1. insanların birbirleri üzerinden kurdukları duygusal bağları aslında sadece kendi benlikleri arasında kurduğunu görüp, başkalarına hissettiklerinin birer duygu illüzyonu olduğunu fark edince ayna gibi hissetmek, sana yöneltilen okların hiçbirinin aslında sana yöneltilmediğini anlamak, sana uzanan ellerin aslında kendisine uzandığını, sana sarılan kolların kendisinin bedenine sarmalandığını algılamak. ve bu farkındalığın kuyusundan aşağı zamanın sayamayacağı kadar sonsuz bir düşüş.
    jole
  2. bugün fazlasıyla canımın acımasına sebep olan bir olay yaşadım.

    arkadaşım kafede garson olarak çalışıyor ve bugün işi erken bırakacağı için bir şeyler yaparız diye yanına gittim. erken gittim ve kafede biraz oturup sigara içmeye başladım. ikinci katta otururken dışarıyı seyrediyordum ve gözüme bir şey takıldı. yaşlı sayılabilecek bir adam çöp konteynırından bir şeyler arıyordu, oturdum izledim bir süre. sonra arkadaşıma gösterdim, o da o adamın sürekli çöpten yiyecek filan aradığını ama hiçbir türlü arkadaşımın hazırlayıp adama götürdüğü sandviçi almadığını söyledi. o an nasıl hissettiğimi anlatamam. tekrardan deneyelim dedim, bu sefer ben gidersem ona göre yabancı biri olduğum için alabileceğini düşündüm. her neyse hazırlattırdı sandviçi. ve direkt alın demek istemediğimden kendini de kötü hissetmemesi adına bir şeyler söylemeyi düşüne durdum o hazırlanırken. neyse adam uzaklaşmadan elime kafenin bir çöpünü de alıp gittim konteynıra doğru. ben gidince adam çöpü bırakıp başka şeylerle oyalanıyormuş gibi yaptı. çöpü attım ve elimdeki diğer poşetle adamla biraz konuştum. bana çöpten eski makine,cihaz, tahta vs aldığını falan söyledi. geri dönüşüm üzerine biraz konuştuk filan derken adam gideceğini söyleyip selamlamak üzereyken poşeti adama uzatıp bunun onun hakkı olduğunu söyleyip ve gönül rahatlığıyla kabul etmesi için rica ettim o ana kadar düşündüğüm her şeyi unuttum. bir şey söylemesine fırsat vermeyip hiç ses etmeden eline bıraktım poşeti ve gittim hızlıca kafeye ikinci kata çıkıp adamı izlemeye koşturdum. baktığımda elinde poşetle gittiğini gördüm. içimdeki buruk mutluluk ve feci rahatsızlık hissiyle adamı üzmemiş olmak için dua ettim. umarım üzmemişimdir.
  3. hiç kendinizden fazla sevdiğiniz biri oldu mu?
    benim oldu.

    hiç umudunuz olmamasına rağmen yıllar yıllar geçse bile aklınıza geldiğinde "biz beraber çok iyi olurduk" diye düşündüğünüz biri oldu mu?
    benim oldu.

    hayatınızda hiç; son görüşmenizin üstünden yıllar geçmesine rağmen yüzünün her detayını hatırlayabilecek kadar unutulmaz olan biri oldu mu?
    benim oldu.

    yıllar sonra rüyanızda gördüğünüzde içinizin yanmasına, hayatınızın tepetaklak olmasına sebebiyet veren biri oldu mu?
    benim oldu.

    umarım sorduğum sorulara cevabınız "olmadı" olmuştur. çünkü olunca insanın canı çok yanıyor, yıllar geçse bile en ufak hatırada için için yanıyorsunuz.

    amirimden alıntılıyorum : "unutmak kelimesi undan çıkmış. bildiğimiz un yani, hamur işi, öyleymiş. unutmak için un ufak etmek gerekiyomuş. birini bütün olarak unutamazmışsın zaten, öyle pat diye unutamazmışsın. öyle yavaş yavaş gidermiş, yavaş yavaş unuturmuşsun. gözleri, kaşı, burnuyla kulağı, sesini yavaş yavaş. unuttuğun zaman da o kişi olmazmış. hatırlamazmışın. sonra unuttuğunu unuturmuşun. ben unutmak istiyom la. her gün ne zaman unutucam diye soruyom ben kendime, her sorduğum zaman da her şeyi yeniden hatırlıyorum ben, daha net! unutamıyom ben."
  4. şimdiye kadar arzuladığım, elde etmek için çok uğraştığım hemen herşeyi aslında istemediğimi farkettim ve gerçekte ne istediğimi bile bilmiyorum.

    ve bence bir çok insan aynı durumda. yani iyi bir okul, para, iyi giyinmek, düzenli seks hayatı, kültürlü görünmek, idealizm dolu ve başarılı bir hayat vs. toplum tarafından kabul görmüş ve bürünmemiz istenen imajlar.

    çoğu insan gibi ben de bunlar için uğraştım çünkü çoğu insan gibi sadece canım sıkılıyordu.canının sıkılması çok kötü çünkü insanın hayatında ne olursa olsun farketmez mutlaka bir şeyler olmalı. ve ben başta söz ettiklerimden başka bir şey bulamıyorum.

    düşüncelerimizi engelleyen, algımızı örten bir uyuşukluğa mahkum olmuş gibiyiz.
  5. * yaşa doldukça, hayallerimiz de küçülüyor.
    uzun zamandır içimde basit bir ukteyle yaşıyorum. tabiata açılmak, uzak ve pek bilinmedik köylerin birine ait ormanda küçük, tek odalı bir ev kiralayıp, sessizce, bütün o kent gürültülerinin, insan konuşmalarının uzağında, bir hafta, on gün yaşayıp, en az 10, 15 litre votka içmek istiyorum. bunun adı, zamanda bilinç akışını yakalamak. çok basit bir hayal. hayal bile sayılmaz bana sorarsanız; sadece tabiata olan içimdeki arzuyu içerek, hem de bir alkolik gibi vurdumduymazca içererek gerçekleştirmek isiyorum. öyle ki, güçsüz kalayım. içkiden iğreneyim. iğrendikçe içmeye devam edeyim. bu böyle mümkünse on gün sürsün, gitsin.
    eskiden de vardı bu istek. o zamanlar işin içinde yazmak, çizmek de vardı. hayallerde uzağa gidilir, doyunca içilir ve hikayeler kurgulanırdı. yazmak da istemiyorum artık. burada - tabiatın engin şiirselliğinde - votka içmek için bulunuyoruz. galiba 50-55"e geldiğimde serözden geberip gideceğim. bir gülme tutuyor beni bunları yazarken. üslup derdi gütmeden, sanki çıplak bir papazın önünde günah çıkartırcasına yeni yetmelik hayallerime geri dönmenin keyfini yaşıyorum.
    ancak, ben küçük işlerde başarısız biriyim. küçük hayalleri gerçekleştiremedim hiçbir zaman. belki, bakalla inip, on litre votka alıp, bir ormana taksi çevirip, bir ev kiralayıp, içip - içip zamanı hiçbir zaman anlayamam. - bilinç akışını yakalamak. buna bir kez yaklaşmıştım. o duyguyu geri istiyorum.

    * aragon şiirlerinin birinde şöyle yazmış: kadın, erkeğin geleceğidir. - aşkın baş döndürücü ve çağımıza yabancı büyüleyiciliği ve hakikatini bir cümleyle ancak bu kadar yetkince tasvir edebilirdi. bunu bir kadın hakkında söylemeyi çok isterdim. ama bütün o kadınlar her şeyin farkındalar: mutlu aşk yoktur.

    * eskiden oyunun kuralları çok basitti. yine hatalar vardı, yine yeniliyorduk, yine yanlışlar, yine acı ve duygusuzluklar hayatın içinde bir yere aittiler. - ama tek farkla: o güzel hata ve yanlışlar farkındalığın bir hayli uzağındaydı ve yardımlaşarak, yol göstericiliği ve/veya kişinin kendi iradesiyle her şey iyi/kötü raya otururdu. hepsi zaman meselesiydi, o kadar. şimdi, günümüzün trajedisi daha da ironikleşti. sebep: sorunun çözümünü bildiğimiz halde bir şey yapamamak oldu. çok değerli sosyolog arkadaşlarım bu tür vakalara güçsüzleştirme politikası diyorlar. ben, bir şey diyemiyorum. sözün ve duyguların bittiği yerdeyiz. oysa adem ve havvadan bugüne çok maskeler değişmişti, geriye kalan, bize ait olan sadece hisler vardı ve onlar da bugün çürümeye doğru yol tutmuşlar. tutsunlar, geriye kalan sadece hayatın devam ettiği gerçeğidir. gerçek? - hiç girme o topa.

    * hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı hüznü kadar beni boğan ve mahveden ikinci bir şey yok. her şey belki daha güzel olacak, ancak hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak.

    * hayatımın en kötü yazıydı. yazın en sıcak günlerinden birinde doğsam bile, hiçbir zaman yazı sevemedim. ancak o da onu sevmememin bedelini hiç bu kadar ağır ödetmemişti.
    kış da kötüydü, sonbahar da öyle. galiba hiçbir şey yolunda değil. insanın kendi sorunlarına mevsimleri, şiirleri, insanları alet etmesi de eski hikaye.

    * viski içiyorum şu an. alkol ağır - ağır bedenime yayılıyor. müzik, kulaklarıma akıyor. parmakların ne yazdığının pek farkında değil ve açıkçası bunu hiç umursamıyorum. insanın bazı anlarda manen boşalması gerekiyor. fakat bu da eskisi gibi değil. eskiden yazmak bir kurtuluştu. yazmasaydık, ölecektik. şimdi yazmak, her şeyi hafifleteceği yerde her şey derinleştirip, ağırlaştırıyor. gerçekleri içinde ağır bir taş gibi taşımak zorunda kalıyorsun.

    * akşamın çökmesiyle birlikte karnımla midemin tam kesiştiği alanda, yuvarlak, derin bir boşluk hissi oluşuyor. tam 45likle oradan vurmak istiyorum. ancak 45liğim yok, olsa da bana ruhsat vermezler. viskimiz var. geceler uzun.
  6. kafama ara ara dank eden "of ne aptalsın, ne safsın" sesine sonuna kadar hak veriyorum. bu bok çukuru realizm vesveseleri içerisinde kendini muhafaza eden, uzun yolu olan sevgiye aman diyen, beni sevgiye küstüren insanlar yüzünden kendimden kaçıyorum. bu his hiç gitmiyor, arada saklanıyor. ama orada, biliyorum. aptalsınız. ve korkak. en çok korkak.

    biri gelir ben sigara içerken aynı çardağa oturup telefonda kiminle konuşuyorsa artık; "kendi ırkım dışında olanları sevemiyorum" der. kafasını gözünü patlatasım var. ırkının içine sıçayım diyesim var. sevgisiz bedenlerinize sakladığınız nefretinize tüküresim var. dünyanıza bayılmıyorum. ben yoruldum.
  7. whatsapp dahil tüm uygulamaları telefondan sildim şuan telefon 3310 oldu. sosyal medya bana değil ben ona sahibim anlasın biraz asggsgsgd.
  8. geçmez sandığım bir acı vardı. 2016 hazirandan beri beni yiyip bitiren, beni ben yapan her şeyi elimden alan bir acı. çoğu zaman yenik düştüğüm, hayat öylece akarken her şeye gözlerimi kapatmamı sağlayan bana nefes aldırmayan bir acı. beni gece yürüyüşlerine mecbur kılan, tek nefeste 8-9 km yürüten bir acı. yürümekten dalaklarımı şişiren bir acı. gelgelelim. 2017’nin son zamanlarında. acının yıl dönümünde 12 aralıkta, biri geldi. bana o acıyı sevdirdi. o acıyı benimle sevdi. ağladığımda benden çok ağladı. güldüğümde benim için mutluydu.

    nitekim. farkında değildim. bir insan, bazen, sadece 1 kişi için düzenini bozabiliyormuş. bir kişi için her şeyden vazgeçebilecek duruma geliyormuş ve bir kişi için emeklerini uğurlayabiliyormuş. öncesi alıştırmaymış. belki çok kişi üzüldü. belki nefes almayı unuttum evet. henüz kısa bir zaman bile olsa , onu bile öldürdüm belki. bana “ seni iyileştireceğim” dediğinde, inanmamıştım. düşünüyorum da, beni karanlık yanlarımla sevdin. ve bunu kimse beceremedi. seninle sardunyalara beraber su vereceğiz.

    seviyorum.

    “...sonra sen geldin, sen geldin
    bütün sokaklara

    öyle bir rüya öyle
    öyle bir rüya öyle”
  9. kimseyle anlaşamıyorum. oysaki öyle ketum, suratsız, bencil bir adam da değilim. aksine karşımdakini rahatsız etmeyeyim, beraber bir şeyler yapalımcı, bir sıkıntısı olsa koşan biriyim. ama olmuyor bir yerde tıkanıyor kalıyor. lafı ergen gibi kimse beni anlamıyor'a bağlamak değil ki, o yaşları çoktandır geride de bıraktım ama şunu gördüm insanın yaşı ne kadar ilerlerse ya da şöyle diyelim hayatın tecrübesini, acısını yaşarsa o da o kadar acımasızlaşıyor, bencilleşiyor.

    bir örnek vermek gerekirse ki herkesin başına gelmiştir, sevdiği adam ya da kadının kendisini terk etmesi veya aldatması sonrası kişi hemen bundan sonraki hayatına girenlere de öyle tepki vereceğini belirtiyor. çünkü kendince haklı olan gerekçeleri var, ama bilmiyor ki aşık olduğu insan da, kendisinden önceki ilişkisindeki özneydi, yani bir zincirin halkasını oluşturuyor sürekli kişi. acının da aşk kadar kutsal olduğunu, bu hayatta mutlu olmayı arzuladığın halde hüznün de bulunduğunu ve bu durumları düzeltmek için bir çaba göstermiyor, dalgaya kapılıyor.

    velhasıl böyle ince düşüncelerle hareket edeyim derken, çevrendeki insanların bunları görmeyi bırak, bir de seni ezmeye çalıştıklarını görünce, tolere düzeyin bir yere kadar gidiyor sen de bazı zaman tepkini koyuyorsun bu sefer de ben karşı tarafı kırmış oluyorum. o beni anlamadığını göremeden, ben sorumlu duruma düşüyorum. bilmiyorum nasıl olacak bu işler sözlük? zaten çevremde çok insan da kalmadı, günün çoğunluğunu kendi başına yaşayan biriyim, leon gibi işimi görüp, sütümü içip, çiçeğimi sulayıp, küçük bir kızın hayatıma girmesini bekleyeceğim, ta ki onun için ölene kadar.
  10. (bkz: b12 vitamini)
    dün gece okudum bunu.
    güldüm kendi kendime. aklıma geldi, unutkanlığa faydası olur diye doktorun yazdığı b12 haplarını 2 hafta boyunca işe giderken evde unuttuğum, eve gidince içmeyi unuttuğum, işe gidince hatırladığım. tamamen tesadüfen bir akşam evde b12 kutusu gözüme takılınca can havliyle alıp el çantama attığım, "ne de olsa tuvalete bile el çantamla gidiyorum neredeyse" diye kendimi avuttuğum ve de iki haftadır unutkanlığın bu ilacını çantamda gezdirip, içmeyi unuttuğum.
    muhtemelen birazdan yine unutacağım.
    halbuki madem bu kadar kolaydı unutmak, seni unutmak neden benim bir ömrümü aldı?