1. gulam ali diye de bilinir. hicrî 1156 (m. 1743) senesinde pencap vilayetinde doğmuştur. nesebi hazret-i ali’ye ulaşır.

    abdullah dehlevî genç yaşlarda delhi’ye gitti. oradaki sâlihlerin sohbetlerinde bulundu. kur’ân-ı kerîm’i hıfzedip tefsir, hadis ve fıkıh ilimlerini tahsil etti. hadîs-i şerîf rivâyeti için icâzet aldı. yine genç yaşta mazhar cân-ı cânân hazretleri’nin dergâhına gitti. hazret:

    “- oğlum, bizim yolumuz çile yoludur. sen, mânevî zevk ve şevk bulunan başka bir yere git!” buyurdu. dehlevî hazretleri:
    “- benim arzum sizin yolunuzdur!” deyince:
    “- o halde mübarek olsun!” buyurdu ve onu talebeliğe kabul etti.

    abdullah devlevî uzun müddet geçim sıkıntısı çekti. eski bir hasırı yatak, bir tuğlayı da yastık yaptığı günler oldu. ancak tevekkül ve teslimiyetine hiç halel gelmedi. üstâdının yanında uzun yıllar mânevî terbiye gördü. nihayet üstâdı ona irşad icâzeti verdi.

    oruçlu olduğu bir gün, yanında sultânı kötülediler. hazret:
    “- eyvah, orucumuz bozuldu!” buyurdu.
    bir talebesi:
    “- efendim, siz gıybet etmediniz ki!” dediğinde ise:
    “evet, biz gıybet etmedik ama dinledik. gıybette, söyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu.

    mütevazı gönlünden dökülen samimi ifadelerle müzeyyen bir mektubunda şöyle buyurur:

    “ bu ihtiyarın ömrü hep günahlarla geçti. bilhassa şikayet, gıybet, insanlara dil uzatmak, onları kötülemek, büyükleri tanıyamamak, onların hallerine itirazda bulunmak, huşû ve huzurdan mahrum kılınan bunca namaz, tecvide riâyet etmeden yapılan bunca kıraat, boş ve lüzumsuz şeyler karıştırarak tutulan oruçlar, mânâsı düşünülmeden yapılan tilâvetler, allah teâlâ’yı hatırlamadan geçen zamanlar, haşyet hissinden uzak geçen vakitler ve gafletle alınıp verilen nefesler, amel defterimizi kararttı.

    yazıklar olsun, binlerce yazıklar olsun! cihan bağına gül toplamak için geldik ama diken hamallığı yapıyoruz.

    yazıklar olsun, binlerce yazıklar olsun ki, sıhhat, âfiyet, rahatlık ve birçok imkanlar verildiği halde hepsinin şükründe kusur ettik.

    eyvahlar, binlerce eyvahlar olsun ki, bize kur’ân-ı kerîm ve rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz gibi iki muazzam nimet lutfedildiği halde onlara da lâyıkıyla şükredemedik. halbuki şükre şâyan en büyük nimetler bunlardı.

    allah korusun! şaşkın vaziyetteyiz. zira yarın kıyamette hangi yüzle allah ve rasûl’ünün huzurunda kabul göreceğiz? bu ne biçim anlayışsızlıktır?! bu kadar liyâkatsiz bir hal ile şefaat ve mağfirete nâil olmak, allah teâlâ’nın rahmeti yetişmezse imkansızdır. allah teâlâ, kaçırdığımız fırsatları ancak lutf u keremi ile tekrar ihsân edebilir, yoksa hiçbir özrümüz yok!

    innâ lillâh. (biz ancak allah’a aidiz.) ölüm başucumuzda, kıyamet ise çok yakın. işe yarayan hangi ameli işledik? sâlih kullar cennete gidip nimetler içinde ve allah teâlâ’nın cemâlini seyrederek mütelezziz olurken, biz gafiller, elli bin senelik olan o günde hesap için tutuluruz. vâh halimize! keşke dünyaya hiç gelmeseydim. bugün bunları düşünmek zorundayız ki yarın üzülmeyelim.

    amel-i sâlihlere sarılalım. seher vakti kalkıp gözlerden hasret yaşları akıtalım. bizden önce yaşayan hak dostlarının ne mücâhedeler yaptıklarını ve ne büyük fedakarlıklarda bulunduklarını işitiyoruz. allah teâlâ bizlere gayret ve utanma versin!”

    abdullah dehlevî, hicrî 1240 (m. 1824) senesinde vefat etti.

mesaj gönder