1. üniversite 2. sınıftım sanırım o zaman. ben beyazıtta okuyorum o zamanki sevgilim kocaelinde. araya mesafe giriyor özleşiyoruz sürekli. bir gün o geldi kocaelinden bende çıktım okuldan hareme gittim onu karşılamaya. karşıladım maltepeye geçmek için otobüse bindik. sanırım sınav dönemi bitmişti o yüzden uzun süre görüşememiştik, dolayısıyla gerçekten özlemiştik birbirimizi.

    neyse otobüste ayaktayız demirlere tutunuyoruz ben sürekli öpüyorum kokluyorum. o kapının kenarındaki demiri tutuyor bende onun demirdeki ellerini tutuyorum okşuyorum. bi 20 saniye sonra farkettimki bizim kız demiri daha aşşağıdan tutuyormuş. bende onun eli diye 20 saniye boyunca 60 yaşlarındaki bir dedenin elini okşamışım. 20. saniyenin sonunda dedeyle göz göze geldik. şok oldum napacağımı bilemedim dedenin yüzüne ve onun elinin üstündeki elime baktım. ani bir hamleyle ellerimi çektim. o kadar utanmıştımki ellerim bile kıpkırmızı oldu. dede hiç tepki vermedi o da ayrı bir düşündürdü beni.^:swh^
  2. dört kilo altı yüz gram (yaklaşık dört okka) doğan bir bebekmişim. annem beni doğururken birkaç defa bayılmış ve itme esnasında ölümle burun buruna gelmiş. kafa kafaya da olabilir.
    bugün hala bana anlatılan ve bende yer kabuğuna kaçma isteği uyandıran olay ise kordona dolanarak ve mosmor halde çıkan ben, daha vücudumun yarısı annemin rahmindeyken orada altıma yapmışım ve evet, adeta boklar içinde gelmişim bu dünyaya.

    daha doğuştan 'sıçmışım' yani.

    asıl bomba ise doktorun beni kaldırıp önce anneme, sonra yanındaki hemşireye tutarak "bu nedir?" demesidir...

    bir olay düşünün ki üzerinden çeyrek asır geçmiş ama bugün halen içim bir garip oluyor.
  3. ilkokulda müdür yardımcısının sinsi kızının yanıma gelip "bilmemne hoca nasıl biri sence?" diye sorması ve benim de acı gerçeğin farkında olmadan saf saf "nefret ediyorum, çok gıcık, aptal!" gibisinden hunharca saydırmam ve kızın " o benim babam." demesidir. tahminimce ispiyonlamıştı da sonra babasına. kim bilir kaç masum bebeyi daha böyle oyuna getirdi. öğrencilerin telefon kullanması yasakken bu sinsi mendebur telefonu boynuna asıp dolaşırdı bir de.
  4. sabahın erken saatlerinde üç saatlik davranışsal nörofizyoloji dersi için nadide fakültemizin yolunu tuttum, gittim, bir köşeye oturdum dersi dinliyorum. aralıksız işlenen iki saatten sonra bende kayış koptu, montumu başımın altına koyup bir güzel uyumuşum. sonra birisi dürtükledi uyandırdı beni yoklama kağıdını uzattı, imzayı attım kafamı kaldırdım, etrafa bakındım ve hayatımda ilk kez gördüğüm insanlarla karşılaştım. bizim dersimiz bitmiş, yeni bir grup girmiş içeriye ve ders yarılanmış, kimse beni uyandırmamış... hiç bozuntuya vermeden dersi dinlemeye devam ettim. kadın bir şeyler anlatıyor hiçbir şey anlamıyorum, bana bakınca kafamı sallıyorum anlıyormuş gibi yapıyorum. sonra göz göze geldiğimiz bir an "fetal kromozom anomalileriyle ilişkili hastalıklar nelerdir?" tarzı bir soru yöneltti, görmezden gelip gözlerimi kaçırdım, not alıyormuş gibi yaptım. yanıma kadar gelip iğneleyici bir şeyler söyledi, bir güzel ego tatmini yaptı benim üzerimden. dersle alakalı soru yağmuruna tuttu sonra beni, bir sessizlik oldu herkes bir cevap beklentisi ile bana doğru baktı. baskı altında konuşamayan bir insan olarak cevap da veremedim. süt dökmüş bir kedi gibi, evdeki antika vazoyu kırmış küçük bir çocuk gibi sıranın üzerine kazınmış motifleri incelemeye başladım. en son bir yere varamayacağını anlayan hoca başka kurbanlar aramak üzere yanımdan söylenerek ayrıldı. hikayenin sonu. biliyorum sözlük, ben anlatınca çarpıcı bir etki yaratmadı ama utandım...
  5. simetri hastalığı olan insan değilim, ama derli toplu bi adamım. geçtiğim yerlerde kafelerde birşeyleri düzelmekten yana sıkıntım yoktur masamı filan kendim silerim neyse;

    ergenliğin zirve dönemleri öss hazırlık zamanı ağır bir ağustos sıcağı otobüse bindim, şu eski model man otobüsler en arkada koltuk yerine boşluk bırakmışlar orada kendime pencereden esinti gelecek şekilde yer buldum yamandım.

    aynı sıcaktan muzdarip ve aynı pencereden faydalanmak isteyen benle akran bir kız da karşıma durdu, kızın üzerinde askılı body vardı ve omzundan görünen sütyen askısı spiral yapmıştı. ben de ağustos sıcağının bana verdiği yetkiye dayanarak gayri ihtiyari hareketle düzelttim.

    kızla göz göze geldik ben ne yaptığımı elimi çekince farkettim. tokata en çok yaklaştığım andı. sanıyorum kızarmamın etkisiyle o an kurtuldum.

    daha sonradan benzer badireyi yaşamış bir arkadaşla daha karşılaştım. az bilinen tehlikeli bir tarikatin üyeleri olduğumuza kanaat getirdik.
  6. kızılay eryaman otobüslerindeki bitmek bilmeyen yollara ankaralılar aşinadır...bir gece, öyle uzun bir yolculuğun sonunda, her zamanki gibi yolda bulanan midemin de etkisiyle sevgiliyi yine daralttım diye düşünüp...inince büfeden ekmek alırken kurduğum muhteşem! planımı uygulamaya koydum...beklemezdi öyle yanıbaşımda, emindim, koşar adım refüjde yetiştim, koluna girdim, kedi gibi sokuldum...üzerine bir de hafif müstehcen bir söz...plan tıkır tıkır işliyordu kafamda...koluna girdiğim amca kendini can havliyle yola, otobüslerin önüne atmayaydı...
    mesut
  7. geçenlerde ev arkadaşımın gay bir arkadaşı bize misafir oldu. 1 hafta 10 gün bizde kaldı. ev arkadaşlarımın da yoğun bir dönemi diye genelde ikimiz vakit geçirdik. konuşabileceğimiz ortak konu da yok pek fazla. o şunu izledin mi diyor 20 dakkalık resim videosu açıyor, heykel resimleri açıyor, şu şiiri dinlemelisin diyor şiir okuyor. oo iyiymiş abi diyorum samimiyetsizce. anlattığı bahsettiği hiç bir konu ilgimi çekmiyor. arkadaş çevresinde güldür güldür show'a gülen tek insanım neticede.

    bir gün yine işten geldim salonda oturuyor. dedim sen anlarsın film kültüründen bir film aç şenlenelim ama lütfen sanat sepet olmasın korku filmi öner dedim. açtı bir tane sağolsun. film başlar başlamaz beni aldı kaptırdım kendimi. arkadaşı dürtüp bak şu adamda bi ibnelik var, dur bakalım çıkar kokusu diyorum. ben sana demiştim bu herifte bi ibnelik olduğunu bak katil oymuş falan diyorum bastıra bastıra. neyse film bitti muabbet etmeye başladık. bi konuda zenci dedim, zenci değil siyahi diyip düzeltti. bu güne kadar hiç bir siyahinin kalbini zenci diyerek kırmadım dedim kendimi savundum. vay be güzel savundum kendimi derken jeton düştü. film izlerken ben sürekli ibne dedim özür dilerim farkında bile değildim ne desen haklısın dedim. yok yahu hiç takılmadım alışkınım ben de öyle diyorum zaten dedi.

    sağolsun ben kendimi soktum yerin dibine o çıkardı beni elleriyle.

    not : dedi naber dedim iyidir, dedi ee dedi, dedim ne dedim iyidir
  8. dikkat! mide bulandırıcı olabilir.

    ilkokul yılları. okulda 2. ya da 3. ders olması lazım. bir karın ağrısı bastırdı ki düşman başına. nasıl ettiysem felaket bozmuşum mideyi.

    tenefüs zili çaldı ve koştum müdür yardımcısının yanına. "öğretmenim çok karnım ağrıyo eve gidebilir miyim?" sorumun üzerine hocadan işi dolambaçlı yollara sokan türden cevaplar geldi ve "tamam öğretmenim gerek kalmadı" dedim.

    okuldaki tuvalete girmekten çok tiksiniyorum. haberim yok çok daha tiksinç şeyler yaşayacağımdan. iş başa düşmüştü. karın ağrımın iyice bokunu çıkarmasının verdiği gözü karalıkla atladım demirlerden ve başladım evin yolunu tutmaya.

    okul ile ev arası yaklaşık 1 km. dolmuşa binsen fayda etmiyor. dolmuşa binip de eve en yakın inebileceğim yer yine yaklaşık 1 km. yani evin sağ 1 km yanında okul, sol 1 km yanında dolmuştan inebileceğim yer var gibi düşünün.

    neyse başladım ben yürümeye ama sancının yanında promosyon gelen bir sıçma ihtiyacı geldi ki bunu düşmanım bile yaşamasın. her zamanki gibi eve kalan mesafe ile sıçma ihtiyacı seviyesi ters orantılı bir ilişki içinde. artık öyle bir hale geldi ki durum, kalçamdaki kasları var gücümle sıkıyorum, adımlarımı da mümkün olduğunca hızlı ve az sarsacak şekilde atıyorum. postacı yürüyüşü gibi.

    neyse şükür vardım apartmana. çilemin son bulmasına çok az kalmıştı. bastım apartmanın dışındaki zile tık yok. birdaha... i ıh. bir amca apartmandan çıkarken girebildim sonunda içeri. bindim asansöre bastım beşe. asansörün yukarı ivmelenmesiyle zaten normal şartlarda güç bela dengede tutabildiğim pislik, ani bir patlamayla salıverdi kendini dışarı. aktı bacaklarımdan paçalarıma doğru sıcak sıcak. durduramıyorum ama. yol açıldı ya bide...

    geldim beşinci kata evin kapısını yumrukluyorum kimse yok. kulağımı dayıyorum kapıya belki televizyon gürültüsünden duyamıyodur annem diye ama çıt yok. çare yok karşı komşunun kapıyı tıklattım. açtı amcam kapıyı. "annem nerde biliyo musunuz?" dememe kalmadan anladı tabi amcam durumu. "gel oğlum içerde bi banyo yap sen" dedi. utançtan yüzüm yanıyo. girdim içeri ve attım kendimi pantalonla birlikte küvete. çitiledim bi güzel çamaşırlarımı, temizlendim. bana beş beden büyük gelen pijamaları giydim ve çıktım banyodan. baktım ki koridordaki yolluğun da içine etmişim. amcam toplamış yolluğu ordan anladım.
    sonrası utana sıkıla kurabiye, kek, çay atıştırmak falan işte.

    annem gelip beni eve aldı. hayatımda birdaha hiç bir zaman eve geldiğim için bu kadar rahatlamış hissetmedim. o amcanın da bir hafta yüzüne bakamadım utancımdan.

    bu da böyle iğrenç bir anımdır.
  9. bir yaz günü erken uyanmışım hava pek güzel, açmışım camı pencereyi şarkı söylüyorum..
    üst kattaki komşunun 12 yaşındaki oğlu balkondan eğilmiş bağırıyor; "abla ya sabah sabah bağırma nolursun annem beni zorla uyandırdı zaten sesin de çok kötü.."
    evet küçücük çocuktan utandım:(
  10. arkadaşlarla burger'a gidicez tüm erkekler satmış bi ben gidiyorum kızların yanına allah kahretsinki çok utangacım onun etkisiylede olsa gerek kız elini uzattı bana selam vermeye ve ben kızın elini öptüm abi ya şimdi bile niye yaptım acaba diye düşünür dururum.
    adam