele ayağa düşürülemezdi: kitaptan devşirme espriler, olric muhabbeti vs. güzelim kitabı yarı entel ergen manifestosuna çevirdiler, okuyan da okudum diyor okumayan da. soruyorum mesela oğuz atay "ne yapmalı " başlıklı bölümde çok iyi bilinmesi gereken filozof ve edebiyatçılar olarak hangi dört isimden bahsediyor diye, hiçbirini bilemeyenler veya bön bön bakanlar oluyor. böyle olmamalı diyorum kendi kendime.

    hiç kitaplarla alakası olmayan birisiyken felsefe öğretmenime aşık olup edebiyat bölümünü kazandıktan sonra (felsefe seçersem aşık olduğum anlaşılır diye edebiyat seçtim) birisi fakültede, sohbet arasında kitaptan "bütün felsefe tarihini bilmeme rağmen manavın beni kazıklamasına engel olamıyorum" diye bir alıntı yapmıştı. merak edip hemen yazarı kitabını sormuştum. aradan birkaç ay geçtikten sonra bu alıntı ile kitabın yayınevi aklımda kalmıştı sadece, yazarı ve kitabın adını hatırlayamamıştım. internette yayınevinin yazar listesinden arayıp bulup öyle okumuştum. hayatımda okuduğum iki ya da üçüncü kitaptı. kitabın başından itibaren bahsedilenlerin gerçek mi kurmaca mı olduğunu ayırt edemeden ve bundan fazlaca keyif alarak okumuştum. kitabı okurken sanki bütün çıkarcı, samimiyetsiz insanları karşıma almışım da onlara bu iğrençliklerini haykırıyormuşum gibi hissediyordum. bunlar olurken ben edebiyat birinci sınıfı henüz bitirmiştim ve yaz tatilinde babamın sanayideki dükkanında kendi öz babam tarafından sömürülüyordum(yaklaşık üç senedir görüşmüyoruz). tarih vermek gerekirse de bundan yaklaşık on sene öncesinden bahsediyorum. sonrasında okul başlayınca herkese kitaptan bahsediyorum falan derken meğersem kitap edebiyatımızın en iyi birkaç romanından birisiymiş. ama yine de bu kadar popüler değildi. zaten taşrada üniversite okuduğum için pek kimsenin de ilgisini çekmiyordu, çok samimi olduğum bir arkadaşım dışında. böyle olunca kitabı yücelttim de yücelttim. bu kitabı seven bir kadınla ben ömür boyu yaşarım falan diyordum. o zamanlar bulamadım, sonra herkesin diline düşmeye başlayınca da zaten "tutunamayanlar" yavaş yavaş kayboldu ve "tutunamayancılar" türemeye başladı.

    oğuz atay kişisel tarihimin ihtilal döneminde (bkz: baskasıolarakkendisi'nin edebiyat okursa evlatlıktan reddetmekle tehdit eden babasına başkaldırması ve kendisini tanıması) bana yol gösteren abimdir, hocamdır. değer olarak bir sıralama benim için zor olsa da kronolojik olarak felsefe hocamdan sonra gelir. sonrasında fakültedeki değerli bir hocamı da burada anmam gerekir.

    sonuç olarak, kendisini etrafımdaki neredeyse kimsenin tanımadığı bir dönemde onu hocam, abim gibi görecek kadar içselleştirebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. yani bu "tutunamayancı" tayfayı eleştirirken "bu kitabı en iyi ben okudum ben anladım" (ki sonradan bu yanılsamaya kitabı okuyan birçok kişinin düştüğünü gördüm) demiyorum tabi ama yanlış bir şeyler var, böyle olmamalıydı yani.

    bu arada yazının başında bahsettiğim dört kişi: franz kafka,friedrich nietzsche, soren kierkegaard, oswald spengler. kierkegaard ile kafka'yı büyük ölçüde okudum, diğerlerini de okuyacağım hocam. iş, güç, düzen derken ben de kaybettim kendimi, bir şey de başarabildiğimden değil ama kayboldum yani. ama yavaş yavaş toparlanıyorum hocam, fırsat bulursam almanca öğrenme hayalleri falan kuruyorum.
  6. "normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. olmayınca da 'anormal' dediler."
  7. "kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız."
  8. "ne istiyorlardı senden selim? belki sen çok şey istiyordun onlardan. verdiğinin hiç olmazsa küçük bir parçası kadar birşeyler istiyordun. sonunda kaçıyorlardı. hayır, sen kaçıyordun. hayır kaçmıyordun: insana ihtiyacın vardı. insanı arıyordun canım kardeşim. bunda utanacak ne vardı?"
  9. kitabı bitirmenin ardından bir kaç gün ah selim ah diye dolaşabilirsiniz. selimi okudukça selimle yoldaş kardeş olup çıkmıştım kitabın sonlarına doğru bu empatinin getirdiği duygusal yükümlülüğü sonuna kadar selimle birlikte ezile ezile yaşadım türk edebiyatına bir mühendisten muhteşem bir katkı bu eser
    medet
  10. !---- spoiler ----!
    ...
    bize öğretilen her söze kandık
    "yasaktır" "memnudur" dendi, inandık
    hep "girilmez" levhasına aldandık
    bu tutulan, yanlış yol gelir bize
    ...
    !---- spoiler ----!