-
tam boğazımın düğümlendiği yerdeyim.
sığınacak, sarılacak dudaklar aradım,
gecenin içinde.
doldum doldum, boşaldım kadehlere.
ne ben bittim, ne senden geçtim.
şimdi geriye bakmam, baktıkça
aklımdan, kalbime kalbimden, ruhuma
karışıyorsun.
senin suçun yok ama
benim suçum ne?
yalvarırım bitsin bu çile.
şimdi boğazımın düğümlendiği yerdeyim.
düğümü çöz de hiçlikte sürükleneyim. -
yüzünde bir çizgi, saçında bir ak
görünce: ' en sonra hazan! ' dedin mi?
elini alnına koyup dalarak;
' bahara döneyim, bir an! ' dedin mi?
geçiyor geceler, günler bir örnek
bir koku veriyor işte her çiçek,
bilmiyor seslerle renkler değişmek
' boş yere dönüyor cihan! ' dedin mi?
ne kurban kes artık ne de mum ada,
yetmiyor bir ömür bin bir umuda!
bir tatlı gün geçti hayatında da!
' devam et ey güzel zaman! ' dedin mi? -
sol omuzumdasın bu aralar
başımla birlikte yaslayıp seni,
düşünüyorum
siyah şapkanı
gülüşünü,gözlerini..
bulutlu ya havalar
biliyorum ya yağmuru sevişini
hatırladım yine
"canım rüyalarım gerçek mi oluyor ne.?" deyişini..
ezmeden düşen damlaların hiçbirini
aldım başımı erkenden gidiyorum
bir türlü sevemedim "hoşçakal" deyişimi.. -
bozuk paraların sinir bozucu sesi
havadaki ağırlığın sebebi.
başkalarının hala üzerimde dolaşan nefesi
bir zamanlar gözlerimde olan perdenin müsebbibi.
her şeyin yenisi makbul,
cesaretin eskisi. -
yıllarca güzelliğini yitirmeyen naylon çiçekler sunsan kabulüm,
neyleyim ben gönlümü almak için canını aldığın kadife tenli gülleri -
Velev ki Hepsi evlaydı benden
Onlar Brahman, ben Şudra
Hiçbiri kıyamazdı sana
Söyle o zaman
Kimler bu kadar incitti dudaklarını;
Acısını benden çıkarıyorlar şimdi
buradan. -
tam fırçayı kirpige yerleştirince geldi.
rimel sürerken hapşırmak..
renklerin çümbüşü,
yüzümde aniden beliren karmaşa,
gözlerimde kalabalıklar bakakaldım aynaya.
ölüm gibi bir şeydi ama kimse ölmedi.
hyperion-25 yaşında-2 dakikadır şiir yazıyor :) -
adenanın ruhuna.
hikayesi vardı o tanrıçanın: tanrı elinin tersiyle dokunmuştu o kadına,
o ise bunu bilmiyor; kırmızı desenli, sigaranın sinmiş olduğu küçük bir odanın içinde,
bana bakıyor rüşeym pozisyonunda; ben ve tanrının eli, çıplak bedeninden biraz uzaktayız.
özgürlükten daha iyi bir şeyler olmalı, marcel diye sesleniyor bana,
ve saçlarının üzerinde gezdiriyorum parmaklarımı bunu ifade ederken,
öyle olmalı diye yanıtlıyorum onu
yatağının üzerinde bir kaç kez dönüp yerinden kalkmakla yetiniyor.
yüzü şimdi pencereye daha yakın.
platon"un zamanı anlamlandırdığı düz çizgiyi hatırlatan kemiğine bakmaktayım,
vücudundan zaman akıyor o kadının.
yatağından kalkıp pencereye taraf haraket ediyor şimdi, zamanı da vücuduna alarak.
küçük poposu bir dünya taşıyormuş gibi ağır,
hüzünlü, siyah, bir düz çizgi de orada ve hiçte platon"un zamanıyla ilgili değil bana sorarsanız, varlığıma gülümsüyor.
o şimdi pencerenin önünde, bırakalım zaman aksın, marcel diye sayıklıyor.
tanrının ters eli diyorum ona, hiç onu düşledin mi?
saçları kısa; parmaklarını burunun üstüne kenetlemiş,
yüzünü göremesem de gülümsediğini biliyorum,
ah marcel, mitoloji gibisin, bunu bir kaç kez tekrarlıyor.
sonra, bedeninden utanan giyinik bir tanrısın diyor bana.
o an üzerimdeki giysilerin ağırlığını, belki de hayatımda ilk kez fark ediyorum.
sahip olduğun kadınlar (duraksıyor) evet, onlar, onları kıskanıyorum marcel.
hepsi vücuduna dokunmuş onların, ağırdan aldığın nefesleri dinlemişler,
tırnaklarıyla omuzunu çizmişler, biliyorum (yeniden duraksıyor şimdi, fakat az önceki gibi sakin duraksama değil bu, daha derin, ifade edilemeyen)
ve şimdi biliyorum ki, onlara kendilerini, kadınlıklarını tanıtmışsın.
bunun bilincde olmak, onların çıplak ve orgazm olmalarından daha önemlidir senin için.
- annem neredeydi acaba o bunları söylerken? geçmişe ait olan, hep ruhumu sakinleştiren annemin ayak arası ne kadar uzaktaydı? ben doğduktan sonra hep o sıcaklğı başka kadınların ayakları arasında aramamış mıydım? -
en çokta buna içerleniyorum biliyor musun? hep sevişmelerden sonra kadından önce giyiniksin değil mi? tahammül edemiyorsun bedenine.
şimdiyse tanrının eline gelelim, ellerin marcel, ne kadar çirkinler.
kanepeden ayağa kalkarak vücuduna taraf ilerleyip, ona kırmızı marlboro uzatıyorum,
içimden evet diyorum, evet, beni annem gibi anlıyor; ve bundan tehlikeli, böylesine mutlu ne olabilir ki soruyorum kendime.
sanki içimden geçen kelimeleri duyuyormuş gibi,
mutlu sözünden hoşlanmıyorum marcel. bana her zaman yapmacık,
uzak, kederli gelmiştir. sigarasını yakıyorum.
yüzüme üflüyor, bu çaresizliğinin ifadesi.
bütün bunları sen seçtin adena. sen hep çıplaktın, hep bunu istemiştin;
- babam neredeydi marcel bunları söylerken? hep onun sarhoşluğuyla sevişmeyi öğrendim. -
anlamak istemiyor adena. soyunur musun marcel?
gözlerine bakıyorum: kıyısından çok uzaktalar. bir femme fatale ifadesi.
atkımı boynumdan çıkarıyor, gerisini sen hallet.
gömleğimi, pantolonumu, çoraplarımı ve donumu sırayı bozmadan çıkarıyorum,
bana yakalştırıyor bedenini. ilıklığı duyuyorum.
penisimi tutup beni kendisine çekiyor, nefesi kulağımda.
şimdi onu daha iyi anlıyorum anne: adena, "rağmen" tipli bir kadın,
seni, ihanetine, acımasızlığına, tanrılığına rağmen seviyorum marcel!
bilmem martha"yı hatırlar mısın anne? ona "çünkü" tipi kadın diye seslenirdim.
seni seviyorum marcel, çünkü bana değer veriyorsun, çünkü herkesten farklısın.
peki, diana, anne? diana"ya ne demeli? evet, "eğer" tipli sarışından bahsediyorum: eğer benimle gelirsen, eğer yanımda olursun seni severim marcel.
hadi lanetle beni sevgilim.
minik burun delikleri var karşımda. adena diyorum ona, lanetlisin sen.
geceye ait, tanrısın ters eliyle dokunduğu kadınsın.
ellerimi kulak memelerinin ardına, biraz boynuna taraf götürüyorum; yüzü avucumda, gülümsüyor adena.
bu gülümsemenin içine tükenmişlik saklı, umutsuzluk var; şeytana ait gülümseme olmalı bu; avucuma gizlenen bu resim aslında tanrının bir parçası
gülümseme artık adena, lanetlisin sen, lanetliler gülümsemeyi unutmuştur.
dudaklarını yavaşca - evet o ümitsizlikle - bir iki santimetre yukarı kaldırıyor, dişlerinin beyazlığı önündeyim
içime gir, bütünleş, orada gülümseme yok diye fısıldıyor.
- aslında kimdir adena? ona acıyor muyum? adenada, bir zamanlar devrime duyduğum ama açıklamakta her zaman zorlandığım tarifi imkansız çekicilik mevcut,
sağ yumuruğum yukarıda, sol elimde kırmızı bayrak gibi kadındır adena -
ama gençliğin devrimi aldatıcıdır.
hep gerçekleşemeyen devrim gibi o da bunun farkında.
hikayesi yarım kalmıştır o tanrıçanın: şimdi viyanaya götüren bilete baktığım zaman bunu daha iyi anlıyorum.
çünkü, eskiden çok sevdiğim bir kitapta şöyle bir cümle vardı:
sevgililer yaralar, anneler teselli eder.
öyle.
öyle olmalı adena. -
bir görene vardım seni,
sordum, "gören yok !" dedi
bir bilene vardım seni,
sordum, "bilmem ki !" dedi
bir duyana vardım seni,
sordum, "duymam hiç !" dedi
sokaklarda dolandım
en sonunda ben caydım
meyhaneciye vardım,
"sorma evlat iç !" dedi -
beklemekle geçer mi?
defterimin arasında,
kurumuş gözyaşlarım
sen kokuyor.
geçer mi bu hayat?
varken sen, yokmuş gibi yaparak.
ve artık son harfler döküldü
gözlerimden
kurudu defterde,
beklemekle geçmiyor.