• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.42)
baran - mecid mecidi
17 yaşındaki azeri latif, tahran'daki bir inşaatta ameledir. aynı inşaatta kaçak olarak çalışan bir afganlı iş kazasında yaralanınca latif'in hayatı da beklenmedik bir yön alır. sakatlanan işçinin yerine oğlu rahmat çalışmaya başlar. kalabalık ailesini geçindirme derdindeki bu çekingen genç, bir süre sonra istemeden de olsa latif'in kantindeki işini elinden alır. o andan itibaren latif, rahmat'a karşı büyük bir kin beslemeye başlar. ancak bu büyük kin, bir sırrın açığa çıkmasıyla büyük bir aşka dönüşecektir.
  1. aşk ne kadar güzel anlatılabilirse o kadar güzel anlatmıştır aşkı mecidi. bu yüzden film hakkında söylenmesi gereken çok şey yok aslında. filmi yüceltmek adına söz söyleyen, farkında değil belki ama ondan, dolayısıyla aşktan bahsetmekle kendi sözünü güzelleştiriyor. bunun en güzel örneği nazan bekiroğlu nun fıtratın dili başlığıyla zaman gazetesinde yazmış olduğu yazıdır. şöyle ki:

    baran: fıtratın dili

    iranlı yönetmen mecid mecidi’nin filmi “baran”, hayatın sert yanına çevrilmiş bir masal ışıldağında küçük sahneler üzerinden akıtılmış aşka dair büyük bir hikaye. hazin ve zengin. rikkatli bir doğu dili.

    “sinema dili” diye bir ara başlık açmak niyetinde değilim. sadece zannımca, münferit parıltılarına rağmen kesintisiz ırmağının ortak dilini bir türlü bulamamış türk sineması gibi romanının da yitik malını sahiplenir gibi sahiplenmesi gerekenin böyle bir dil olduğunu işaret etmekle iktifa edeceğim. şarkın bilgeliğinde halin dili.

    o dil ki, tepeden tırnağa aşk olan bir hikayede kahramanlar bütün şunları kimi taşarak kimi sızarak ayan beyan söylüyorlar. ama erkek olan aşka dair tek kelime etmeden, kadın olansa değil kelime etmek sesini bile işittirmeden.

    erkek (her sahnede/her haliyle)

    sen geldin. benim eziyetim dokundu sana. ama bağışla, senin sen olduğunu bilmiyordum. ne zaman ki öfkemin üzerine indi yağmur. o zaman duruldum.

    sen saçlarını tararsın. ben seni, puslu aynanın içinde bir resim, ağır ağır uçuşan perdenin üzerinde bir gölge olarak fark ederim. masal keser dört bir yan. seni yeşiller içinde bir cennet çiçeği velvelesinde ilk kez gördüğümde, sen o musun, diye sormam bile. bilirim ki rengini gizlesen kokunu saklayamazsın, perdeni çeksen ışığını boğamazsın. benim gördüğüm benim rüyamda kalır. senden şüphelenmek yerine çimento yanığı göz bebeklerimden şüphelenmeyi yeğlerim. fark ederim aynanın sırtındaki sırrı. eksiğim gibi durduğunu. güvercinlerin kanat sesleri inşaat işçilerinin yanık türkülerine karışırken fıtratın dilinde işlemeye başlarım. bir yanımdan sakinleşir ama bambaşka bir yanımdan taşarım.

    bir başka aynada tanırım kendimi. bundan böyle hoş-halim. latifim. gördüm ya seni görülmek de isterim. yağmurun rengini ateşte seçerken ne yana gitsen sana dönerim. çıkarırım alnımdaki kara bağı. bahtımı ekmeğine bağlarım. anlamsız varlığım anlam bulur. başkalaşırım. mademki elinin dokunduğu her şey, bir bardak çay, iki parça şeker olsa bile. harikulâde bir şey.

    çamura saplanmış kara lastik pabucun bütün masallardaki kristallerden daha varlıklıdır. ama yokuşun dik senin, yükün ne kadar ağır. senin taşıdığın benim belimi büküyor. sen ezilme, bel verme diye her şeyden vazgeçebilirim. sarı bir sayfanın resmiyeti üzerinden kazınan vesikalık bir fotoğraf gibi bir anda kimliksiz kalabilir, ismim gibi cismimden de geçebilirim.

    kadın (sadece bir sahnede/peçesini indirmesiyle)

    daha düne kadar yüzüm açıktı sana. aramızda masumiyet ihlaline dair bir hece yoktu. çünkü senin farkında olmadığım gibi benim farkımda olduğunun da farkında değildim. ama şimdi bir bilmek halindeyim ki yüzüm, keskin inen bir satırın gürültüsünde, her şeyi karanlığa boğan bir perdenin düşüşü kadar ani ve kesin, senin yüzüne kapalı bundan böyle.

    çünkü beni fark ettiğin anda ve bunu benim de bildiğim anda ne senin senliğin ne de benim benliğim kalır. geriye sadece içimizde taşıdığımız âdem ve havva ve aramızdaki ezel olasılığı kalır. bu yüzden şimdi sadece yüzümü değil kalbimi de her an izleyen bir çift göze dair terbiyeyle, aramıza bir uçurum koyuyorum. senden kaçıyor, kendimi senden gizliyorum.

    ama. aşkın koşulanda değil kaçılanda, açılanda değil kapananda olduğunun da bilgisindeyim. peçemi örterek açıyorum sana kapılarımı. dahası ezeli bir bilginin ürpertisi yüzüme sinerken aramıza bir senlik ve benlik davası sokuyorum. seni ben karşısında tanımlıyorum yani. sana yer veriyor, baha biçiyorum. o dairede kendimi tamamlıyorum. senden gizlenerek seni sen, beni ben yapıyorum. böylece benim için taşıyabileceğin bütün anlamların farkında olduğumu da beyan ederek benim kadın senin erkek olduğumuzu yüzüme indirdiğim şu peçede aşikâr ediyorum. bu halimle seni bir mümkün olarak gördüğümü itiraf ediyor, senle ben arasındaki bütün ihtimallere evet diyorum.

    edit: filmdeki etnik unsurların çeşitliliği iranın etnik ve toplumsal yapısı hakkında izler taşıyabilir fakat filmin asıl meselesi bu etnik unsurlar değil afgan'lardır. afganistan'da çıkan savaştan dolayı iki milyona yakın(yanlış hatırlamıyorsam sayıyı) afgan mülteci iran'a iltica ettiği bir dönemi konu alıyor. şu an suriyeli mültecilerin yaşadığı durumla türkiye'nin içinde bulunduğu durum filme çok yakın düşmekte diyebiliriz. neyse filmde baran(inşaatta rahmet olarak isimlendirilmesi de islam literatüründe baran'ın yani yağmurun rahmetin tecessüm etmiş haline gördermedir) ın hiç konuşmamasını bir röportajında "afgan'lar konuşamıyor" şeklinde yorumlayarak yerinden yurdundan olmuş afganları temsil ettiğini söylemiştir.

mesaj gönder