1. utandığım hikayelerimden bir tanesini aklıma getirdi. sanırım 90'ların başıydı, internet yok, tv'lerde yabancı diziler şimdiki gibi orijinal dilde yayınlanmıyordu. (kuzen larry ve balki'nin dublajlı halini tv'de izlerken sesi kısıp, radyoda ilgili kanalı bulup ingilizcesini dinleyerek kendini yetiştirmeye çalışan bir nesildik, o da ayrı bir başlık konusu tabi) ingilizce pratiğe giden en önemli yollardan biriydi mektup arkadaşlığı. öyle mal gibi her hıyarım var diyene mektupla tuz göndermeye çalıştığım bir dönemdi nihayetinde. michael bolton'a da aşığım, kaset (!) çıkarmış, televizyonda klipleri döndükçe izleyerek her hareketini ezberlemeye çalışıyorum. yanında dans eden kızlar kot ceketlerinin altını mı kesmişler, ben de kesiyorum. kliplerden ya da o dönemin gençlik dergilerinden takip ettiğim kadarıyla michael bolton ve kenny g. süper arkadaşlar, aralarından su sızmıyor. ikisini de çok beğeniyorum. bol da mektup kağıdım var evimde. bir akşam oturdum başladım michael bolton'a mektup yazmaya, sanırım dergilerin arkasında yıldızların po boxları vardı. o dönem idyllic kelimesini yeni öğrenmişim, nedense kulağıma çok hoş geliyor kelime. türkiye'de yaşadığımdan, memleketimin idyllic bir yer olduğundan dem vuruyorum ki o yaşta kaç il gördün deseler plaka söyle il adını sana geri vereyimden öte bir yanıtım yok. taşı toprağı övdükten sonra asıl konuya geldim, kendisini bu kadar övdüğüm memleketime davet ettim tüm cesaretimi toplayıp. tabi ki ufak beynim adamın herhangi bir otelde kalabileceğine basmadı, evimize davet etmekte herhangi bir beis görmedim. kapanışta da kenny g.'ye lütfen benden selam söyleyin diye bitirerek türk milletinin zekasını diplere vurdurdum. mektubum eline geçti mi bilmiyorum ama buradan kendisine sesleniyorum; annemlerin salon halen müsait.

mesaj gönder