• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.00)
Yazar w. g. sebald
vertigo - w. g. sebald
“bu gümbürtüden, arkamızdan gelecek hayat oluşuyordu şu anda ve arkamızdan gelen bu hayat bizi yavaş yavaş yok edecekti, tıpkı bizim, bizden çok önce var olanı yavaş yavaş yok ettiğimiz gibi.”

korkunun, bunaltının ve ruh daralmasının insanda yarattığı hislerin izini süren dört öykü anlatıyor sebald bize vertigo’da. birbirinden bağımsız da okunabilen, fakat sanatsal olarak iç içe örülmüş esrarlı öyküler bunlar: stendhal’i, kafka’yı ve bizzat sebald’i kıskıvrak yakalayan yoğun bir içsel yaşantıdan, melankolik bir duygu durumundan bahsediyorlar. gerçekliğe dair algı bir kez bozulup da denge kaybolunca, hatırda kalanlar ile aslında olanlar arasında açılan o tehditkâr yarıkta anlatıcının kapıldığı baş dönmesini okurun bilincine taşıyorlar.


  1. siz de benim gibi vertigo denen illetten muzdaripseniz çok iyi bilirsiniz, bu hastalığın en kötü yanı size hissettirdiği çaresizliktir. dışarıdan bakan biri için basit bir baş dönmesi gibi gözüken bu durum sizin için öyle bir hale gelir ki bazen yatağınızdan kalkamazsınız, yürüyemezsiniz, düşünemezsiniz… böyle bir sıkışma ve bunaltıyı yaşamayan bilemez.

    w. g. sebald’ın, can yayınları’ndan çıkan “vertigo” adlı kitabını elime aldığımda aklıma ister istemez yaşadığım baş dönmeleri ve onların yarattığı –yukarıda da sözünü ettiğim- çaresizlik hissi geldi. kitabı okuyunca da gördüm ki yazar tam olarak bu bunaltının, ruh daralmasının, korkunun insanda yarattığı hislerin izini sürüyor.

    birbiriyle tematik olarak bağlı dört öyküden oluşan kitap bir roman bütünlüğü de barındırıyor; öykülerin her biri stendhal’i, kafka’yı ve bizzat sebald’i kıskıvrak yakalayan yoğun bir içsel yaşantıdan, melankolik bir duygu durumundan bahsediyor.

    öykülerden ilkinde marie henri beyle ya da edebiyat dünyasında bilinen adıyla stendhal’i görüyoruz. napolyon’un 1800 yılında alpler’i aştığı sefere katılan beyle, henüz 17 yaşındadır. öyküde, bu olaydan yıllar sonra, yazar 53 yaşındayken yaptığı bir italya gezisi sırasında bu gençlik günlerini hatırlamak için yazdığı notlar anlatıcı tarafından aktarılıyor. hatırlamanın zorluklarının gözler önüne serildiği bu öyküde, hatıralarını yazan stendhal ile gençliği arasında hafıza yoluyla ilişki kuruluyor.

    ikinci bölümde, anlatıcı aynı zamanda olayları yaşayan kişiye dönüşüyor. bu kez tarih 1980, mekan ise viyana… kitabın en uzun kısmı olan bu hikayede, amaçsızca viyana’nın karanlık sokaklarında dolaşan anlatıcının kimliğini son bölümde öğreniyoruz; landeck’li tarihçi jakob philipp fallmerayer. anlatıcının gezdiği, gördüğü yerlerde tarih bilgisine dayalı çağrışımlar bazen öyle bir hale gelir ki sanrılar görmeye başlar, önünde yürüyen bir adamı dante ya da parkta yatan bir adamı bavyera kralı ludwig ile karıştırır.

    tarihin 1913’e kaydığı üçüncü bölümde, anlatı ise yeniden üçüncü kişinin bakış açısına döner. dr. k isimli kişi garda gölü kıyısındaki riva şehrinde bir seyahate çıkar. bu seyahatte yazar, franz kafka’nın yolculuk anılarına gönderme yapar.

    son bölümde anlatıcının çocukluk evine varırız, tarih ise 1987’dir. geçmişin karanlık anılarıyla otuz yıl sonra ilk kez ziyaret ettiği köyünde geçirdiği günler birbirine karışan anlatıcı bu bölümde özeleştirisel ve kişisel bölümlere yer verir. anlatıcının düş kırıklıklarına şahit oluruz. bir zamanlar kendisi için çok büyük anlam taşıdığını düşündüğü şeylerin şu an hiçbir şey ifade etmemesinin düş kırıklıklarıdır bunlar.

    daha önce austerlitz, satürn halkaları, göçmenler gibi kitaplarıyla tanıdığımız w.g. sebald’ın vertigo’sunu hulki demirel dilimize çevirdi. sebald, los angeles times book ödülü, berlin edebiyat ödülü, heinrich böll ödülü, mörike ödülü ve heine ödülü gibi pek çok ödülün de sahibi. 2001 yılında, henüz 57 yaşındayken, araba kullanırken kalp krizi geçirip ölen sebald, akademisyen olmasının getirdiği öğrenme merakıyla yazılarını sürdürürken, belki de en verimli çağında yaşama veda etti.

    sebald’ın edebiyatının “kurgusal hakikat” diye tanımlandığına şahit oluruz pek çok yerde ve bu birçok bakımdan doğrudur da… yazarın borges, kafka, nabokov, bernhard, proust ile aynı soydan geldiği söylenir. fakat yöntem olarak bu yazarlardan farklıdır. sebald, anlatmak istediğini alışılmadık bir kurmaca tekniği ve etkileyici bir dille açığa çıkarıyor, farklı türleri olağanüstü bir ustalıkla buluşturabiliyor. ayrıntıları ve duyguları tasvir edişindeki gerçeklik duygusu öyle yoğun ki olup biteni en derinde hissettiğine ikna oluyorsunuz. kitaptaki kahramanların iradesini ya da zaaflarını sorgularken insanın karanlık yanını gösteriyor okuyuculara. kendinizi ister istemez derin bir melankoli içinde buluyorsunuz; ümitsizlikleri, pişmanlıkları, kayıp hayalleri, yaşamın sınırlılığını duyuyorsunuz giderek.

    vertigo’da görünüşte birbirinden bağımsız olan hikayelerin içine girdikçe bağlantıların varlığını seziyorsunuz, fakat yazar bunun açıklamasını doğrudan yapmaktan kaçınıyor. vertigo bir bakıma, tarihsel ve kişisel hafıza yoluyla insanın varoluşuna doğru çıkılan bir yol hikayesi… her öyküde fotoğraf ve resimler yer alıyor, anlatılanlara belgesel bir hava katıyor. bir yandan da görülenle hatırlanan arasındaki farkları ya da benzerlikleri ortaya çıkaran, belleğin yetersizliğini görmemizi sağlayan malzemeler.

    sebald da, etkilendiğini kendisinin de ifade ettiği kafka, walser, thomas bernhard gibi, bireyin bunaltısını anlatıyor. fakat bunu yaparken bu boğuntunun kaynaklarını da araştırıyor. bunu yaparken gerçeği muğlaklaştırmıyor, aksine güvendiğimiz gerçekleri sorguluyor. sebald’ın edebiyatı, hatıralarla gerçekte olanlar arasındaki boşluğu göstermeyi seviyor. aradaki uçurumu gördükçe okurun merakı daha da artıyor.

    “bu gümbürtüden, arkamızdan gelecek hayat oluşuyordu şu anda ve arkamızdan gelen bu hayat bizi yavaş yavaş yok edecekti, tıpkı bizim, bizden çok önce var olanı yavaş yavaş yok ettiğimiz gibi” diyen vertigo, etrafımızdaki gerçekler ile bizim gerçekliğimiz arasındaki çizgileri çıtırdatıyor. bir içsel yolculuğun içinde kendinizle karşılaşacaksınız!