• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.75)
yüzyıllık yalnızlık - gabriel garcia marquez
"yüzyıllık yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. yüzyıllık yalnızlık'ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım, ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı. büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü olağan şeylermiş gibi anlatırdı bana. anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. yüzyıllık yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım, kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız."
(tanıtım bülteninden)


  1. gabo^:Gabriel García Márquez^ tarafından kaleme alınmış , yirminci yüzyılın en iyi romanlarından.

    peki bu roman da bizi neler bekliyor ? buendia ailesinin nesiller boyu süren yaşamına " büyülü gerçeklik " bakış açısı altında tanık oluyoruz.

    !---- spoiler ----!

    " Albay Aureliano Buendia , yıllar sonra idam mangasının karşısına dikildiğinde, babasının onu buzu keşfetmeye götürdüğü o çok uzaklarda kalmış ikindi vaktini anımsayacaktı. "

    Buendia aile ağacını atladıktan sonra romanımız yukarıda ki cümle ile başlıyor.

    Jose arcadio ve eşi ursula'nın riohacha dan , sonradan adını "macondo" koyacakları topraklarda ki yaşamını okuyoruz gabo'dan .

    " Evine git de bir silah al, öldüreceğim seni "

    ve öldürdü. o dönemler riohacha da , akraba evliliğinden doğan çocukların domuz kuyruğuna sahip olacağına dair düşünceler vardı. ursula bu durumdan çok korkuyor , kocasıyla birlikte olmuyordu. hatta korkudan bekaret kemeri takıyordu. bir yıllık evlilikleri olduğu halde çocukları olmayan buendia çifti hakkın da dedikodular patlak veriyor ve bir horoz dövücşü sonrası kendisine " horozun belki karına da bir iyilik ediverir" diyen prudencio'yu öldürüyor.

    prudencio ne ursula'yı ne de jose arcadio'yu rahat bırakmıyor. testiye su doldururken , banyo yaparken , bahçede gezerken sürekli prudencio ' yu boynunda ki deliğe ot tıkarken yalnızlık içerisin de bulunuyorlardı. bu duruma daha fazla dayanamayan jose arcadio yanına arkdaşlarını da alarak , evlatlarının , torunlarının , torunlarının torunlarının ve onların torunlarının yaşayacağı toprak olan macondaya göç ediyor.

    macondo'nun , gabo'nun çocukluğunu geçirdiği Aracataca olduğu düşünülür. hatta 2006 senesin de oylama yaparak adını " Aracataca macondo " olarak değiştirirler. o dönemler de ve şu an hala kolombiya da ensest evlilik olağan bir durum olduğu için romanın genelinde bu tarz pek çok ilişkiye şahit oluyoruz. yine aynı şekil de aile büyüklerinin isimlerinin , yeni doğan çocuklara verilmesi de çok popüler olduğu için , soy ağacında ki herkesin ismi ya arcadio ya jose. okur için her ne kadar zor gibi gelse de bir süre sonra roman başında ki soy ağacı yardımıyla da alışıyorsunuz.

    "Babam ne diyor?" diye sordu.
    Ursula, "Çok üzgün," dedi. "Senin öleceğini sandığı için üzülüyor."
    Albay gülümseyerek karşılık verdi. "Ona de ki," dedi, "insan ölme zamanı geldiğinde değil, ölebildiği zaman ölür."

    Albay aureliano buendia ile hükümet ve devrimci libarel ordu arasında ki hiç bitmez bilmeyecek bir savaşa tanık oluyoruz. belki de benim için romanın en önemli kısımları bunlardı. Macondo uzun yıllar huzur ve birlik için de yaşarken birden hükümet tarafından gönderilen sulh yargıcı don apolinar moscote ile durumlar değişir. don apolinar beraberin de askerlerle gelerek macondo halkı arasın da huzursuzluk oluşturur. ulasal bağımsızlık yıl dönümü törenleri nedeni ile tüm evlerin maviye boyanmasını emreder. sanırım macondo halkının hükümet ile tanıştığı ilk olaydı bu. albay sulh yargıcı ile bol bol vakit geçirirken hükümet ve liberal devrimciler hakkın da fikir sahibi olur , yaşanan olayları dinler , aklında ölçer , biçer , tartar ve sonun da yaşıtı arkadaşları ile birlikte liberal olduğunu karar verir. böylece albay aureliano buendia efsanesi başlar. albay , düzenlediği otuziki silahlı ayaklanmanın otuzikisini de kaybeder. yetmişüç pusu , ondört suikast ve bir idam mangasının elinden canlı kurtulmuştur. doğumundan ölümüne kadar olan evrimi ince ince işlenmiştir roman da. belki de en zengin içeriğe sahip olan karakterdir. macondo da doğan ilk insandır ve gözleri açık doğmuştur. küçük yaşlarından itibaren sessiz bir çocuk olan aureliano , babası gibi çingenelerin getirdiği icatlara ilgi duymuştur , küçük çalışma odasına kapanıp küçük metal balıklar yapmaktadır. hatta hükümete teslim olup küçük çalışma odasına geri döndükten sonra bunu bir döngü haline getirmiştir. metalden balık yapar , balığı eritip metal haline getirir ve tekrar balık yapar. maconda ya sulh yargıcı olarak gelip sonradan vali olan apolinar moscote'nin kızı remedios moscote ye aşık olur. fakat remedios küçük bir kızdır , yatağını ıslatan , bebekleriyle oynayan , ilk adetini yaşamamış küçük bir kızdır. yine de iki aile arasında ki gerginliği dindereceğini düşünerek aileler bu evliliğe onay verir. remedios oğlu aureliano jose'nin doğumu esnasın da ölür. albay bu ölümden sonra içine kapanır , sessizleşir ve asla evlenmez. yine de on yedi farklı kadından on yedi farklı erkek çocuğa sahiptir. oğlu aureliano jose yi de gömdükten sonra talihsiz evrimini tamamlar. artık tamamen farklı bir insan olmuştur. kendi ailesinin yanına belli bir mesafeden fazla yaklaşmasını istemeyen , silah arkadaşlarını haksız şekilde yargılayan , paranoyak , suskun , sinirli ve gaddar bir adam ortaya çıkarmıştır. girdiği bütün çatışmalara rağmen yalnızlığın esiri olarak ölmüştür.

    albay aureliano buendia karakterinin gabo'nun dedesi albay nicolas marquez mejia'nın komutanı olan rafael uribe uribe den esinlenildiği düşünülür. uribe uribe bin gün savaşı'ın da önemli bir rol almıştır.

    "Ve bütün yazdıklarında boy boy, biçim biçim Remedios yer alıyordu: Öğlenin ikisinde herkese uyku getiren ağır havada Remedios vardı, güllerin tatlı kokusunda Remedios, ışığa üşüşen pervanelerin gizinde Remedios, her zaman, her yerde Remedios vardı."

    "Belden aşağısı bedenin aşkı, belden yukarısı ruhun."

    aşk , sevgi , sevişmek , çılgınlar gibi , deliler gibi sevişmek. roman da bu duygular ve eylemler pek çok yerde geçiyor.

    Albay aureliano buendia 'nın remedios moscote ye olan aşkı.
    rebeca'nın jose arcadio'ya olan aşkı.
    rebeca'nın pietro crespi'ye olan aşkı ve evlenemeyişleri.
    amarantha'nın pietro crespi'ye olan aşkı , bu uğurda üvey kardeş rebeca'nın mutluluğunu engellemesi.
    pietro crespi'nin hem rebeca'ya hem de üvey kardeşi amarantha'ya aşık olması. ikisiyle de birlikte olamayınca intihar etmesi.

    bunlar sadece buendia ailesinin ilk neslinde yaşanan aşklar ve ihtiraslar. tabi ki birde pilar ternera'mız var. bahsetmemek garip kaçar. kendisi hem albaydan , hem de albayın ağabeyi jose arcadio dan çocuk doğurmuştur. kendisini jose arcadio nun büyük , ihtişamlı erkekliğine teslim ettikten sonra , albaya da acıyarak vermiştir.

    "yüzbaşı ateş emri verdi ve on dört makineli tüfek o anda emri yerine getirdi. ama bütün bunlar gülünç bir oyun gibi görünüyordu. sanki makineli tüfeklere boş kapsül doldurulmuş gibiydi. çünkü tüfeklerin tarrakası duyulduğu ve ardı kesilmeden kurşun tükürdüğü görüldüğü halde, kalabalıkta en ufak bir tepki yoktu. bir anda taş kesilmiş gibi duran kalabalıktan ne bir ses, ne bir soluk duyuluyordu. birden istasyon tarafından yükselen bir ölüm çığlığı büyüyü bozdu. duyulan " aaah, anacığım," avazasesi yeri göğü titreten bir ses, volkanik bir soluk, dünyalar değiştiren bir kükreme olup bomba gibi patladı kalabalığın ortasında. panik içinde bir anda kaynaşan kalabalık, kadınla kucağındaki çocuğu yutup sürüklerken, jose arcadio seguno, ancak öteki çocuğu yakalamaya fırsat bulabildi"

    çok uzun bir alıntı oldu biliyorum. kitapta en çok kanımı donduran kısım burasıydı sanırım. macando'yu kapitalizmle tanıştıran muz şirketi işçilerine adil davranmıyor , uygun koşulları sunmuyordu. jose arcadio seguno nun liderliğinde toplanan işçiler grev başlattı. muz şirketinin sahibi mister brown hükümetten yardım istedi , hükmet orduyu görevlendirdi. açıklama yapacağını söyleyerek üç bin insanı tren garına toplayan ordu , halkın üzerine ateş açtı. cesetleri trenlere doldurup okyanusa döktü. bu olay hiç bir zaman duyulmadı , hatırlanmadı. jose arcadio seguno yaşananları anlattığında kendisiyle dalga geçilmiştir ve muz şirketinin işçilerle anlaşmaya vardığı hatta şölen düzenleneceği söylenmiştir. anlaşma şartlarının uygulanması için ise yağmurun dindiği zamanı göstermiştir. ve bu yağmur dört yıl , on bir ay , iki gün sürmüştür.

    işin kötü yanı bu olayın gerçek olması arkadaşlar. United Fruit Company tarafından işletilen şirkette , çalışma şartlarından ve haksızlıklardan dolayı grev başlamıştır. 12. kolombiya başkanı Miguel Abadía Méndez ve kolombiya muhafazakar parti tarafından şartların görüşülmesi için ordu görevlendirilir. aynı zaman da amerika birleşik devletleri , united fruit company'nin hakları korunmaması halinde kolombiya hükümetini işgal ile tehdit etmektedir. yapılan görüşmelerde sonuca ulaşılamayınca , çatılarda mevzi almış askerler silahlarını halka doğrultur. beş dakikalık dağılma uyarısından sonra aynı anda ateş açılmıştır. resmi açıklamalar da ölü sayısı 9 ve 47 arasında değişse de olaydan sağ olarak kurtulan tanıklar 800-3000 arası olduğunu söylemektedir.

    sanırım şimdilik burada bitireceğim , katliamlar , güçlünün güçsüze baskınlığı beni her daim üzmüştür. belki editleyerek devam ederim veya yeni bir entry yazarım. yine de yazmadan edemeyeceğim.benim için kitabın sonlarına doğru en vurucu iki kısım.

    " kocası, "hayır," diye karşı çıktı. " adını aureliano koyacağız ve aureliano tam otuz iki savaş kazanacak."

    "soyun atası ağaca bağlanır, sonuncusunu karıncalar yer"

    bu bölümde özellikle albayla ilgili yazdım çünkü favori karakterimdi. bunun dışın da hakkın da yazmak istediğim karakterler ; Ursula , amaranta , aureliano segundo , arcadio ve son olarak aureliano - amaranta ursula çifti.

    !---- spoiler ----!

    okumamış olan arkadaşlar , okuyun. hayatınız boyunca okuyabileceğiniz en güzel romanlardan birisi. bir ülkenin tarihi , karakterleriyle , olaylarıyla , büyülü gerçeklik ile bu kadar güzel anlatılabilirdi.

    okuyan arkadaşlar bir daha okuyun , kitapta bahsedilen olayları araştırarak bir daha okuyun , çok daha fazla anlam ifade edecek hepimize. ben yine çok kısa bahsettim olaylardan. çok daha fazlası yazılabilir ve yazıldı da.

    kaynaklar :

    bin günlük savaş

    colonel aureliano buendia

    Yüzyıllık yalnızlık üzerine

    banana massacre

    Rafael Uribe Uribe

    ve başucumda duran kitabım.
  2. latin amerika yazarlarının bu topraklarda bunca beğenilmesinin sebeplerinden biri türkiye'nin tarihsel olarak oraya çok benzemesidir. diğeri marquez'dir.
    zaten kolombiya o bölgenin türkiye'ye en çok benzeyen yeridir.
    kitabın edebi yanının tartışılır bir tarafı yoktur.
    melciades'in kehaneti ile sondan gelirken yazarın anlatımı ile baştan sona doğru ilerleriz.
    alınlarında haç işaretli gençlerin devletçe öldürülmesi, işçi katliamlarının ardından olan biteni hatırlayan kimsenin bulunmaması ne kadar tanıdık geliyor değil mi?
    yüzyıllık yalnızlık sadece bir latin amerika edebiyatı eseri değildir.
    aynı zamanda bu orta kuşak ülkeler denilen siyasi cinayetlerin, katliamların, abd destekli darbelerin yaşandığı topraklarında eseridir.
    o dünyalıdır, ama en çok buralıdır.
  3. neokur isimli siteye yazdığım yorumu editlerine kadar dokunmadan ekliyorum;

    bu roman çok uzun süre elimde kaldı. ilk başlarda inanılmaz sıkıldım. yarısına kadar gelmem 1 ayımı aldı ki tam da emin değilim belki de bir ayı da geçmiştir. çünkü hiçbir şey olmuyordu. her şey durağan ve sıradandı. sonrasında okuduğum diğer marquez kitaplarını düşündüm. hepsinde aynı şey vardı. hepsini okurken aynı hatayı yapmıştım. alıştığım, popüler kültürehizmet eden kitaplar gibi değildi marquez'in kitapları. finali için okunmamalıydı, aksine finalde sarsıcı, şaşırtıcı hiçbir şey olmazdı. güzellik, kitabın sonunda değildi; güzellik; her cümleye özenle, parça parça serpiştirilmişti. büyülü gerçekçiliğin en büyük temsilcisi, her cümlede bir final yaratmıştı ve yüzyıllık yalnızlık bu büyülü cümlelerle yazılmış bir destandı. ben bunu kitabın yarısında fark edebildim. zaten sonrasında da kitabın kalan yarısını kısa bir sürede bitirdim.

    hikaye bir yana, o nasıl bir üsluptur ki marquez' in veda mektubu ismiyle paylaşılan o uydurma mektubun daha 3. satırında bunu marquez yazmış olamaz dedirtebilmiştir bana. bir kitap düşünün ki baştan sona bir eşi daha olmayan bir üslupla yazılmış olsun. bu üslup kurulurken zamanımızda denenen ve benim en naif tabirle zorlama olarak niteleyebileceğim hiçbir yola başvurulmamış olsun. bir paragraf düşünün ki; o paragrafta yazar dünyalar güzeli bir kızı alıp göğe uçursun ama siz tüm o paragrafı ''susadım ve su içtim'' cümlesi kadar basit, sıradan, doğal bir şeymiş gibi okuyun. marquez' in elinde kelimeler yeni anlamlar kazanıyor ama eski anlamlarını da kaybetmiyor. marquez bir kızın göğe uçtuğunu yazdığında, uçmak fiili insanlara özgü(!), sıradan(!) bir eylemi niteliyor o cümlede; ama uçmak dendiğinde aklınıza gelen ilk şeyi de karşılamaya devam ediyor aynı zamanda.

    kitabın içeriğinden bahsetmeye kalkarsam burası yetmez bana. bambaşka bir şekilde yaradılışı, dünyada insanın varoluşunu anlatıyor marquez. o çok büyük bir yazar ve çok büyük yazıyor. bana sadece hayranlık duymak ve asla onun kadar iyi yazamayacağımı bilip üzülmek kalıyor.

    edit: bir aksilik olmazsa yakında bu incelmeyi tamamen değiştirip, gereksiz övgülerden arındırıp bu kitabın aslında ne olduğu, neden bu kadar güzel ve önemli olduğuyla ilgili uzun bir şey yazacağım üşenmezsem. yeni yetme bir ergenin gelip de anlamadan, bilmeden bu kitaba ve yazara sallaması kabul edilemez bir şey çünkü. bugün dünyada hala edebi romanlar yazılabiliyorsa bu kitabın çok büyük bir payı vardır bunda. don kişot dünya edebiyat tarihi için neyse, bu kitap da modern zamanlar için odur işte. (17.06.2016 bu editin tarihi)

    edit 2: yüzyıllık yalnızlık için ''kötü kitap'' diyenlere kızıp bir edit eklemiştim şimdi o editin hakkını vermeyi deneyeceğim. öncelikle daha ilkokul sıralarında bazı kavramların subjektif olabileceğini ''zevkler ve renkler tartışılmaz'' cümlesiyle öğrenmiştik hepimiz. derdim kitabı beğenmeyenlerle değpil yani. beğenmiyorsa okumaz ve elbette neden beğenmediğini de anlatır. ama nasıl ki onun kitabı eleştirme özgürlüğü varsa benim de onun eleştirisini eleştirme özgürlüğüm var. önce şunu merak ediyorum; bu öz güveni nereden buluyorsunuz. yani bugün bir klasik müzik sitesine girip de ''mozart çok kötü bir müzisyen ya'' yazabilecek cesaret yok bende. peki siz nasıl oluyor da her ne kadar adının hakkını veremiyorsa olsa da bir kitap sitesinde, tarihin en büyük yazarlarından birinin en önemli yapıtı hakkında ''boş kitap'' diyebiliyorsunuz?

    önce size marquez' i bir anlatmak gerek. bunun için ekşisözlük' ten bir entry alıntılıyorum;

    ---alıntı--------
    bir tanıdığım kolombiyada tanışmıştır kendisiyle. yazarla ilgili aktardığı bir anekdotu yazmak istiyorum. kolombiya'da uluslararası bir film festivali vardır. önemli bakanlar, başbakan, ülkenin önde gelen bürokrat ve aydınları ve tabi ki marquez de ordadır. açılış dolayısıyla konuşmalar yapılacaktır. önce kültür bakanı çıkar:
    - "sayın marquez, başbakan ve değerli konuklar. hepiniz hoşgeldiniz". ardından konuşmasını sürdürür. ondan sonra sazı eline başbakan alır:
    - "sayın marquez, şili devlet başkanı, kültür bakanı ve saygıdeğer konuklar". oda bitirir ve şili devlet başkanı bir konuşma için çıkar:
    - "sayın marquez, kolombiya devlet bakanı ve herkese hoşgeldiniz diyorum".
    -----alıntı------ (13.11.2006 11:16 tarih ve saatli khaotik nickli yazarın entrysi)

    bu kısa anektod sanırım marquez' in nasıl bir isim olduğunu anlamanzıa yeter.

    gelelim yüzyıllık yalnızlık' a. büyülü gerçekçilik diye adlandırılan akımı marquez yaratmadı, bu tanımı da marquez bulmadı ama bu akımın belki de en güzel örneğini yüzyıllık yalnızlık ile marquez sundu. distopyaların, ütopyaların, post modern romanların arasında klasik roman kurgusu ve mantığıyla yazılan bir kitabın bir başyapıt olabileceğini, klasik romanın ölmediğini dünyaya gösterdi. kitabın ana temasını yalnızlık olarak belirledi, bir aileyi yalnızlık ile lanetledi ama bunu yaparken de arka fonda bir ülkenin hatta dünyanın varoluşunu anlattı. tüm bunları benzersiz ve leziz bir üslupla yaptı. ama sen bu kitabın neden bu kadar övüldüğünü anlamaya çalışmak yerine, lan bu kadar usta bir yazar, -hatta usta olmasına gerek de yok ya neyse- neden sürekli aynı isimleri kullanmış da kafa karıştırmış acaba diye düşünme zahmetine bile girmeden ''isimler birbirine benziyor, karışık, sıkıcı, boş kitap'' deyip köşene çekildin. o benzer isimlere sahip insanların benzer kaderlere de sahip olduğunu göremedim. her karakterin aslında daha önceden yaşanmış bir hayatın farklı bir versiyonunu yaşadığını, kitap boyunca zaman kavramının lineer bir çizgide gitmediğini, bir çemberde aktığını göremedim. spoiler' in tillahı geliyor şimdi; kitabın sonunda, kaderini okuyan adamı,n o kaderi okumasının da yaşadığı kaderin bir parçası olduğunu görüp heyecanlanamadın, vay be! diyemedin. çünkü ne bunları görebilecek bir bilgi birikimin vardı ne de merakın ve çaban.

    bir konuda sana katılırım; evet kitap başta sıkıcı. sıkıcı çünkü daha önce okuduğun polisiyelere benzemiyor. o akdar basit değil, kolay değil. donnie darko' yu gece yarısı uykun kaçınca show tv' de izlediğin aksiyon filmleri gibi izlersen donnie darko da sıkıcı ve anlamsız gelir ama ben o filmi 7 8 kez izledim, aynı yerinde 3 4 kez ağladım. yönetmenin -ki senaristi de kendisi- lise yıllarında yazmaya başlayıp profesyonel kariyerinde uzun metrajlı ilk filmi olan donnie darko elbette ki tv' de gösterilsin diye 3 günde yazılıp 1 ayda çekilen o filmlerdend aha yoğun, dolu ve karışık olacak. bu kitap da öyle işte. öyle 2 3 ayda ilham gelip de yazılan bir kitap değil. içerisinde aforizmalar, twittera yazınca fav alacağın cümleler barındıran bir kitap değil. altını çizebileceğin cümleler çok fazla değil, değil çünkü o cümleri oradan alıp başka bir yere koyduğunda hiçbir anlam ifade etmiyor. o cümle orada güzel, öncesi ve sornasıyla güzel, o hikayede güzel, o karakterle güzel...

    daha çok şey anlatır ya da yazarım bu kitapla ilgili ama araştırma kısmı size kalsın diye başka bir alıntı ile bitiriyorum;

    ''bir edebiyat aşığı ve kitap delisi değilseniz, sıkıcı gelebilir.''
  4. insanda yazar olma isteği uyandıran,marquez'in daha iyisini yazabileceğini söylediği ama aşılması neredeyse olanaksız kitaptır.isim benzerliklerinden karakterleri takip etmek zor gibi görünsede karakterler birbirinden kesin çizgilerle ayrılır.romanı yazarken albayın öldüğü bölümde eşi marquez'in odasına kapanıp haftalarca ağladığını anlatır,böyle bir travma ile yazılan latin amerika edebiyatının yapı taşıdır.bir kez okumak kesinlikle yeterli değildir.
  5. !---- spoiler ----!

    doğrusal ve döngüsel olmak üzere iki zaman kurgusuyla sürer kitap. bir yandan kasabanın ve ailenin kronolojik olarak ilerleyip genişlemesi öte yandan aile içinde adları birbirine konup duran karakterlerin bir yineleme biçiminde tekrarlanması bu iki zaman kavramının romandaki izdüşümleri. -tabi sendeleyip ayağını burkan zamanın kalkarken odaya bıraktığı bir zaman parçasının odanın zamanın yıpratıcı etkisinden sıyrılmasını sağlaması parıl parıl parlayan kırık ayna parçaları kadar gösterişli. aile fertlerinin yaptıkları işleri bozup yeniden yapmaları da bu bağlamda değerlendirilebilir.

    romandaki erkekler birer karakter özelliği gösterirken kadınlar daha çok 'tip'ler şeklinde karşımıza çıkıyor. bu kadınlarla, onlar tarafından olmasa da, her biri neredeyse eşit yalnızlık ve korku içinde büyüyen çocuklar kasabayla ve evleriyle birlikte yazgıyı yineleyerek, aynı zamanda ilerlemenin karşı konulmaz sürükleyiciligiyle yaşıyorlar. bu, kuruluşu ve bir daha tekrarlanmamak üzere yok oluşu arasında kasabanın ve ailenin başarısızlığının öyküsüdür.

    her ne kadar kolombiya tarihi ve marquez'in hayatından derin izler taşıyor olsa da romanda diğerlerine kıyasla üstün tutulan bir siyasi görüş sezemedim. hepsi aynı kötülükte kurgulanmış gibi. belki de her kesimden okuyucu bulabilmesi açısından önemli bir durumdur bu.

    romandaki 'magic realism' alıştığımız, tanıdığımız naturalist kurguyu epey örseliyor ve bu, eserin değerini, anlatımdaki çekiciliği gümüşten balıklara elmas gözler takmışçasına arttırıyor. mevcut kurgular tabiata tâbi, biz buna başı yerde ayakları gökyüzüne uzanmış, "amuda kalkmış" gerçekçilik diyelim.^:swh^

    !---- spoiler ----!