1. varoluşsal sıkıntılarımı döküyordum ortaya. çok da muhatap aramıyordum aslında. oysa her zaman bir muhatap aramaz mı insan? fark edilmek, duyulmak, dinlenmek, anlaşılmak istemez mi? muhtemelen öyle. belki de değil. sonra bir arkadaş duydu sesimi. kısacık ama öylesine nadide bir dertleşme oldu.

    son zamanlarda kendi kendime "anlaşılmak arzusundan kurtulmak en büyük özgürlüktür" deyip duruyorum. anlama arzusundan kurtulmak da sanırım öyle. ama bazen anlaşıldığını bilmek sağaltıyor ve sanırım şimdilik özgürlük yerine bu geçici, uçucu sağaltımı tercih ediyor ve o kısacık iletişimi şuraya bırakıyorum:

    cipres limon: her fikriyattan güzel ve iyi insanlar var etrafımda ama hiçbir şekilde bu ülkeye ait hissetmiyorum ne yazık ki kendimi. yabancısıyım bir sebepten. bu dünyada nereye yabancı değilim onu da bilmiyorum işin kötüsü.

    arkadaş: "bilemem insan nerenin yerlisidir" (of not being a jew - ismet özel)

    cipres limon: işte tam öyle bir şey. bilemem nerenin yerlisiyim?

    arkadaş: ibn arabi ruhumuz bu dünyaya ait olmadığı için bedene sıkışıp buhran yaşıyor diye anlatıyor. bilmem ki, dünya gurbeti mi bu?

    cipres limon: dünya gurbeti ne güzel lafmış böyle ve çok hüzünlü.

    arkadaş: hüznümüz bir sevgili cipres limon. yüreğine ferahlık dilerim.
  2. her birimizin kutsalları, dokunulmazları ve eleştirilemezleri var. zaten çoğunlukla eleştirmeyi bilmediğimiz gibi eleştiriye de pek açık olduğumuz söylenemez. daha çok birbirimizin açığını bulup, yargılamak ve mümkün olduğu zamanlarda da yerin dibine sokmak derdindeyiz. hayatımızı bunlar üstüne kurmuşuz nerdeyse. şüphe duymadan, sormadan, sorgulamadan, eleştirmeden ve gelebilecek her türlü "saldırı" ve "eleştiriye" karşı gardını almış bir halde yaşıyoruz. bu koşullarda gerçek ve samimi bir iletişim kurup, sağlıklı ilişkiler yaşayamadığımız ve yaşayamayacağımız da açık. ne acıklı ve ne yazık. bir hayatımız var ama heba ediyoruz o biricik hayatı da.
  3. bir türlü derdimi anlatamıyorum onun yerine düşünmemeye çalışarak aslında daha çok düşünmek, tırnaklarımı kanatana kadar yemek, derdimi küçümsemek gibi başarısız alternatif yollara başvuruyorum. o yüzden şimdi de anlatma yöntemini deneyeceğim, izninizle zehrimi kusuyorum.
    "her şey iyi olacak bir gün, biliyorum" gibi saçma bir umutla sürdürdüğüm yaşamım yaklaşık bir yıl önce son kalan umut tanelerini de yok ederek "daha kötü olamaz mı sanıyordun? al bakalım." dercesine canımı yakarak daha da kötüye gitmeyi başardı. yazmayı çok denedim, daha şiirsel yazdım kenara koydum, daha öfkeli yazdım onu da kenara koydum ama hiçbiri hissettiklerimi ifade edemedi, bu da edemeyecek ama artık dayanamadığım bir noktaya geldim. "senden daha kötü hayatlar yaşayan çok fazla insan var bencil ve şımarık olma" düşüncesi de yardımcı olmadı isyan etmek de olmadı. beni delirtmek üzere olan tüm olayların ortasında kendimi soyutlayarak odaklandığım saçma üniversite sınavı öncesi, bir hafta öncesi babamı kaybettim. bunu böyle yazmak çok zor ve fark ettim ki bu kelimeleri yan yana ikinci kullanmak zorunda kalışım. hep bundan kaçınmaya çalıştım ama belki de kabullenmenin ya da belki de atlatmanın tek yolu bu. üzerine söylenecek çok şey var. öncesiyle, sonrasıyla, o anıyla yazılacak sayfalarca şey var ama yazmak bir yana düşünmekten bile köşe bucak kaçıyorum. artık resmen hayalet gibi yaşıyorum ve kendimden sürekli bir şeyler kaybettiğimi hissediyorum. tek derdim, duam, çabam baş başa kaldığım, canımdan daha çok sevdiğim annemin mutlu olduğunu görmek. ama olmuyor, daha iyi olmasını dileyerek uyandığım her sabah daha kötü oluyor ve kendimi parçalasam da elimden hiçbir şey gelmiyor. acı veren çok şey var ama annemi mutlu edememek her şeyden çok acı verir oldu. delicesine debeleniyorum ve gücümü kaybediyorum, yalnızlaşıyorum, mutsuzlaşıyorum. ne yapacağımı bilmiyorum ve hiçbir şeyin iyiye gitmeyeceğinden oldukça emin olmaya başladım. her günü boğazımda bir yumruyla atlatmaya çalışır oldum ve bu yumruyla yaşamak çok zor. derdini anlatmayı sevmeyen biri olarak yazdığımdan da pişman olacağım biliyorum ama belki biraz hafiflerim.
  4. bugün musa anter'in, apê musa'nın aramızdan çekilip alındığı gün. tam 26 yıl geçmiş. dalyan'da tatilde idim ve kaldığımız otelin terasındaki televizyondan öğrenmiştim haberi. hiçbir ayrıntı hatırlamıyorum haberin verilişine dair. ama içimin yandığını hiç unutmuyorum. duygular ne olursa olsun unutulmuyor çünkü. aklım almamıştı. ve ailemle bile paylaşamadığımdan gidip en yakın dostumu aramıştım ağlayarak. telefonda uzun uzun ağlayıp uzun uzun susmuştuk. buraya başlığını açmamış olduğum için hayıflandım ve dertlendim.

    oğlu dicle anter yazmış bugün gazete duvar'da. en azından onu paylaşmalıyım. anısı önünde saygı ve sevgiyle eğiliyorum.

    Devletin Musa Anter davası için parası yok!
  5. "dert" sözcüğü kim için ne anlama geliyorsa gelsin. derde sahip olduğunu düşünen varsa buraya yazsın. ne olursa. içimizde halledebiliriz bence. hatta belki yazarken rakılarımızı koyarız. karşılıklı olmasak bile kadehlerin tokuşturulmasından gelen o bilindik sesi duyarız.
  6. zaten itiraf başlığını biraz fazla geniş çerçevede kullanmamız sebebiyle toplaşmayı düşündüğüm başlık. zira itiraf etmek ve dert paylaşmak birbirlerinden oldukça farklı kavram ve eylemler.
  7. uzunca bir süredir hastalıkla cebelleşiyorum. yanlış anlaşılmasın öldürücü değil (şimdilik) ama gerçekten süründürüyor. yakın çevremde de ciddi sağlık sorunları var. memleket desen kan gölü, patlayan bombalar, yitirilen ve artık yeniden kazanılması da çok zor görünen "birlikte yaşama arzusu", kaybedilen umutlar, derinleşen yaralar... (duyar kasmak dediğiniz bu mu?). dünyanın durumu da hiç parlak değil. bu tempoyla gidersek, ömer madra'ya göre öyle yüzlerce yıl değil 35 yılımız kalmış

    ben zaten hayatımın hiçbir döneminde "kendimi çok iyi hissediyorum" diyebilmiş biri olmadım (olamadım). çocukluğumun o muhteşem zamanlarında bile hep endişeli, melankolik, hüzünlü bir yanım vardı. hal böyleyken, zaten açılmış yaralar bile sağaltılmamışken ve yenileri açılırken, kendimi "harika" hissediyor olsaydım gerçekten şaşardım.

    içsel düşünce süreçlerimin önüne geçtiği ve sahte bir rahatlama hissi yarattığı için uzun süredir yazmıyordum. hele buraya yazmayı hiç düşünmemiştim. demek ki her şeyin bir ilki olurmuş. büyük lokma yiyip büyük söz söylememeliymiş.
  8. yine eskisi gibi olacağımız günü beklemekten yoruldum. sayende daha iyi biriyim, tamam. ama sen olmayınca iyi biri olmamın ne yararı var anlamıyorum. o kadar insanı kurtarıp bizi kurtaramamam beni ne kadar çok kırıp döküyor bilemezsin.
    seni sadece çok çok üzgün olduğumda ve zor durumda kaldığımda arıyorum. bu yüzden beni çok güçsüz, çok kırılgan sanıyorsun ama değilim. gerçekten değilim. artık çok yoruldum, iyi biri olmak istemiyorum, geri dönmeni istiyorum.
  9. iki saatten fazla zamandır oturuyorum şu an bu satırları yazdığım sandalyemde. buraya daha önce hangi dertten ötürü yazmışsam hala aynı dertten muzdaribim. halbuki ne yapmam gerekiyordu. elimdeki ticaret hukuku pratiğini çözüp, temize çekip, arkasından da ölmemek için can çekişen bir makaleye suni tenefüs baabında bir kaç sayfa eklemem gerekiyordu.
    seninle konuştuk. konuşulan havadan sudan her meselenin "bize" gelmesinden rahatsız olman konusunda konuştuk. yani yine "bizden" konuşmuş olduk. bence beraber olmayı beraber olmamaktan daha kolay beceriyorduk. bence. ama sence durum bunun tam tersi belli ki. hep şey diye düşünürdüm. "boşver. kız yaşıyor işte. kendini, artık sevilmediğine ve sen yokken her şeyinin daha güzel olduğuna inandır. kolay olan bu. kendini boşuna zorluyorsun."
    değilmiş. kolay olan bu değilmiş. sanki varmışsın gibi yapmakmış meğerse daha kolay olan. ya da yüz çevirip yok olduğun bir hayata bakmamak...
    gittikçe daha sessiz olacak her şey...ben...sen... sonra bir bakacağım ki zor olanı yapmış artık ben olmayan ben...
  10. inatla bana bakmıyorsun, yüzünü bana dönmüyorsun, gözlerini göremiyorum. inan çok zor.
    biliyorum ben de seni zorladım ama bu senin yaptığın ikimizi de zorluyor.
    kafanda bizim için yarattığın sınırlar var bunları aşamıyoruz. ne zaman bir şey söylesem bu bize göre değil diyorsun ama bize göre olanın ne olduğunu bilmiyorum. bu sınırlar, kurallar o kadar katı ki ben seni göremiyorum, duyamıyorum. kendini benden saklaman ne işimize yarıyor anlayamıyorum. ikimizin de iyiliği için diyorsun ama sanırım bu iki kişiden biri ben değilim çünkü iyilik böyle olmaz sevgilim.