1. lisedeydim. lisede satranç oynamak bir ekoldü. en azından bizim lisede. çünkü bölgenin en boktan okulunda okuyordum. o zamanlar oks mi lgs mi adı artık her ne idiyse onu kazanamamış tıpış tıpış ailemin serseri olacağımı düşündüğü bir liseye kaydımı yaptırdım. lisede 9. sınıfta karma sınıflar vardı hatırlarsınız. daha sonra ayrışıyorduk alanlara. neyse işte. bütün bir sene yalnızca derslere gidip (hiç devamsızlık yapmazdım çünkü evdeki huzursuzluklardan uzak kaldığım tek yer okuldu) kitap açmadan bütün dersleri verdiğimden çok iyi hatırlıyorum ikinci dönem ibrahim diye bir arkadaşımı satranç takımını getirmeye ikna ettim. neyse gel zaman git zaman böyle devam ediyordu. bir gün coğrafya öğretmeni cem bey ile uzay ve yıldızlar konulu birkaç ergen sorusu ve yanıtı konusunda geçen diyalogtan sonra cem öğretmenin ders aralarında zaman zaman satranç oynarken bizi gördüğünü anladım. cem öğretmen çok tatlı bir insan, allah uzun ömür versin. okulun satranç kulübu o sene yoktu diye hatırlıyorum. bu kulüpler okulun zorunluluklarından değildi muhtemelen çünkü okulun yaralanmalı kavgaları dışında pek bir olayı yoktu. ertesi sene cem öğretmen ile mehmet ali öğretmenin kurduğu bir satranç kulübü olduğunu öğrenmem uzun sürmedi. çünkü cem öğretmenle aynı senenin yazı çalıştığım iş dolayısıyla karşılaşmıştım. evine gidip aldığı tvnin servis kurulumunu yapmıştım. öğretmenimin biraz şaşkınlık dolu biraz takdir eden bakışlarıyla artık başka bir bağ kurduğumuzu anlamıştım. sanırım okuldaki mankafa taifesinden ayrışabileceğimi düşündü. ya da bilmiyorum o zamanlar ergenliğin verdiği bütün gerizekalılıkları kendi üzerimden denediğimden pek net hatırlamıyorum (hatırlamak istemiyorum) 10. sınıfa gelip fen bölümünü seçtiğimde nispeten daha aklı başında insanlar vardı sınıfımızda. (en azından kavga eden insanlar ayrışmıştı-çok iyi hatırlıyorum türkçe-sosyal okuyanlara mankafa gözüyle bakıyorduk- sebebini o zamanlar pek düşünmüyordum ama şimdi anlıyorum ki genelde kavgacı tipler oradaydı) 10. sınıfta satranç kulübüne dahil oldum. turnuva yapılacaktı. turnuva öncesinde haftada en az bir kere toplanıp oyun oynuyorduk. cem öğretmen ve mehmet ali öğretmen (kimya labaratuvarında derslerden sonra en az iki saat kendi mesailerine ek bizim için bekliyor satranç oynuyorlardı. o zamanlar pek kıymetli değildi belki ama şimdi anlıyorum bunun kıymetini) hemen bir turnuva düzenleyip a4 boyutlu kağıtlara bir word çıktısı alıp bütün binalara astılar. turnuva günü geldi çattı cem öğretmen bilgisayarına kurduğu bir satranç turnuvası yazılımıyla eşleştirmeleri yaptı. zatıaliniz son maça kadar 7'de7 geldi. son maçım 7 maçta 6 galibiyet alan afgan bir yavşaktı. kusura bakmasın arkadaş ama yaptıklarını yavşaklığı yıllar geçse de unutamıyorum. adını hatırlamaya çalışıyorum da hatırlayamıyorum. neyse hatırlarsam editlerim artık. bu it ile karşılaşacağımı ben son maçımı yaptığım sırada zaten biliyordum. turnuvada 2 afgan öğrenciyi hacamat etmiştim ( hahaha söz uyumuna bak hele) götlerine dizlerine dursun şimdi hakkını vermek lazım bayağı canlarını yakmıştım. neyse son maçlar başlayacağı zaman ben 7 maçta 7 bu zat 7 maçta 6 galibiyet almıştı. yani benim 7 onun 6 puanı vardı. buna en yakın rakipler 5 5/5 puan barajında olduğundan bilgisayar ikimizi eşleştirdi. maça başlamadan ben bir şampiyon edasına büründüm. hayatımda ilk defa, evet ilk defa bi işe yaramıştım. şampiyon olmuştum. koskoca okulun satranç şampiyonuydum. ben böyle bir ruh halindeyken hayat bana bir nah çekiyormuş nereden bileyim. satranç taşlarını dizdik. bilgisayarın bize atadığı renklerin karşısına geçtik. tam başlayacağımız sırada etrafımızı çevirmiş 4 5 kişilik afgan öğrenci grubu arasında sanki bir kişiye karşı değil de karşımdaki vücutları kas spazmından katmerli japongülü gibi açılmış zırtoların hepsine karşıydım sanki. ayağa kalkltım cem öğretmenin masasına gittim. öğretmenime bu maçının sonucunun ne olduğunun önemli olmadığını yenilsem bile benim şampiyon olamayacağımı sordum. öğretmen bunun sonucunu bilgisayarın vereceğini, bunu bilemeyeceğini söyledi. adam haklıydı ne deseydi? gidip yerime oturdum 6 mal gibi adamın ortasındaydım. özgüvenimden hiç kaybetmeden maça başladık. maça dair hatırladığım tek şey şuydu. rakibimin her siktirboktan hamlesine etrafımızdakilerin sanki çok anlıyorlarmış gibi heyecanlanıp bazı nidalarla ortam yaratmalarıydı. her şey çok normal gidiyordu oysa. az önce darmadağın ettiğim güruh resmen başkasının zikiyle gerdeğe girmeye çalışıyordu. her tehlike arz edebilecek hamlede kamışları kamaşıyordu sanki. bu baskıya rağmen sonuna kadar direnip iyi bir maç çıkardım. maçı kaybettim. sonuç bilgisayara girilip sıralama görüntülendiğinde hayatımın en büyük başarısının kıyısında beklediğimi gördüm. o şampiyonluğu alamadım. puanlar eşitlenmişti oysa ki. nereden bilebilirsin iki kişi arasındaki zafer ve mağlubiyetin şampiyonu belirleyeceğini. yani insan ister istemez bir buruluyor. o kadar mal arasında turnuvaya katılanlar arasında 2. olmuştum. evet böylece sevgili youserlar hayatımda aldığım en eften püften başarıyı sizler de öğrendiniz. birinci olsaydım belki de eften püften olmayacaktı. sonuç mu? sonuç olarak cem öğretmen gibi bir insan artık öğretmenliği yanında bir abi oldu o günlerden sonra. çok harika insanlar gerçekten. ha bir de 1. 2. 3.ye satranç takımı ödül olarak verildi. satranç takımım yoktu. ucuz bir şey de olsa bir satranç takımım oldu. bir de bütün okulun önünde ödül almak vardı. yavşak müdür tokalaşırken yanağını değil boynuzlarını değdirerek tebrik etmişti. ismim açıklandığında yalnızca sınıf arkadaşlarımın çığlıklarıyla gururlanmıştım. zaten o günden sonra başarı falan çok umurumda olmadı. bu işte lan. düşünün sevgili youserlar. aldığım tek başarı bu. aklıma geldikçe hala bir yandan sevinir bir yandan üzülürüm.

mesaj gönder