-
- okudum
- okuyorum
- okumak istiyorum
-
youreads puanı (9.25)
cemal süreya, ilk kitabı üvercinka 1958'de çıktığında, 27 yaşında, ilk şiiri ("şarkısı beyaz") daha beş yıl önce yayımlanmış genç bir şairdi. bu kitapla çağcıl türk şiirinin en çok konuşulan, en çok tartışılan akımlarından ikinci yeni'nin öncülerinden biri olacağını ne kendisi ne de bir başkası bilebilirdi.lirik, erotik, ideolojik... sıcak, tılsımlı ve ölümsüz.türk şiirinin kavşak noktasında, tek başına ayakta duran bir kitap.(tanıtım bülteninden) (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)
-
üvercinka
böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
kesmemeye
laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil
aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
yatakta yatmayı bildiğin kadar
sayın tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
bütün kara parçaları için
afrika dahil
senin bir havan var beni asıl saran o
onunla daha bir değere biniyor soluk almak
sabahları acıktığı için haklı
gününü kazanıp kurtardı diye güzel
birçok çiçek adları gibi güzel
en tanınmış kırmızılarla açan
bütün kara parçalarında
afrika dahil
birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
bütün kara parçalarında
afrika dahil
burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
aklıma kadeh tutuşların geliyor
çiçek pasajında akşamüstleri
asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
bütün kara parçalarında
afrika hariç değil
''tamam. üvercinka anılması güvercinle karışık bir ad. bir kadın adı. barışa, aşka, dayatmaya dönük bir kavram: kitaba ad olarak seçmeme gelince bunun iki nedeni var. birisi belli: günümüz şiiri ve bu arada benim şiirim kelimeyi zorlayan bir şiir. o adla şiirimi özetlemiş ya da bir parça belirtmiş oluyorum. şiirimden ufak, ama anlamlı bir kesit vermiş oluyorum galiba. işin ikinci nedeni son derece özel, salt günlük yaşama ilişkin bir şey.''
1954 yılının kasım ayında eskişehir vergi dairesi'nde stajyer olarak göreve başlar cemal süreya. liseden sonra boş kalmamak için eskişehir vergi dairesi'nde çalışan, üvercinka adını verdiği bir kıza aşık olur. müfettişlik sınavına hazırlandığı dönemde, 3 ağustos 1955 yılında, seniha'dan kızı ayşe dünyaya gelir. hatta üvercinka, kızının doğumunu karşıladığı anda hastanenin kapısında bekler cemal süreya'yı. üvercinka, o dönemde ayrılmak istediğini bildiren bir mektup verir cemal süreya'ya. ertesi yıl da istanbul'da üniversiteye başlar. yine de ilişkileri tamamen bitmez. zaman zaman istanbul'da görüşürler. cemal süreya, matematik biliminde akademik kariyer yapan üvercinka'nın evlenip, eşiyle birlikte anadolu'ya gitmesinden çok sonra bile, onun izini sürmekten kendini alamaz. cemal süreya'nın yaşamı boyunca, üvercinka'nın kim olduğu gizini korur okur açısından.
cemal süreyya nın soyadındaki “y” harfinin yok oluşunun da üvercinka ile bir ilgisi olduğu söylenir.
“elma” şiirinde, adındaki “y” harflerinden birini attığını ilan eder. nedeni, kendi anlatımına göre, arkadaşıyla bir telefon numarası üzerine girdiği iddiayı kaybetmesidir. söz konusu telefon numarası, üvercinka’nın…
cemal süreya, “o zaman çok güvenirdim belleğime. telefon numaralarını falan kaydetmezdim. belki de kaydetmediğim için kalırdı. ona dedim ki, eğer bu böyleyse, ismimden bir harf atarım dedim. kaybedince, ismimde harf aradım, iki tane olandan birini atmak daha uygun geldi.” der.
bir başka versiyonu ise şöyle
cemal süreya ve sezai karakoç üniversitede sınıf arkadaşıdır ve sınıflarında 'muazzez akkaya' isminde bir de kız varmış. ikisi de bu kızı gizliden gizliye severlermiş. sınıfta gün boyu aynı kıza duydukları ilgiyi birbirlerine anlatırlarmış. hatta muazzez'e yazdıkları şiirleri birbirlerine okurlarmış. sonra bu aşk, zamanla kızışmış ve birbirlerine 'ben elde ederim, sen edersin' derken 'kim elde edecek?' diye iddiaya tutuşmuşlar. kaybeden büyük bir bedel ödeyecek demişler. ve bu bedel ömrü boyunca üzerinde kalacak. bedene fiziksel bir zarar olmayacak diye de karar kılmışlar. ve sonunda adını değiştirmeye gelmiş olay.
cemal sürey(y)a kazanırsa ;sezai karakoç'un soyadı 'karkoç' olacak.
sezai karakoç kazanırsa ; cemal süreyya'nın soyadı 'süreya' olacak.
tahmin ettiğiniz gibi kızı sezai karakoç elde eder ve onunla çıkmaya başlar. cemal süreyya da gidip tek 'y' harfini attırır soyadından... işte süreyya'dan süreya'ya geçiş dönemi böyle olmuştur.
peki sonrasında ne oldu?
muazzez akkaya sezai karakoç'un kendisi ile bir iddia sonucu çıktığını öğrenir. biraz da sorunları olan muazzez bunu kaldıramaz ve okulu bırakıp ve memleketi olan geyve'ye gider. sezai karakoç bu duruma çok üzülür ve muazzez akkaya'ya ithafen mona rosa'yı yazar. şair karakoç,1950 yılında mülkiye'de öğrenci iken yazmıştır ancak 2002 yılına kadar yayımlanmamıştır.
bu şiiri cemal süreya' ya yazdırtan kadın cemal süreya'ya neler hissettirmiştir kim bilir.
ve sen afrika kadar güzelsin süreya.
not: yukarıda yazdıklarımın bir kısmı ordan burdan araştırılarak buraya eklenmiştir -
"laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil"
bazen sırf burada yazılanları hissedebilmek için biniyorum bu tramvaya. genelde şiirler sonlara doğru vuruyor olur esas darbesini. burada daha en başından başlıyor sarsmaya. kim bilir nasıl tutamıyordu hislerini, nasıl da can atıyordu dışarı vurabilmek, sözlere dökebilmek için.
ilginçtir, beş senedir istanbulda yaşıyor olmama rağmen mecbur kalmadıkça gitmem buralara. muhtemelen turist semti olarak gördüğüm için. ama en sevdiğim şeylerden biri de bu tramvayla yolculuk etmek. eski istanbul'un nasıl bir şeye benzediğini hayal etmek. her şey bir anda anlamını değiştiriyor, büyülü bir hal almaya başlıyor.
sokakların dağınıklığını düşünüyorum, şehrin sıradanlığını, süslenmemiş karanlık sokak aralarını, soğuk kokan sisli gri gökyüzünü. elinde şarap şişesiyle yamuk yumuk yürüyen eski şairlerimizi düşünüyorum. kimi düşünüyorlar eve dönüş yolunda? kaç kişinin aşığı oldular bu zamana kadar? bu gece eve kendisiyle gelmeye ikna edemedikleri kadın nasıl biriydi? sabah kiminle çay içip, kimden sigara istediler?
sonra yüzümde hüzünlü bir gülümseme beliriyor ister istemez.
süreya benim içimde zar zor tutabildiğim üç kuruşluk romantizmin hala hayatta kalabilmesinin tek sebebi. yoksa hayatım nasıl çekilmez olurdu kim bilir, iyi ki var..