1. tuvalette bulunan aynalarda moduma göre dram yahut komedi ufak monologlar oynarım. sonra oscar alırım. sahneye çıkar kime teşekkür etmem gerekiyorsa teşekkürümü ederim. sonra sahnenin arkasından kapıyı açarak çıkar, ışığı kapatırım.
  2. kedileri seslendirmek.

    kendi kendine fazlaca konuşan bir insanım zaten. bazı sebeplerden dolayı çok fazla insan tanımak zorunda kaldım. yanlış olduğunu biliyorum ama sanki herkesi tanıyormuşum gibi bir his oluştu içimde. arada bir kendimi insanları gözlemleyip seslendirirken buluyorum ama kedilere hiç dayanamıyorum.

    nerede bir kedi görsem, hemen seslendirmeye başlıyorum.

    diğer hayvanlarla zaten sohbet ediyorum ama kendi kedimle akşamları karşılıklı kendim seslendirerek sohbet ediyorum.
    isk
  3. pirinç, mercimek ve türevi minik tanecikli baklagillerin bulunduğu çuvallara elimi daldırıp parmaklarımı içinde gezdirmekten zevk alıyorum.
  4. su içtiğim bardaktan bir daha su içmem.

    not : çöpe atmıyorum, yıkanınca içiyorum.
    gunez
  5. biri ile gözgöze geldiğimde karşı taraf gözünü kaçırana kadar göz temasını kesmemek.
  6. herşeyi kafaya takıyorum ya mesela biri bana adres soruyor tarif ediyorum sonra adam acaba gidip buldu mu yoksa yanlış anladı da bana sövüyor muü diye düşünüyorum.
  7. şiveli konuşan biriyle vakit geçirince hemen o şiveyi kapıp başka türlü konuşmayı bilmiyormuşcasına davranıyorum. birkaç gündür karadenizden misafirimiz var okuduğum kitabı şiveli okuyorum :/// iç konuşmalarım falan da öyle. şükrü erbaş nereden bilebilirdi ki şiirlerinin böyle okunacağını. hayır beceremiyorum da sinirim bozuluyor.
  8. hangi huyum normal ki diyerek bahsi hayli arttırdığım başlık.
  9. çocukken şehirler arası yolculukta yol kenarındaki ve ortasındaki lambaları sayardım. iki lambalı olanları sayardım, eğer tek lambalı gelirse serinin bozulduğunu düşünür iki lambalıları saymayı bırakır tek lambalılara geçerdim. sayıyı unuttuğum zaman belli bir tahminle mesela 5 dakika önce bilmem ne binasını gördüğüm yerde şu sayıda kalmıştım diye inat ederdim kendimle ve oradan an itibarı ile bulunduğumuz yere kadar şu kadar sayı olsa diyerek tahmini bir ekleme yapar saymaya devam ederdim. içimden bir ses sürekli uydurdun uydurdun derdi, ben de sürekli hayır orada o sayıda kalmıştım derdim. bazen ya yanlış sayıyorsam ve lambaların sayısı farklıysa diye düşünürdüm ve bundan dolayı vicdan azabı çekerdim.
  10. herhangi bir yerde herhangi birinin solak olduğunu görünce vay, solakmış be diyorum. hoşuma gidiyor. solak olduğum için yakın hissediyorum.
    insanların saati taktıkları kola dikkat ediyorum, telefonu kullandıkları, sigarayı, şemsiyeyi tuttukları ele dikkat ediyorum.

    dizi izleyeyim iki dakika dedim, andrew scott ile martin freeman'ın (hobbit, sherlock ve otostopçunun galaksi rehberi filmleriyle gönlüme taht kuran kişi, üstüne üstlük üçü de çok sevdiğim kitaplar) solak olduklarını görmemle daha bir sarıldım diziye, ha son bölümüydü o ayrı. üstüne üstlük daha önce fark etmişsem dahi unutup tekrar hatırlayıp mutlu oldum işte.
    garip bir huy gibi geldi bana. aman, zaten en kötü ihtimalle hep duyduğumuz şey şu, "sen o elle nassı yazıyon?" bu tarz soran insanları sméagol'a benzetiyorum. kıymetlimisss, o bisi seçti ver o sol eli biseeee.