1. derdin ne senin? aslında biraz sonra anlatacaklarım senin arp çalan samimiyetsiz meleklerin arasında dünyayı ve dünyadakileri gözetmediğinin bir nevi kanıtıdır.

    bir yaşında tekir kedim var, sözde günahsız. bir haftadır damla damla kan işiyor ve çektiği acı dolayısıyla bilincini yitirmek üzere. hayır, bunu anlayabiliyorum. doğayla ve götürdükleriyle savaşmanın mümkün olmayışını kabul edebiliyorum. ama mucize bunun neresinde?

    45 yaşında bir annem var. 35 yaşında (yazıyla otuzbeş) bypass ameliyatı oldu. kardeşi ise, yani dayım 37 yaşında. doktorlar sağlıksız bir yaşamın yanında genetiğin çok ciddi bir etken olabileceğini söylediler ki özellikle dayım stressten çok uzak bir insandır. velhasıl yaşam mucizesi bütün acımasızlığı ve umursamazlığıyla nesilden nesile acı, kusur ve kötü bir hayat naklediyor. mucize bunun neresinde?

    24 yaşındayım. insanoğlunun gezegene zarar verebilecek kapasiteye sahip olmadığını fakat gezegendeki yaşamın hayalarına sağlam tekmeler attığını düşünen birisiyim. hayatım boyunca yaşam mücadelesinin maddi bir boyutu olduğunu reddettim. lise bitti, ben bittim. 2 yıl geçti dedim askere gideyim, değişiklik olur. mecburum da zaten. aldım ceketimi gittim cebeciye. "askerliğe elverişli değilsin" dediler, "hem savaşta hem barışta". tamam dedim, eyvallah. sebebine gelince bir ara gerçekten çıldırma noktasına gelmiştim. bu bana bahşedilen yada benim sonradan geliştirdiğim bakış açısı ile alakalıydı. herkesin ve herşeyin yerine acıyı ben çekiyordum. ilgimi çekenler; intihar eden üçüncü eşler, kalaslarla mahalle mahalle kovalanan sokak köpekleri, yetimhanelerde büyükleri tarafından tecavüze uğrayan çocuklar, sadece kira ve faturalar için 12 saat çalışan beden işçileri, 20 yıl sonra bu çalışkan bedenleri toprağın altında kemirecek olan iğrenç böcekler, değil sevişmenin konuşmanın bile anlamını (artık) kavrayamayacak olan çocuk gelinler, sağınak yağmurun altında annesiz, kardeşsiz, çaresiz ve allahsız! bir yavru kedinin çığlığı ve söylemekten çekindiğim yüzlerce bokluk. aklımdan çıkaramadığım ve bir anlam-neden temelli yaşam prensibine uydurmaya çalıştığım bütün bu olaylar beni günde 15 saat uyutan seroquele yönlendirdi. hayır, ben sızlanmıyorum. neticede öyle yada böyle her türlü yaşanmazlığın ardından insan çıkıyor. fakat insanlardan kendisine platonik bir aşık yaratıp çıldırtan bu kafayı yemiş varlığın mucize diye kafamı sikmesine de dayanamıyorum.

    eğer bir yaşam mucizesi başka bir yaşam mucizesini acıya ve ölüme boğabiliyorsa, eğer hiç birşey hiçbir canlıyı yaptığı şeyden alıkoyamıyorsa, evrende herşey ancak cansız ve devasa bir taşın dayanabileceği kadar (o da bir süre) acı ile doluysa mucize bunun neresinde dostum?

mesaj gönder