1. "yemişim işini. zaten kölelikten başka bir şey değil. devlet dediğin insanın sadece felsefe ve sanatla ilgilenebileceği bir ortam sağlamadıkça ne işe yarıyor ki? "

    süt tozunu çok da sevmemesine rağmen her kahve yapışında atardı içine bir miktar. sonra da kahveyi sevmezdi. kahveyi yarım bırakıp işe gitmek üzere hazırlanmaya başladı. peşi sıra gelen kedi ayaklarına dolanıyor, neredeyse düşürecek oluyordu. metrobüsü düşünmekten kendini alamadı. acaba kaçıncı gelene binecekti bu sefer. sayılarla kafayı bozmuş vaziyetteydi. geçen gün 4. gelene bindiği için bugün mecburen tek sayılı olana binmek zorundaydı(sebebi net değil)

    ayakkabısını tek ayak üstünde giyerek evden çıktı.

    ..
    abi
  2. merdiven basamaklarını sırayla 1'er ve 2'şer atlamaya çabalarken, bu takıntıyı edindiği güne sövdü. o sırada her zaman ki gibi giriş katta oturan yaşlı ev sahibi kapıyı açtı, sigara içmekten çatlamış bed sesiyle;
    - kirayı ne zaman ödeyeceksin?
  3. ses denen o uğursuz sıvıyı yutup kendine döndü. ev sahibi fonunda bir dram dedi gülümseyerek. "böyle olmamalıydı" diye tısladı içinden. sürekli geç kalmasının sebebini didikleyen patronu onu insan kaynaklarına sürükleyip birçok psikolojik testte tabi tutup aşırı kanamalı bir yalnız olduğunu sanmalıydı. yaptığı ek işleri hesaba katmamalıydı.
  4. giderek yalnızlaşıyordu.. iş hayatında başarılı olmak adına dostlarını çok ihmal ettiğini hatırladı. uzun zamandır bankalar dışında kimseden mesaj bile almamıştı. çaldırıp kapatan bile yoktu terli ellerinde sımsıkı tuttuğu telefonunu. acı acı gülümseyerek kravatını gevşetti, kafasını kaşıyarak gözlerini beton zemine dikti ve şöyle mırıldandı:
  5. bir an için onun bu aymazlığının cezasının evrilmesi gerektiğinden çok emin hissetti. olağanüstü bir cesaret gelmişti. belki de en büyük ceza yaşamaktır onun için diye içini rahatlattı.

    daha önce de çok defa cinayeti aklından geçirdiği oluyordu. belki de hayattaki amacı buydu, belki de birinin acısına son verebilecekti. belki de bu kişi kendisi olacaktı.

    montunu alıp kimseye bir şey söylemeden hızla çıktı bürodan. arkasından fısırdayanları son anda duydu, dönüp bakmadı.

    kapıyı kapattığı anda artık ne yapacağını biliyordu.
    abi
  6. ...sonra düşündü kimse. başkalarının hayatını yaşıyordu hayır hayır “hayatların hayatını”. bunun için mi çıkmıştı yola… kimseliğini aradığı yolda kimsesizce terk etmeli miydi kendini? yalnızlığı düşündü sonra. en çok da yalnız değilsin diyenlerin inşa ettiği yalnızlığını. düpedüz yalnızdı ve yalın ayak bir yolda koşup kaderine yakalanamayacak kadar kör. kimse kimse değildi gene unutmuştu. unutmanın unutulmaz yaralarıyla örtmüştü ruhunu ve uyumak istemiyordu. uykulu bir zihinle uyanık bir bedeni kirletmek niyeydi o zaman… değişimi omzuna saplanmış bir ok gibi taşımak ve asla ulaşamamak nedendi sanki… kimse aynaya baktı ve kimi gördü tahmin edin kendinden başka herkesi… herkesten bir parça taşırken nasıl kendi olabilirdi gölgesi bile yabancılık kusuyordu.
  7. evine gelmek üzereyken kendi adını işitti. sesin nereden geldiğini anlamak için sağa sola bakınmaya başladı ve onu gördü. hayatının aşkı... eli ayağına birbirine dolanmıştı ve kaçıp gitmek istemişti oradan çünkü orada durduğu sürece eski güzel günleri hatırlayacak ve içinde bulunduğu bunalım daha da kötüleşecekti.
  8. ve aniden dur diye bağırıverdi.acı bir frenle duran taksi insanların meraklı bakışlarını üzerine çekmişti.taksici arkasına baktığında koltukta duran birkaç kağıt paradan başka birşey göremedi.adam gitmişti bile.

    tekrar eve dönmeye karar verdi.sokakları bir çırpıda geçti.sanki boşlukta süzülüyordu.apartmanın kapısına geldiğinde yine onu gördü.yüzünde garip bir şaşkınlık vardı.hiç birşey söylemesine izin vermeden apartmana kaçtı.merdivenleri birer ikişer çıktı.evin kapısını o kadar hızlı kapattı ki fortmantodaki anahtarların şıngırdaması duyuldu.bir an kediyle göz göze geldi.hızlıca banyoya gitti, nefes nefese kalmıştı.aynaya baktı ve "neden" diye geçirdi içinden.biraz sakinleşmeye ve düşünmeye ihtiyacı vardı.ardından yatağa attı kendisini.işte sonunda gerçekten başbaşa kalmışlardı kendisi ve yalnızlığı...
  9. üç numaralı kostümüydü yalnızlığı. ve her zaman yanıma alırdı işte bak onda bırakmıştı bir kez ve o günden sonra sevmenin huzursuzluğu bulaştı üstüne .onda zaman dışarıda geçirilen birkaç saatti yabancı alemlerde ama evde giydiği yamalı bir pijamaydı yalnızlık. sevmek paylaşmaktı karanlığı ve içi fazla aydınlıktı onu severken. fazla boştu onunlayken. ve fazlasıyla fazlaydı kendine, dünyaya. bir sakızdı dünya ağzında diline dişlerine mecburiyetten gelip dokunan. iş yalnızlığa gelince yalnızlığı sevmeye gerek yoktu "o benimdi salt benim ya da ben oydum evet evet bendim o." gelip teslim olunca ona arınmıştı kendinden. yokluğuna ışık tutan bir soyunma kabiniydi yalnızlık söküp attığı tüm ifadesizlikleriyle. o ise bir yüzüydü üstüne yapışan bir çift göz. kimsesizliğine göz diken ve hatta kimliğine.
  10. "eğer gideceğim hiçbir yer yoksa nasıl kaybolabilirim ki? "
    dudaklarını büzdü yüzündeki ifadenin burukluğunu görünce pencerede şaştı kim bilir kaç saattir oturuyordu pencerenin önünde en korktuğu şeyi başkaları üzerinde deneyerek: seyretmek… sadece on iki dakikaydı oysa sadece sınırlı bir süre ancak sınırsız bir acıyı içine alabilen, tüm doğruları silip götürebilen. kimseyi görmek istemiyordu aslında ne kısa bağırsaklıları ne uzun bağırsaklılları, sarı suskunları, yeşil neşelileri, gutları, güçlüleri, öfkeyi ve üzüntüyü de ama bakıyordu işte. aslında baktığı ufukta kaybolan şehir değil, kendi hayat çizgisiydi, yaşlılık çizgileri arttırırken zaman ömrün çizgilerini silikleştiriyordu ne tuhaf.