1. Evrende gözle görülebilen, ya da elektromanyetik radyasyonla (ışık vb.) etkileşime geçen madde miktarı toplam madde miktarının sadece %4.9’unu oluşturmaktadır. Açmak gerekirse; atomlardan moleküllerden yıldızlara, galaksilere kadar bildiğimiz bütün yapıların hepsi bu %4.9’un içinde kalmaktadır. Geri kalan %26.8 elektro manyetik spektrumun tamamında görünmez olan karanlık maddeden oluşmaktadır. Çok daha ilginci ise %68.3’lük kısmın karanlık enerji olarak adlandırılan, herhangi bir formu olmayan enerjiden oluşması. Yani evrenin çok büyük bir çoğunluğu (2/3’ü) herhangi bir forma ve maddeye sahip değil. Bu tarz teorileri algılamak biraz sıkıntılı olabilir, çünkü insanlar olarak bazı kalıpların içinde yetişiyoruz. Bunu en basit örneklerinden birisi, Tanrı ya da Allah kavramının çocukların (hatta çoğu yetişkin insanın da) kafasında aksakallı ton ton bir dede şeklinde vuku bulmasıdır. Dolayısıyla, “şeyleri” maddeden bağımsız hayal etmek bizim için kolay değil. Peki, eğer gözlemleyemiyorsak karanlık maddenin varlığını nasıl kabul ediyoruz? Bu noktada devreye genellikle kütle çekimsel etkiler girmektedir, yani karanlık maddenin oluşturduğu kütle çekimi sebebiyle bilinen madde üzerinde oluşan etkileri takip ederek bu kabulü yapabiliyoruz. İsteyenler daha ayrıntılı açıklamalar için bu kaynaklara başvurabilir , yazıyı çok şişirmemek adına bu noktada çok ayrıntıya girmek istemiyorum. :)

    Kütle anlamında daha küçük olmasına rağmen, kozmologlar (evren bilimciler) yıllar boyunca ilgi çekici, gözlenmeye ve araştırılmaya değer aktivitelerin daha çok görülebilen evrende gerçekleştiğini kabul ettiler. Karanlık kısmı tabiri caizse bu muhteşem çeşitliliği bir arada tutan bir yapıştırıcı gibi gördüler. Teorilerine göre bu yapının hareketliliği çok sınırlıydı, daha çok devasa gaz ve toz bulutları şeklinde yapılar oluşturmaktaydılar.

    Ancak son çalışmalar, bu bakış açısını çürüten bazı ipuçları veriyor bizlere. 2012 yılında Cristoph Weniger (University of Amsterdam) Samanyolu galaksisinin merkezinde tanımlanamayan bir çeşit radyasyon fark eder, ışığa benzer ancak çok daha enerjik bir ışınım. Gözleminin ardından Weniger, bu radyasyonun karanlık madde partiküllerinin birbirleriyle çarpışarak görülemeyen maddenin görülebilir maddeye dönüşümüne sebep olan bir prosesin sonucu olabileceğini ortaya atar. Eğer bu çıkarım doğruysa, sonunda karanlık maddenin ne olduğunun yanı sıra nasıl hareket ettiğini de anlamak mümkün olabilir.

    Bu çalışmanın üzerine 2013 yılında Harvard’lı bazı teorisyenler (Lisa Randall, Jiji Fan...) karanlık madde teorisini yeniden formüle ettiler. Bu çalışma evrende var olduğunu kabul ettiğimiz karanlık maddenin farklı bir çeşidi daha olabileceğini ve bu yeni çeşidin, karanlık maddeden geleneksel anlamda beklenenin dışında, kendi içinde etkileşime giriyor olabileceğini öne sürdü. Bu tarz bir etkileşim, bir disk oluşturabilir ve bu disk de anonim bir düzleme düşebilirdi (Meraklıları için: “double disk dark matter”). Sonuç olarak, böyle bir aktivite Weniger’in 2012 yılında fark ettiği gibi bir sinyal doğurabilirdi.

    Peki, bu pek de önemli gözükmeyen olasılık ne anlama gelmektedir, ya da gelebilir?
    Bu kısmı Randall’dan birebir aktarıyorum;
    “Eğer karanlık maddenin böyle bir çeşidi bir araya gelip etkileşim halinde olan yığınlar oluşturabiliyorsa, bu oluşumlar daha önce hayal bile edilememiş mükemmellikte karanlık yapılar oluşturmuş olabilirler. Bu da, karanlık atomlardan oluşmuş karanlık gezegenlerin etrafında tavaf ettiği karanlık yıldızlara kadar gidebilecek bir zincire sebep olabilir. Olasılıklar konusunda müsrif davranırsak, bu yeni çeşit karanlık madde bir çeşit karanlık hayata da izin vermiş olabilir (Shadow Universe)."

    Sonuç, şu anda hiç bir şeyden habersiz çok daha büyük, bir çeşit aktif karanlık maddeden oluşmuş ve içinde karanlık atomlar, yaşamlar ve medeniyetler barındıran bir paralel evrenin üstünde küçücük sorunlarımızla dertlenip, küçücük aşklarımızla mutlu oluyor olabiliriz. :)

    Kaynaklar:

mesaj gönder