1. küçükken bulunduğum aydınlık odanın ışığını kapattığım an çöken karanlıktan korkar, ardıma bakmadan aydınlık salona koşardım. o gizemli karanlığın, içerisinde neyi saklamakta olduğunu kestiremezdim. şimdilerde sembolist damarım atmaya başlamış olacak ki ahmet haşim gibi karanlıkta yaşamaktan hoşlanır duruma geldim. yıllar geçti, büyüdüm ya da büyüdüğümü sandım. karanlık korkusu yerini sevdiğim insanları kaybetme korkusuna bıraktı. korkuyorum; zaman geçtikçe, sevdiğim insanlar yaşlandıkça ve ölüm gerçeğini gözardı edemedikçe.
  2. kişiliğimin mesleğimin, arabamın, evimin, giydiklerimin arkasında kalmasından, toplum tarafından yakıştırılan etiketlerin, ünvanların, rütbelerin beni gogol hikayesindeki bir buruna çevirmesinden korkuyorum.
    herhalde doğduğumdaki saflığıma hiçbir zaman geri dönemeyeceğim. her geçen gün daha da kirleniyor ve balçığa batıyorum. yapabileceğim tek şey eksra olan her yükü atarak ivmemi mümkün olduğunca azaltmak.
  3. uçakla yolculuk etmekten korkuyorum. eskiden korkmuyordum. tedirgin oluyordum bazı bazı fakat tedirginliğim ve endişem binmeme engel değildi. ama bir süre önce korkmaya başladım.

    asıl canımı sıkan şey uçakla yolculuk edememek değil. seyahat edemiyor oluşum. sanki bir uzvumu yitirmiş gibi absürt bir durumdayım. tanrım, hiç yurt dışına çıkmadım. ilk gençliğimden beri kırgızistan, moğolistan ve kafkasya'ya gitmeyi, oraları görmeyi ve tanımayı, hatta birkaç ayımı orada yaşayarak geçirmeyi arzuladım.

    "medeniyet" görmek derdinde değilim aslında. bana seyahat etmek için fazla sıkıcı geliyor. yollar, binalar, insanlar, anayasalar, trafik kuralları, insanlar, nezaket vesaire... ben en çok türkleri seviyorum. artık bundan eminim. yurt dışında yaşamak gibi bir arzum hiç olmadı. şimdi de yok. çok şükür.

    ben o kısrağı merak ediyorum. o bozkırı merak ediyorum. ardında kızıl güneşin battığı dumanlı arazinin sessiz uzanışını ve anayasanın anasını yasalayacak olan sessiz uzamı.

    böyleyken böyle yani sevgili komşular.
  4. bizim evimiz kerpiç-ahşap karışımı bir şey, 2. katta salonun zemini de ahşap ve epey eski. ben çocukken babam gece çalışıp gündüz uyududuğundan, salonda dolaşırken tahtalar gıcırdayıp ses verecek, babamı uyandıracağım diye korkardım. kardeşim de dikkat etsin diye ses veren tahtaların köşelerine tebeşirle ufak işaretler koymuştum.

    çocukluk günlerimden kalan, baba sevgisi içeren bir adet korku/endişe işte.
  5. top oynayan çocuklar.
    top oynayan çocuklar serseri mayın gibidir. nereden çıkacağı hiç belli olmaz. ve topları da güdümlü terlik gibi sokağı dönmüş olsanız da gelir kafanıza yapışır.
    yo yo, hayır ben yaşamadım. bir arkadaşım yaşadı.
  6. yerleşmiş olduğum üniversiteden " yahu birader, bir yanlışlık olmuş, sen bu okulda okuyamazsın" denilerek, okul bitmeden ilişiğimin kesilmesi korkusu.
    saçma mı? evet.
    ama insan okulu uzatınca saçma şeyler düşünüyor.
    allah'tan okulu bitirdim de rahatladım
  7. bir karar verdikten sonraki 'acaba doğru mu karar verdim ya' düşüncesi.. belli bir süre takıntılı gibi diğer seçeneklerin filan nasıl olacağını düşünür kendi kafamda böyle olsaydı naapardımı yaşatıyorum hayalimde.. sonucun daha iyi olacağından da hep korkarak.
  8. en somut olanını yazıyorum
    yükseklik
    ama istanbul'daki taze 'e5' korkum, bütün metrobüs köprülerinden rahatlıkla geçiriyor beni
    ankara'da üst geçit kullanmazdım baş dönmesinden
    korkularınızın üstüne gidin klişesine düşmeyeceğim ama korku korkuyu söker
  9. (bkz: ölüm)
    (ilginç değil mi)
    yok