1. luther’in öğretisinin dayandığı düşünce, iman yoluyla aklanma idi. katolik öğreti, bilindiği gibi, tanrıyı, insan eylemlerinin yüce yargıcı olarak sunuyordu; ve, bu tanrı, korkunç derecede soğuk ve kaygısızdı. müminler, tanrı korkusu içinde, kurtarıcı yanında şefaatte bulunsunlar diye, bakire meryem’e ya da ermişlere güvenip kendilerini bırakıyorlardı. luther, şu görüşten hareket ediyordu: mümin, ne denli az olursa olsun, tanrıya yaklaşmakta mutlak olarak güçsüzdür. sonsuz olarak yetkin tanrıyla, ilk günahla lekelenmiş insan arasındaki zıtlık öylesine giderilemez durumdaydı ki, luther, «ermişlik»e -ne ölçüde olursa olsun - ulaşmak yolunda her türlü girişime bir küfür olarak bakıyordu. böylece, insanın kendisi, kendi kurtuluşu için hiçbir şey yapamaz: ve bu kurtuluş, iyi eylemleri için insana sunulmuş bir «ödül» de değildir. kadiri mutlak, sonsuz derecede rahman ve rahim olan tanrı kurtuluşa götürür; ve onun için insanın nitelik ve değerlerinin hiçbir hükmü yoktur insanlığın kurtuluşu. tanrının oğlu isa’nın, bütün insanlar adına acı çekmesiyle sağlanmıştır.

    luther, müminden, bu özveriye, imanıyla katılmasını ister yalnız. kurtuluş, sadece tanrısal yargılamanın bir sonucu olduğu için, müminin «güzel eylemler»i boşunadır. kurtuluşu, bu iyi eylemlerde, yani kilise’nin kurallarına, giderek sofuluğun dış görünüşlerine uymada gören katolikliğin 180 derece zıddıydı bu düşünce. böylece, iyi eylemlerin ödülü diye ortaya çıkan katolik yorumunu reddederek, luther, incil’le ilgili kendi yorumunu yapar: tanrının, katılmasını beklemeksizin, insana bahşettiği sonsuz yarlıgama, iman bile, bir değerlilik, bir onur değildir. yeni bir «bağışlama» doğuyordu bundan. tanrıdan gelen ve insanlara ruhbanın eliyle götürülen «bağışlama», luther’in anladığı biçimiyle, müminin vicdanında sürekli hazır bir güç haline geliyordu; bu güç, yine kişide her zaman varlığını sürdüren ilk günahla mücadele etmesi olanağını sağlıyordu ona, giderek kurtuluşa erişmesini. luther’in öğretisi, -insanın tanrı karşısındaki tutumu olan- imanı, müminin iç dünyasındaki bir durum, açıktan açığa bireysel bir iş haline getiriyordu: mümini, kilise kurallarının tüm baskısından kurtarmak, çoğu kez külfetli ve masraflı iyi eylemlerde bulunmak borcundan, kısaca, imanı temsil eden kilise’nin önünde «değerler»ini arttırmak borcundan azat etmekti bu. ve sonra, iman, isa’nın bütün insanlığın kurtuluşu adına çektiği acıya inanan mümine tanrıca verildiğinden, kilise, tanrıyla mümin arasında tek aracı olduğunu ileri süremeyecekti artık; bunun gibi, ayinleri yönetenlere de, tanrının bağışlamasını kabul edip, onu, tanrıya ulaşması için günahkâra götüren tek hıristiyanlar olarak bakılamayacaktı bundan sonra. luther’in kilisesinde, rahibin yerine papaz geçmişti. onun rolü, özel bir hazırlanışla, tanrı kelâmını müminlere taşımaktı; ama, hiçbir şey, onu, inananlar topluluğunun öteki üyelerinin üstüne çıkaramazdı. luther’ci ilahiyata göre, «tanrı, insana doğrudan doğruya hitap eder»; onun kelâmını taşıyan da, kutsal kitap’tır. ikinci temel dogma çıkıyordu bu durumdan: kutsal kitap, imanın tek kaynağıdır. kutsal geleneklerin yanılmaz olduğu gerçeğinin, bir başka deyişle, «kilise babalarının yazdıklarının reddedilmesi demekti bu; konsil kararlarıyla. papalık bildirilerinin de. bütün bunlar, diyordu luther, katolik öğretinin söylediğinin tersine, yanılmazlıkları söz konusu olmayan insanların eseridir. bu yazılarda, böylece havli yanlış, hâttâ dine aykırılıklar vardı bu sonuçlar. katolik kilisesinin geleceği için pek çarpıcı idi; çünkü, katolik uygulamada. kutsal kitabın uygun görmediği, haklı çıkarmadığı her şeyi reddediyordu. ona, protestan kilise denmesi de bu yüzdendir. luther’cilik ermişlere, suretlere tapmayı, diz çöküp yalvarmayı ve haç çıkarmayı, mihrabı ve çileyi reddediyordu

mesaj gönder