1. 2008 yılında yaşadıkları büyük kriz, yeterli nüfusun olmaması, yılın çok büyük bölümünün bırakın futbol oynamaya, sokakta yürümeye bile elverişli olmadığı bir iklim ve coğrafya, futbol için yeterli ve gerekli tesislerin olmaması, türkiye'de yaşayan neredeyse her ebeveynin küçüklükten beri çocuğuna "büyüyünce oku da doktor ol" nasihatının bir benzerinin balıkçılık hakkında verildiği bir ülkenin, ilk defa katıldıkları avrupa şampiyonasında oynadıkları düzgün ve dürüst bir futbolla, taraftarlarının yarattığı müthiş atmosferlere kendisine hayran bırakan, futbol ekolü olan ingiltere'yi eleyerek çeyrek finale çıkan futbol takımı.

    (bkz: neden bu kadar uzun cümle kuruyorum)

    yazının başına olumsuz sayılabilecek birkaç cümle ile başladım fakat kimse bu gelen başarının tesadüf veya şans unsurları sayesinde olduğuna lütfen düşünmesin. bu işe tam anlamıyla sıfırdan başlandı. kriz daha ortaya çıkmadan önce, büyük bir balon yaratan yatırımcıların son hedefi nedense futbol sahaları, kapalı futbol salonları oldu. devasa derece büyüklükte arenalar yapmak yerine küçük tesislerden başladılar. ülkenin neredeyse iflasa sürüklenmesinden hemen önce onlarca, yüzlerce tesis yapıldı çünkü 90'larda ülkede futbol oynamak neredeyse imkansızdı. bu yatırımlar doğrultusunda ise antrenörlük lisansı almayı herkese açık bir hale getirip, bu anlayışın gelişiminin önünü açtılar ve sonucunda ülkede 400'den fazla eufa a lisansı sahip antrenör yetiştirdiler.

    o günlerde, şuan belçika'nın yaptığı gibi tek bir yıldız jenerasyon yetiştirmek yerine 4-5 yaşındaki çocuklara futbolu sevdirmeyi amaçladılar. belki kendi gençliğinde gudjohnsen izleyerek büyüyen, evlenen, çocuk sahibi olan her kişi, futbola merakı olan küçük çocuklarını ülkedeki bu teknik adamların akademilerinde eğitim görmesini sağladı. henüz çok küçükken dahi eufa lisansına sahip teknik adamlarla beraber çalıştılar. yaklaşık 15 yıldır, kardan kıştan dolayı yapılan kapalı spor tesislerinde yetişen sporcular şu an izlanda milli takımında oynuyorlar. bütün bu başarının altında yapılan yatırımlar ve sistematik bir çalışma yer alıyor. birçoğumuz için bu başarı tesadüfi bir şekilde gelişmiş gibi gözükebilir fakat kendileri için beklenenden erken olmasına karşın asla tesadüf veya süpriz değil.

    Brian Blickenstaff'ın vice'da yayınlanan bir makalesinde izlanda milli takımı için şöyle bir ifade yer alıyor.

    "What country has the world's best soccer team? Currently, according to FIFA's official rankings, it's Germany. That makes sense. Germany won the last World Cup. But I'm here to tell you that FIFA is wrong. The world's best team has never even played in the World Cup. It's never even qualified for a major tournament. With a population of about 317,000, it comes from a country roughly the size of St. Louis. I'm talking about Iceland."

    elbette "dünyanın en iyi futbol takımının" oluşabilmesi için gayet iyi oyunculara ihtiyaç var. ne yazıkki izlanda'nın kendine ait bir ligi yok. son 10 yıl kadar içinde 10'dan fazla tam donanımlı kapalı futbol sahası inşa edildi fakat hala yeterli değil. ilk olarak zorlu hava şartları ve nüfus bunun başlıca sebeplerinden. bu yüzden iyi bir eğitim alan izlandalı futbolcunun, profesyonel olabilmesi için ülke sınırları dışına çıkması gerekiyor. bu bir zorunluluk. tam bu noktada o ünlü "kuzey atlantik karakteri" devreye giriyor sanırım. bu insanlar dünyanın belkide en zor coğrafyalarından birinde yaşıyorlar. hayatlarının ilk evrelerinde her anlamda güçlü olmaları gerekiyor. zaman geçtikçe de artık bu özellikler etiket gibi kalmıyor, karakterlerine işliyor. takımın bir diğer belirgin ismi Ragnar Sigurdsson'un doğduğu ve büyüdüğü yer ise şöyle bir şey. şahsen benim saçlarına hasta olduğum Birkir Bjarnason ise babasına yaz aylarında çiftlikte yardım ediyor ve futbol oynayamıyor. Jon Dadi Bödvarsson ise kış aylarında benzin istasyonunda çalışıyor ancak yaz aylarında futbol oynayabiliyor. Genel olarak takım bu örnekteki gibi oyuncular üzerine kurulu. Sigurdsson gibi, benim tottenham forması altında tanıdığım, her yönüyle komple bir futbolcu olan ve kendisini premier lig'de her anlamda kanıtlamış, avrupa'da oynayan birkaç oyuncusu göze çarpan hareketlerde bulunuyor ve takımı genel anlamda topluyor olsalar da genel olarak tüm takım övgülerin kaynağı oluyor. çünkü mücadele her şeydir.

    şimdi önlerinde yine çok güçlü ve turnuvanın ev sahibi olan fransa engeli var. yenerler ve kendi efsanelerini yazmaya ederler veya güzel ülkelerine kahraman gibi dönerler. şu an bu hiç önemli değil. hiçbir zaman vazgeçmeyerek, yere düştüğü zaman kalkmasını bilerek, futbolun mekanikleri dışına çıkmayıp, çirkefliğe başvurmadan herkesin kahramanı oldular zaten.

    her turnuvaya bir hikaye, masal lazımdır ileride çocuklarımıza anlatabilmek için. euro 2016'nın hikayesi kendilerinden geldi.

    yolunuz açık olsun!!


    ayrıca turnuvadan önce, olay yerinden kendilerine ait yazılmış yazıyı da okumanızı isterim.

    kaynaklar: 1, 2, 3, 4.
    not: alın teri.

mesaj gönder