1. Daha önceden başlangıcını yaptığım derleme yazısına devam ediyorum. Önceki yazı için;
    1- (#110434)
    2- Şu anki yazı
    3- (#111414)

    Sonraki yazımda doğal seçilim nedir? En uygun olanın hayatta kalması gibi soruları açıklamaya çalışacağım.

    Derlemenin bu kısmı, evrimin biyocoğrafya, karşılaştırmalı anatomi ve embriyoloji alanından kanıtlarından genel olarak bahsedecek. Başlayalım;

    Darwin’in değerlendirdiği evrim kanıtları paleontoloji (fosil araştırmaları), biyocoğrafya (canlıların coğrafi dağılımı), karşılaştırmalı anatomi ve embriyolojiye dayanmaktaydı. Moleküler biyolojinin gelişmesiyle birlikte evrimsel biyoloji en ikna edici kanıtlarını bulmuş olmasına rağmen Darwin zamanında moleküler biyoloji emekleme aşamasında bile değildi.

    1950’lerden sonra (yani Darwin’den yaklaşık yüz yıl sonrası), DNA’nın keşfi ve gen haritasının çıkarılması ile birlikte moleküler biyoloji alanında yapılan çalışmalar canlıların evrimsel tarihinin yeniden inşa edilmesini, evrim ağacının eksiksiz şekilde kurulmasını mümkün kılmıştır.

    Evrim araştırmalarındaki muazzam ilerlemeler sayesinde, canlı organizmaların evrimsel tarihindeki bilgi boşluklarının artık bulunmadığını ileri sürmek şu anda mümkündür.

    Sırayla evrimin kanıtlarına genel geçer şekilde göz atalım;

    Biçimsel Benzerlik
    İnsanlar, atlar, fareler, balinalar, yarasalar, kuşlar ve kaplumbağalar bulundukları doğal ortamın çeşitliliğine rağmen, çarpıcı derecede birbirine benzer iskeletlere sahiptir. Tümüyle pratik bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, aynı kemiklerden oluşmuş ön uzuv yapılarıyla bir deniz kaplumbağası veya balinanın yüzmesi, bir atın koşması, bir insanın yazı yazması, bir yarasanın uçması heyecan vericidir. Bir mühendis, tüm bu amaçlar için ayrı ayrı ve her bir canlı için daha kullanışlı uzuvlar yaratabilirdi. Fakat bu kadar benzer iskelet yapılarının (ki az sonra bahsedileceği üzere bunlara homolog organ denilir) farklı hayat tarzlarına uyum göstermesinin cevabını yalnızca evrim açıklayabilir.

    Bilim insanları bu tür yapılara homolog ya da kalıtımla miras alınmış benzerlikler der. Yani homolog bir yapı, bütün türlerin benzer yapıyı gösteren ortak bir atasından evrilmiş ve sonra doğal seçilimle değişerek, farklı hayat tarzlarına uyum sağlamıştır. Homolog organların benzerliklerinin oranı ne kadar fazlaysa evrimsel akrabalık da o kadar yakındır denilebilir. Örneğin, memeli türlerinin kendi arasındaki benzerlik, memelilerle kuşlar arasındaki benzerlikten fazladır; memelilerin kuşlarla olan benzerliği ise balıklarla olan benzerliğinden daha fazladır.

    Dolayısıyla, yapıdaki benzerlikler evrimi ortaya koymakla kalmaz, organizmaların evrim ağacının yeniden inşa edilmesini mümkün kılar.

    Hayvanların anatomisi, onların hayat tarzına uymak için tasarlanmış olduğunu gösterir. Ama bir mühendisin tasarlayacağı gibi “zeki” bir tasarım değil, doğal seçilimle ortaya çıkmış, “kusurlu” bir tasarımdır. Organizmanın tasarımının bir yaratıcı tarafından tasarlandığını gösteren argümanların aksine, insan ve diğer canlıların vücudundaki kusurlar, evrimin kanıtıdır.

    Ayrı soylarda bazen, bağımsız olarak benzer özelliklerin evrildiğini görürüz. Bunlar analog yapılar olarak bilinir. Bu yapılar homolog yapılara benzeseler de, ortak bir atadan değil, canlıların aynı ortamda yaşamalarından ileri gelen bir “yakınlaşmadan” kaynaklanırlar. Örneğin yunuslar geçen 50 milyon yıl boyunca karadaki memelilerden evrilmiş su memelileridir (evet yunus bir balık değil memelidir). Fareler insanlardan ne kadar uzaksa, ikisi de suda yaşayan canlılar olmasına rağmen yunuslar da balıklardan o kadar uzak akrabadır diyebiliriz.

    Yine de yunuslar, balıkların bedenlerine benzeyen aerodinamik bedenler geliştirmişlerdir. Yunuslarla balıklar arasındaki dışarıdan bakınca birbirine benzeyen analog yapılar, homolog organların aksine ayrıntılarda birbirinden çok farklıdır. Örneğin insanlar, köpekler, balinalar ve yunusların ön uzuvlarının iskeletleri, benzer şekilde düzenlenmiş bileşenlerden oluşur; humerus, ulna ve radius. Bilek kemikleri (karpal kemikler), el tarakları (metakarpal kemikler) ve parmak kemiklerinin sayısı (falankslar), düzenlenmesi aynıdır.

    Bir yunusun ve bir ton balığının yapılarının, yüzmek ve okyanuslarda yaşamak için “tasarlandığı” açıktır. Ama tasarımın ayrıntıları çok farklıdır. Örneğin yunusların aksine, ton balıklarında nefes almak için solungaçlar bulunur. Bu farklılık söz konusu yapıların analog olduğunu gösterir. Benzer şekilde bir kuşun ve bir yarasanın kanatları uçmak için tasarlanmış olsa da, anatomik ayrıntıları bakımından büyük farklılıklar gösterirler.

    Embriyolojik Benzerlik
    Darwin’in ardından gelen evrimciler, embriyoların gelişimindeki benzerlikler üzerinde yaptıkları çalışmalarla birçok evrim kanıtları buldular.

    Balıklardan kertenkele ve insanlara kadar tüm omurgalılar, embriyo döneminin ilk aşamalarında çarpıcı şekilde benzerlik gösteren biçimlerde gelişmişler, ancak embriyo olgunluk dönemine yaklaşırken, kendi türlerine doğru farklılaşmışlardır. Bu benzerlikler, yakın ilişkili olmayan organizmalar göre (insan ve kertenkele), birbiriyle daha yakından ilişkili organizmalar arasında (insan ve maymunlar gibi) daha uzun süre varlığını korur.

    İnsanların ve suda yaşamayan başka omurgalıların embriyolarında, solungaçlarla nefes almamalarına rağmen, solungaç yarıkları görülür. Bu yarıklar bütün omurgalıların embriyolarında bulunur, çünkü ortak ataları, bu yapıların ilk kez gelişmiş olduğu balıktır. Ayrıca, insan embriyolarında, gelişimlerinin dördüncü haftasında gayet beliren bir kuyruk görülür, altıncı haftada bu kuyruk en uzun boyutuna ulaşır. Köpekler, atlar ve maymunlar gibi başka memelilerin embriyolarında da benzer kuyruklara rastlanır. Ne var ki, insanlarda bu kuyruk nihayetinde kısalır ve yetişkinlerde bir kalıntı olarak kuyruksokumu kemiği halini alır. Embriyolojik kalıntılar, zeki tasarım iddialarına ters düşer; doğumdan sonra kaybolacaksa, neden bir yapının gelişimin erken aşamalarında tasarlanması gereksin ki?

    Evrim sayesinde embriyolojik dönemde görülen kalıntıları anlamlandırabiliyoruz.

    İnsandaki solungaç yarıkları gibi, hiçbir zaman tam olarak gelişmemiş embriyolojik kalıntılar, her tür hayvanda ortaktır. Ne var ki bazıları, yetişkinlerde evrimsel ataları yansıtan kalıntılar olarak varlığını sürdürür. İnsanlarda bu kalıntılardan biri apendiks’tir (apandisit)

    Apendiks, otoburlar gibi memelilerde bulunan, geniş bir körbağırsakla birlikte bakteri yardımıyla sindirilmesi için selülozun depolandığı bir organ olmasına rağmen, insanlarda düşük miktarda işlevi olan (insanda apendiks düşük miktarda lenfoid doku bulundurur) bir kalıntıdır.

    Kalıntılar, tasarımla yaratıma karşı kanıt oluşturan, ama doğal seçilimle evrimin sonucu olarak tam anlaşılabilir kusurluluk örnekleridir.

    biyocoğrafya
    Bitkiler ve hayvanların dünya çapında farklılık gösteren coğrafi dağılımı ve takımadaların farklı floraları evrimin kanıtıdır. Yaklaşık 250.000 bitki türü, 100.000 mantar türü ve bir milyonu aşan hayvan türü, kendisine özgü ekolojik ortamda (ki buna “niş” denir) bulunur. İnsanlar, köpekler gibi bazı türler dünya üzerinde çok geniş coğrafi dağılıma sahipken bazı türler yalnızca sınırlı bir çevrede çeşitlenmiştir.

    Evrim, biyolojik çeşitliliğin, yerel veya göçmen türlerden evrimleşen yeni türlerin doğal çevrelere uyum sağlamasının nasıl olduğuna açıklama getirir.

    Örneğin;
    Yaklaşık üç milyon yıl önce Panama kanalının ortaya çıktığı tarihe kadar, Kuzey ve Güney Amerika’daki memeliler birbirinden yalıtılmış halde yaşıyorlardı. Bu kanal oluştuktan sonra kuzeyden güneye veya güneyden kuzeye doğru bitki ve hayvan türleri göç etmiştir.

    Dünyadaki kıtaların her birinde o kıtaya özgü hayvan ve bitki toplulukları bulunur. Afrika’da gergedanlar, hipopotamlar, aslanlar, sırtlanlar, zürafalar, zebralar, lemurlar, şempanzeler ve goriller bulunur. Afrika’yla hemen hemen aynı enlemde yer alan Güney Amerika’da ise bu hayvanların hiçbiri bulunmaz, bunlar yerine pumalar, jaguarlar, lamalar, rakunlar, keseli sıçanlara rastlanır. Avustralya’da keseli memeliler büyük çeşitlilik gösterir. Plasenta’dan yoksun olan bu hayvanlarda erken dönemdeki gelişimin büyük bölümü, rahim yerine annenin dış kesesinde gerçekleşir. Bu coğrafi izolasyon ve coğrafyaya dayalı çeşitlilik yaratılış argümanlarıyla değil, evrim teorisi ile açıklanabilir.

    Bu çeşitlilik sadece farklı çevrelere uyum sağlayabilmekten kaynaklanmaz. Elbette Güney Amerika’daki hayvanlar Afrika’daki doğa şartlarında yaşayabilir. Buna güzel bir örnek olarak Avustralya’daki tavşan belası verilebilir; tavşanlar spor olsun diye avlanabilmeleri amacıyla Avustralya’ya götürülmüş, onların beklediğinden daha fazla üremiş ve tarımın başına bela olmuştur;

    Thomas Austin Winchelsea, 1859’da Victoria yakınlarında bulunan arazisinde avlamak üzere İngiltere’den Avustralya’ya iki düzine tavşan getirtmiş. Bu tavşanlar araziden kaçmanın bir yolunu bulmuşlar ve büyük bir hız ile üremeye ve yayılmaya başlamışlar. Birkaç sene içinde 2 düzine tavşancığın nüfusu on binlerle ifade edilmeye başlanmış. İlerleme hızları senede orman içinde 10-15 kilometre, düz sahada ise 130 kilometreye dağılmış. Verdikleri zarar ile baş edemeyen halk bu konuda yönetimden çare talep eder olmuş. Yıl 1900’a geldiğinde sürekli avlanıp yakalanmaya çalışılmalarına rağmen tüm kıtayı sarmaya başlamış. Tavşanlar tarihe bir memelinin bir bölgeye en çabuk yayılışı olarak geçmiştir. Daha fazlası için tıklayınız

    Dünyanın farklı kısımlarında hayatın gösterdiği dikkat çekici çeşitlilik, doğal seçilimle ilerleyen evrimin kanıtıdır.

    Devamı gelecek…

    Homolog organlarlara örnek için tıklayınız

    Embriyolojik benzerlikler, kuyruğa örnek
    bilim

mesaj gönder