1. - bir sene mahalledeki en güzel çiçeği ben yetiştirdim, komşu teyzelerden gelip isteyenler oldu bir dal, mahalle hiyerarşisinde komşu teyze hükümranlığına bunu kabul ettirmek başarıdır.

    - bir sabah ara bir yoldan karşıya geçmeye çalışıyorduk, 10 - 15 kişi toplandı, trafik ışığı yok, araçlar bize bir türlü yol vermiyor. kulaklığımı çıkarıp "geçelim arkadaşlar" demiş ve arabaları durdurmuştum, ara sokağın kahramanı gibi olmuştum birkaç saniyeliğine.

    - hergün mutlaka evde sabah kahvaltısı her akşam mutlaka 1 - 2 çeşit yemek yapabiliyorum, evet hergün.

    - to be continued ...
    mesut
  2. başarı olup olmadığı tartışılır; bugüne kadar hiç bir zaman kezban ve aynı şekilde hiç bir kişiye çomar demedim. bu yaftalamayı da kimseye yakıştıramıyorum. bu iki kelimeden her daim kaçınmıştır. bu kadar irrite edici iki tespit daha duymadım. kendimle gurur duymalı mıyım bilemiyorum.
  3. 6. sınıf türkçe dersinde öğretmenimiz her gün kompozisyon ödevi verir, derslerde bunları okutur sonra da kapalı oylama sistemiyle en iyi kompozisyon yazanı seçer ona +5 puan verirdi. şayet oylamadan çıkan kişiyle onun en beğendiği kişi farklıysa iki öğrenci de +5 puan alırdı. o 5 puanlar toplanıp 100 olduğunda ise sözlü notumuz olurdu. eğer 100 puan toplanamazsa ders yılı bitimine kadar ne kadar topladıysanız o sözlü notunuz olurdu.

    sınıfımız 30 kişiydi. hepimiz sırayla okuduk. sıra bana gelince 'ben okumasam öğretmenim? yazdım ama hiç beğenmedim. yenisini yazmaya ise vaktim olmadı. okumak istemiyorum.' dedim. öğretmen ise ısrarla bana yazımı okuttu. sonra oylama başladı. hepimiz küçük kağıtlara birinin ismini yazıp verdik öğretmen sınıf başkanıyla saydı. sonuç 29-1'di ve ben kazanmıştım. sınıfın ortasında 'nasıl yani herkes mi bana oy verdi?' diye dolu ve şaşkın gözlerle arkadaşlarıma bakıyordum. onlar ise bana oy vermeyeni bulduklarında öldürecek gibi sorgulayan gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. ben ise zeynep adında siyah saçlı gamzeli bir kız arkadaşıma oy vermiştim. o gün sınıfımın tamamı tarafından ilk defa sevildiğimi, değerli olduğumu hissetmiş, evde akşama kadar mutluluktan ağlamıştım.

    hala aklıma gelince gözlerim dolar.
  4. aile pikniğinde çekilişten hamak kazandım...
    şekersiz çay içiyorum...
    sigaraya hiç başlamadım...
    kanseri yendim...
    17 yıl bifiil günlük tuttum...
    yan komşumu öldürmedim henüz...
    beş yıldır hafta içi 6'da kalkıyorum ki uyumayı uykuyu çok severim...
    yumurta kırabiliyorum...

    ve bu yazdıklarımın hepsi gerçek...
  5. yer : aşti, sene eski.

    one man, one woman...

    biraz hileli, fesatlı.

    "sen dur bak şimdi" diyerek sırtı dönük bankta oturan yareni, talebe iken kendi çapımda etkileme maksatlı bir girişim.

    1 tl ile çalışan ve 3. sefer çalıştırdığım pelüş ayıcık avlama makinesinde ^:resmi ismini bilemedim^ başarısız denemelerim sürerken kontrol maksatlı olay mahaline gelen makine sorumlusuna "abi, gözünü seveyim 5 tl vereyim bir ayıcık ver" diyerek aldığım ve hakkıyla kazanılmış görünümü ile sunduğum ayıcık.

    1-2 dk boyunca "vay"lar, "helal"ler, "kaç kere denedim ben yapamamıştım"lar, "bunlar tuzak sanıyordum"larla dolu gurur anları ve beraberken her pelüş ayıcık avlama makinesi görüldüğünde hatırlatılan başarı.
  6. bir zekere derman olamasa da kişiyi ortalıklarda bir süreliğine şirinlik muskasına çeviren, ihtiyar heyetine "tamam tamam, sen de eyising..." dedirtip sırtına pot pot pot vurdurtan, birtakım teselli ikramiyesi başarılardır. benim amortilerimden bir tanesi de şöyle:

    the shining filminde, danny torrance'ın, ağzının içinde yaşadığını söylediği hayalî küçük oğlan tony'nin sesini bire bir taklit edebiliyorum. evde, olmadık muhtelif mekanlarda, çeşitli eşref ve eşşek saatlerinde işaret parmağımı up and down moduna alıp "redrum! redrum!" diyerek dolanıyorum. aynı parmağı gece kör karanlıkta anneme de sallıyorum, "danny isn't here mrs. torrance..." diyorum. tabii sonrası kaboom... sonrası hallelujah...
  7. sanirim ilkokul ogretmenimin matematik bilgisi yetersizliginden kaynaklanan basarimdir. harika bir kadindi orasi ayri.

    3, siniftaydik sanirim problem cozmeyi ogreniyorduk. esit dagitilmayan elmalari kalemleri nasil esitleriz kim kime kac adet vermeli onu ogreniyorduk. sinif ogretmenimiz tahtaya bir soru yazdi ve ilk kez bizim deneyip cozmemizi istedi. soruyu tek cozen bendim. orda ovguyu kaptim tabi ama basarim bu degil.

    sinif ogretmenimiz soruyu dunyanin en uzun ve ezber yolu ile cozmeyi gosteriyordu (nasil oldugunu hatirlamiyorum bile) ben ise daha sonra sinavlara hazirlanirken kullanilan yontem ile bilmedigim halde oldukca mantikli ve kisa bir yolla cozmustum.

    o zamanki ozguvenimle ben baska yoldan cozdum diyip tahtada anlatmistim. sonra hep benim gosterdigim yolla yapmistik. hatirladigim en ovgu toplayan basarimdir. zira dunya tatlisi sinif ogretmenim her yerde velilere ogretmenlere anlatip beni matematik dahisi ilan etmisti. kendi yasitlarima sonraki yillarda matematik dersi vermeme bile sebep oldu bu durum. olimpiyat ekibine bile beni de gondermislerdi ilerleyen zamanda... nasil bir yokluksa

    ilkokul oyle gecti sonra yokus asagi bir inis yasansa da akademik kariyerimde, hala hatirlayinca bir gulumserim. oyle muthis bir basari degildir ama ilkokuldan hatirladigim basari sayabilecegim bir hatiradir.

    bu da boyle bir animdir ^:swh^
  8. lisedeydim. lisede satranç oynamak bir ekoldü. en azından bizim lisede. çünkü bölgenin en boktan okulunda okuyordum. o zamanlar oks mi lgs mi adı artık her ne idiyse onu kazanamamış tıpış tıpış ailemin serseri olacağımı düşündüğü bir liseye kaydımı yaptırdım. lisede 9. sınıfta karma sınıflar vardı hatırlarsınız. daha sonra ayrışıyorduk alanlara. neyse işte. bütün bir sene yalnızca derslere gidip (hiç devamsızlık yapmazdım çünkü evdeki huzursuzluklardan uzak kaldığım tek yer okuldu) kitap açmadan bütün dersleri verdiğimden çok iyi hatırlıyorum ikinci dönem ibrahim diye bir arkadaşımı satranç takımını getirmeye ikna ettim. neyse gel zaman git zaman böyle devam ediyordu. bir gün coğrafya öğretmeni cem bey ile uzay ve yıldızlar konulu birkaç ergen sorusu ve yanıtı konusunda geçen diyalogtan sonra cem öğretmenin ders aralarında zaman zaman satranç oynarken bizi gördüğünü anladım. cem öğretmen çok tatlı bir insan, allah uzun ömür versin. okulun satranç kulübu o sene yoktu diye hatırlıyorum. bu kulüpler okulun zorunluluklarından değildi muhtemelen çünkü okulun yaralanmalı kavgaları dışında pek bir olayı yoktu. ertesi sene cem öğretmen ile mehmet ali öğretmenin kurduğu bir satranç kulübü olduğunu öğrenmem uzun sürmedi. çünkü cem öğretmenle aynı senenin yazı çalıştığım iş dolayısıyla karşılaşmıştım. evine gidip aldığı tvnin servis kurulumunu yapmıştım. öğretmenimin biraz şaşkınlık dolu biraz takdir eden bakışlarıyla artık başka bir bağ kurduğumuzu anlamıştım. sanırım okuldaki mankafa taifesinden ayrışabileceğimi düşündü. ya da bilmiyorum o zamanlar ergenliğin verdiği bütün gerizekalılıkları kendi üzerimden denediğimden pek net hatırlamıyorum (hatırlamak istemiyorum) 10. sınıfa gelip fen bölümünü seçtiğimde nispeten daha aklı başında insanlar vardı sınıfımızda. (en azından kavga eden insanlar ayrışmıştı-çok iyi hatırlıyorum türkçe-sosyal okuyanlara mankafa gözüyle bakıyorduk- sebebini o zamanlar pek düşünmüyordum ama şimdi anlıyorum ki genelde kavgacı tipler oradaydı) 10. sınıfta satranç kulübüne dahil oldum. turnuva yapılacaktı. turnuva öncesinde haftada en az bir kere toplanıp oyun oynuyorduk. cem öğretmen ve mehmet ali öğretmen (kimya labaratuvarında derslerden sonra en az iki saat kendi mesailerine ek bizim için bekliyor satranç oynuyorlardı. o zamanlar pek kıymetli değildi belki ama şimdi anlıyorum bunun kıymetini) hemen bir turnuva düzenleyip a4 boyutlu kağıtlara bir word çıktısı alıp bütün binalara astılar. turnuva günü geldi çattı cem öğretmen bilgisayarına kurduğu bir satranç turnuvası yazılımıyla eşleştirmeleri yaptı. zatıaliniz son maça kadar 7'de7 geldi. son maçım 7 maçta 6 galibiyet alan afgan bir yavşaktı. kusura bakmasın arkadaş ama yaptıklarını yavşaklığı yıllar geçse de unutamıyorum. adını hatırlamaya çalışıyorum da hatırlayamıyorum. neyse hatırlarsam editlerim artık. bu it ile karşılaşacağımı ben son maçımı yaptığım sırada zaten biliyordum. turnuvada 2 afgan öğrenciyi hacamat etmiştim ( hahaha söz uyumuna bak hele) götlerine dizlerine dursun şimdi hakkını vermek lazım bayağı canlarını yakmıştım. neyse son maçlar başlayacağı zaman ben 7 maçta 7 bu zat 7 maçta 6 galibiyet almıştı. yani benim 7 onun 6 puanı vardı. buna en yakın rakipler 5 5/5 puan barajında olduğundan bilgisayar ikimizi eşleştirdi. maça başlamadan ben bir şampiyon edasına büründüm. hayatımda ilk defa, evet ilk defa bi işe yaramıştım. şampiyon olmuştum. koskoca okulun satranç şampiyonuydum. ben böyle bir ruh halindeyken hayat bana bir nah çekiyormuş nereden bileyim. satranç taşlarını dizdik. bilgisayarın bize atadığı renklerin karşısına geçtik. tam başlayacağımız sırada etrafımızı çevirmiş 4 5 kişilik afgan öğrenci grubu arasında sanki bir kişiye karşı değil de karşımdaki vücutları kas spazmından katmerli japongülü gibi açılmış zırtoların hepsine karşıydım sanki. ayağa kalkltım cem öğretmenin masasına gittim. öğretmenime bu maçının sonucunun ne olduğunun önemli olmadığını yenilsem bile benim şampiyon olamayacağımı sordum. öğretmen bunun sonucunu bilgisayarın vereceğini, bunu bilemeyeceğini söyledi. adam haklıydı ne deseydi? gidip yerime oturdum 6 mal gibi adamın ortasındaydım. özgüvenimden hiç kaybetmeden maça başladık. maça dair hatırladığım tek şey şuydu. rakibimin her siktirboktan hamlesine etrafımızdakilerin sanki çok anlıyorlarmış gibi heyecanlanıp bazı nidalarla ortam yaratmalarıydı. her şey çok normal gidiyordu oysa. az önce darmadağın ettiğim güruh resmen başkasının zikiyle gerdeğe girmeye çalışıyordu. her tehlike arz edebilecek hamlede kamışları kamaşıyordu sanki. bu baskıya rağmen sonuna kadar direnip iyi bir maç çıkardım. maçı kaybettim. sonuç bilgisayara girilip sıralama görüntülendiğinde hayatımın en büyük başarısının kıyısında beklediğimi gördüm. o şampiyonluğu alamadım. puanlar eşitlenmişti oysa ki. nereden bilebilirsin iki kişi arasındaki zafer ve mağlubiyetin şampiyonu belirleyeceğini. yani insan ister istemez bir buruluyor. o kadar mal arasında turnuvaya katılanlar arasında 2. olmuştum. evet böylece sevgili youserlar hayatımda aldığım en eften püften başarıyı sizler de öğrendiniz. birinci olsaydım belki de eften püften olmayacaktı. sonuç mu? sonuç olarak cem öğretmen gibi bir insan artık öğretmenliği yanında bir abi oldu o günlerden sonra. çok harika insanlar gerçekten. ha bir de 1. 2. 3.ye satranç takımı ödül olarak verildi. satranç takımım yoktu. ucuz bir şey de olsa bir satranç takımım oldu. bir de bütün okulun önünde ödül almak vardı. yavşak müdür tokalaşırken yanağını değil boynuzlarını değdirerek tebrik etmişti. ismim açıklandığında yalnızca sınıf arkadaşlarımın çığlıklarıyla gururlanmıştım. zaten o günden sonra başarı falan çok umurumda olmadı. bu işte lan. düşünün sevgili youserlar. aldığım tek başarı bu. aklıma geldikçe hala bir yandan sevinir bir yandan üzülürüm.
  9. agar.io da avrupa serverında 1. olmam. her ne kadar belki yüzlerce avrupa serverından birinde birinci olmuş olsam da "avrupa şampiyonu oldum" demesi çok keyifliydi.
    kimse bu tür başarılarla övünebilecek kadar umutsuzluğa düşmesin arkadaş.
  10. ortaokul ve lisede futbol takımı kaptanıydım. hakemle maç başında yazı tura atma kısmına kadar eğlenceliydi sonrasında rakiplerin eğlencesi başlıyordu. onca yıl hiçbir resmi maçta galibiyet görmedim.

    bir de atletizm maceram var, bildiğin yarışa katıldım atlet olarak. orda da takım kaptanıydım ama bizim beden eğitimi hocası stratejileri belirliyordu. aslında bu sefer belli bi iddiamız vardı genelde meslek lisesi hayvanlarına göre naif insanlardan oluştuğu için bizim takımlar mağlubiyete uğruyordu. fakat atletizmde doğrudan bir mücadele olmadığından umutluydum. neyse bizim hoca geldi strateji açıklıyor dedi ki; biz en başta yavaş yavaş gideceğiz, sonra herkes yorulunca biz hızlanacağız. mantıklı geldi. neyse çıktık parkura herkes aldı yürüdü. biz de işte sohbet muhabbet hebele hübele hafif tempoda takılıyoruz. derken önümüzde kimse görünmemeye başladı. hoca da biz hızlanana kadar bizle geliyor. dedim hocam hızlansak mı acaba kimse kalmadı adamlar gitti. hoca baktı kimse görünmüyor. koşalım bari deyip hızlandık fakat millet yarışı bitirmişti. sonuncu olduk. yine de önemli olan yarışı bitirmekti.

    bir de masa tenisi turnuvasında artistik butterfly raketlerimiz ve janjanlı spor ayakkabılarımızla bilmem nerenin ilçesindeki yurttan gelen, yakup kadri'nin yaban kitabındaki ismail'i andıran tahta raketli tıfıllara fena şekilde tokatlanmamız durumu var da orada bir başarı öğesi bulamadım.
    abi