1. az önce camdan dışarıyı seyrederken ölü bir kedi yavrusu gördüm. başta ölmüş olduğunu kabullenemedim. tüm küçük canlılar gibi, melek gibi uzanıyordu benim gözümde. yine de içimi kemiren ölüm fikrine karşı bir şeyler yapmalıydım. birkaç ses çıkardım ve tepkisizliğine karşı, eve girip gözüme ilişen ilk kağıt parçasını yuvarlayıp onun yakınına doğru attım. kedileri biraz olsun tanıyorsam bu hareketime karşı zıplayarak uyanacaktı. uyanmadı. ölmüştü.

    bir süre felç geçirmiş gibi ne yerimden kıpırdayabildim, ne de gözlerimi ayırabildim bu cansız bedenden. hemen bir sigara yakmak istedim. biz insanlar ne kadar aciziz ki; durumları hafifleteceğine, belki de yok sayabileceğine inandığımız onca sebep üretmişiz kafamızdan. oysa gerçek oradaydı, üç kat aşağıda açık seçik yatıyordu. yakmadım.

    yaşadığım felç boyunca beynime eziyet edecek yüzlerce fikir geçti zihnimden. nasıl ölmüştü? annesini suçladım. belki girdiği yerden çıkamamasına sebep olmuş bu beton yığınını suçladım, insanları, diğer kedileri, hatta kendimi bile suçladım.

    en sonunda durumu kabullenip çaresizce içeri geçtim. belki bir saat geçmeden acımasızca normal hayatıma dönmüştüm.

    bu süre zarfında oluduğum kitapta, sebepsiz iradesizliğim yüzünden ana karakterin öleceği konusunda bir spoiler yiyince yine keyfim kaçtı ve camın önüne acizlik sigaramı içmeye gittim.

    ve gerçek hala aşağıda yatıyordu. anladım, bugün ölümden kaçamayacağım. ve kendimi bu düşünceye teslim ettim.

    ne kadar süre o cansız bedene diktim gözlerimi bilmiyorum ama dikkatimi dağıtan, başka bir kedinin huzursuz kıpırdanmaları oldu. bu aşinası olduğum bir durum değildi. izlemeye devam ettim.

    kedi bir şeylerin kokusunu alıyordu. en sonunda sanki bu gerçekten olabildiğince kaçmak ister gibi, ama yine de yolunu uzatabildiği kadar uzatarak esas gerçeğe doğru ağır adımlarla ilerlemeye başladı. tedbirli bir mesafeden kafasını uzatıp ölü yavrunun cansız bedenini kokladı. (bir an korkmadım değil. acaba yer miydi? doğa bu kadar acımasız mıydı?) ama beni hayrete düşürecek bir biçimde geriye doğru sıçradı ve bir saat önce yaşadığım aynı felci yaşadı.

    gırtlağından ağlarmışçasına bir inleme duyuldu. hala şaşkındım. kendini toparlamaya çalışarak saçma sapan deliklere girip çıkamadı. uzunca bir süre orada hareketsizce durduktan sonra var gücüyle oradan uzaklaştı. bir daha da gelmedi.

    ne düşüneceğimi bilemiyorum. her gece mahallemizin kedilerinin fütursuzca çiftleştiği bu açıklık yer bu saat oldu hala boş. yakınlardan tek bir ses bile gelmiyor. kendilerince yas mı tutuyorlar? ölü arkadaşlarına saygı mı gösteriyorlar? yoksa hepsi bir tesadüf mü? beynim bana oyun mu oynuyor?

    peki ben uyuduğunu düşündüğüm bir canlıya gönül rahatlığıyla kağıt buruşturup atabiliyorum da, cansız olduğunu anlayınca nasıl da derin bir pişmanlık ve utanç içinde olabiliyorum? yaşam ve ölüm hayatın içinde bu kadar paralel anlamlar içindeyken nasıl oluyor da kabul etmesi hem bu kadar kolay, hem de o kadar zor olabiliyor? görmek, kabul etmek istemediğim bir ölüm fikrine neden böylesine bir iştahla gözlerimi ayırmadan bakmak istiyorum? ve bir yandan hiç görmemiş olmayı dileyebiliyorum?

    durmadan "ölüm de hayatın bir gerçeği" diyip duruyoruz birbirimize. gerçekten hiç başka şey düşünmek istemiyor gibiyiz. çok garip değil mi?

mesaj gönder