• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (7.63)
vivre sa vie - jean-luc godard
henüz 22 yaşında olan nana, aktris olma hayalleriyle evliliğini ve çocuğunu bırakır. fakat güzel nana için işler hiç de yolunda gitmez. bu başladığı yeni hayatında kendini bir and sokaklarda fahişelik yaparken bulur. nana'nın hayatını 12 evreye bölerek anlatan ve her bölümde belirlediği temalar üzerinden giden godard, bazı hikayelerle yer yer belgesel türüne de yaklaşmış. yönetmenin en ilgi çekici yapıtlarından biri.


  1. jean luc godard yönetmenliğinde 1962 yılında çekildi. fransız yapımıdır. başrollerini paylaştığı oyuncular ise anna karina, andres labarthe, sady rebbot.

    on iki tablodan yahut da bölüm diyebileceğimiz sahnelerden oluşuyor. film başlamadan evvel “her şeyini başkalarıyla paylaşsan da özünü hep kendine sakla” montaigne’nin sözüyle başlıyor. filmin de düsturunu en başında vermiş oluyor yönetmen. çekirdeği bu sözün anlamındadır çünkü.

    özellikle fotoğrafçılıkla ilgilenmek isteyenler ya da fotoğrafa ilgisi olan bu konu üzerinde kafa yoranlara en başta önerebileceğim filmdir. bakış açısı ve düşünce açısını biçimlendirmekle kalmıyor ufuk açısı görme biçimleri de sunuyor. bu bakımdan izlenilebilecek iyi görsel kaynağını sunuyor vivre sa vie.

    bölümlere/tablolara geçiş yapmadan evvel bölüm/tablo sayısını ve tablo içerisinde geçen sahnelerin adı yazılır.

    1. tablo
    bir kafe – nana paul’den ayrılmak ister – tilt masası

    yüzleri görünmez. kamera daima karakterlerinin arkasındadır. diyaloglarından çok kamera biçimlerine odaklanıldığında 1960 dönemi için bir yenilik olduğunu söyleyebilirim. iki insan birbiri ile diyalog kurduğunda kamera daima gözleri netler. gözler ve yüz kamera içinde olur. ancak bu tabloda sadece sırtlarını görebiliyoruz. daha derinlemesine analiz yapılabilir ancak bunun için ayrı bir okuma gerekli. her tablonun özünü yansıttığı bir repliği vardır.

    “ama konuştukça kelimeler anlamlarını yitiriyor.”

    2. tablo
    kaset dükkanı – 2000 frank – nana hayatını yaşıyor

    tabloya baktığımızda en ilgi çekici kısım kaset dükkanında arkadaşının anlattığı hikâyedir. filme başlamadan evvel bir sergi salonuna girdiğinizi ve her farklı bir odanın duvarında kocaman bir tablonun asılı olduğunu düşünün. tıpkı sergi gezmek gibi sizleri de her odada başka bir tablonun bulunduğu bir alanda gezdiriyor. bu odada ise kadının anlattığı hikâye ile tablonun çerçevesini ortaya çıkarıyor.

    3. tablo
    kapıcı – paul – jeanne d’arc’in tutkusu – gazeteci

    nana’nın gittiği bir sinema salonunda izlediği film çarpıcıdır. bir idam mahkumuyla yapılan diyalogun özellikle sahnede olması ve diyalog bitene kadar yer alması hayatın bir başka boyutunu sorgulatmaya iteliyor. tıpkı nana’nin istediği hayata ulaşabilmek için kişisel yolculuğunda takıldığı taşlar gibi, bu tabloda da akla ve vicdana takılan taşlar var. bu taşlarla yola devam edilebilir mi yoksa ayağa takılmaması için yolun kenarına mı çekilmeli taşlar? pek çok soru sıralanabilir aslında.

    4. tablo
    polis – nana sorgulanıyor

    yaşanılan bir olay sonrasında karakola getirilir. sorgulanır ve sonrasında kameraya bakıp şu sözü söyler. “sanki başka biriyim.”

    5. tablo
    bulvarlar – ilk adam – oda

    nana için hayat artık başlamıştır. sorgu sonrasında söylediği replik hayatın başlangıç safhasıdır aslında. başka biri olarak devam ettiği hayatında ne kadar mutludur ya da mutlu olacak mıdır?

    6. tablo
    yvette ile karşılaşma – banliyöde bir kafe – raoul sokak’ta patlayan silahlar

    filmin akışını hızlandırmak ve yavaş bir giriş yapan kurguya hareket katmak için, çekilmiş/yapılmış bir tablo. izleyicinin salondan çıkmaması için ya da filmi yarıda kesmeme için aslında bir çağrı olarak duruyor. nana sahnelerin odağında evet ama yeni olaylar da var diyor sanki. fransa’da yaşanılan olay sadece nana’nın hayatı değil nana’dan bağımsız olarak -tabii ki nana ve diğer insanların düşüncelerini, yaşama bakış biçimlerini etkileyen olayları da es geçmemek gerekir- fransa’da siyasi çatışmalar da, silahlı olaylar da yaşanıyor durumunu belirginleştirir. nana’nin hayat ile ilgili söyledikleri de bu tablonun özüdür.

    7. tablo
    mektup – yine raoul – şanzelize

    oyuncu olma hayallerini gerçekleştirmek için çabası devam eder. mektup yazar ve arkadaşıyla karşılaşır. arkadaşının teklifi üzerine başladığı hayatta başka bir yöne yönelir.

    8. tablo
    akşamüstleri – para – düşüş – zevk – oteller

    sahne isimlerinden de anlaşılacağı gibi olayların seyri hakkında fikir vermekte. istediği hayatı yaşamakla birlikte dilediği paraya kavuşmuş. bu arada olayın akışından ziyade yine karelerin görme biçimleri üzerinde güzel kapılar aralamakta. standardın dışında ve ezberlenmiş çekim kurallarını yıkmakta. cesaretle birlikte deneyin gücünü veriyor. kuralları çiğnemekten çekinmeyin, deneyin. kendi fotoğrafınızı, tablonuzu, filminizi çekmek için.

    9. tablo
    bir genç adam – luigi – nana mutluluğu sorguluyor

    sonlarına yaklaşıldıkça tabloları seyretme süresi de azalıyor ve hızlı bir geçiş yapılıyor. yeni bir kavşağa ulaşmıştır ve hangi yoldan devam edeceğini bilememekte.

    10. tablo
    sokaklar – bir adam – mutluluk eğlence değil

    istenilen hayat ile yaşanılan hayatın arasındaki derin çukurun gerçekliğine varmak üzere nana. izleyiciye de bu uçurumu vermekte. kıyısına kadar sürükleyip ardından atlayıp atlamayacağınız kararını sizlere bırakıyor.

    11. tablo
    place du chatelet – bir yabancı – kasıtsız filozof nana

    kötü hayat, insanı filozof yapar diye halkın söylediği bir lafı vardır. biraz da bunun klişeliğini görüyoruz. aslında farklı bir konuyla anlamlandırılabilirdi. şaşırtıcı ya da bu da olabilirlik ihtimallerini çoğaltacak türden. fransa’nın sokak yaşamını, yeraltı dünyasını, insanların giyiminden ve sahneye yansıyan hal ve hareketlerinden yola çıkılarak nasıl bir atmosfer içinde olduklarını kolaylıkla anlayabiliyorsunuz. toplumsal bir kırılma var ve bu kırılmanın bir parçası olan nana da kendi için bir kırılma anı yaşamakta. tablonun merkezinde sözcükler üzerine söylediği sözleri vardır.

    12. tablo
    aynı genç adam – oval portre – raoul nana’yı takas ediyor

    aslında son tabloya gelmeden evvel kafamda farklı bir son kurgulamıştım. ve kafamda kurgulanmış son ile tamamen zıt. klişe bir son diyeceğim ancak belki de olması gereken buydu ve bu sondan hiç çekinmedi yönetmen. bu tabloda poe’nin bir kitabından okunan pasaj dikkati çekiyor. ve nana’nin son sözü.

    “neyi yanlış yaptım?”
  2. 1962 yapımı fransız yeni dalgasının öncülerinden godard'ın tarzını en iyi yansıtan bir baş yapıt.
    filmin muhteşem müzikleri kesilerek birden yerini sessizliğe bırakmasıyla ünlüdür.
    siyah-beyaz estetik, kaydırmalı çekimler, silah sesleriyle uyumlu sıçramalı kurgu.
    filmin vurucu müziğini michel legrand yapmış.
    anna karina'nın hüzünlü duruşuyla edgar allan poe'nun ''oval portre''sinin okunduğu bir sahne var ki.

    "bence yaptığımız her şeyden biz sorumluyuz, elimi kaldırıyorum ben sorumluyum, başımı çeviriyorum, mutsuzum ben sorumluyum, sigara içiyorum ben sorumluyum, gözlerimi kapatıyorum ben sorumluyum, sorumlu olduğumu unutuyorum ama öyleyim, kaçışı yok bunun, herşey güzel bence, sadece olayların ilginç yanlarını görmelisin, sonuçta her şey neyse odur, mesaj mesajdır, tabak tabaktır, adam adam, hayatsa yine hayat..."
  3. biçimsel açıdan sinemada postmodern durumun ilk örneklerinden sayılabilecek godard şaheseri. yeni dalga'nın "yeni" olmasını sağlayan tüm biçime dayalı nitelikler bu filmde mevcuttur. yeni bir insan, yeni bir hayat ve yeni bir hakikat algısının doğuşuna tanıklık etmek oldukça heyecan vericidir.