1. doğrularımız, inançlarımız mıdır? siyasal psikolojiyi incelediğimde, ‘doğruların’, dogmasallaşmaya başladığını daha net görebiliyorum. bireysel manada ikili ilişkilerde bile siyasal görüşün -özellikle sol görüş- desteklediği herhangi bir fikirde (feminizm, eşcinsel hakları, siyasal dürüstlük vb.) fikri tektipselleşmenin başladığı hemen farkediliyor; ancak bireylerin siyasal görüşlerinin yeteri kadar duyarlılık göstermediği fakat açıkça olmasa da önemli haksızlıkların bulunduğu başka konularda düştükleri acziyeti görünce görüşlerinin bir bilinç dışı dogma olduğunu açıkça kavrayabiliyorum. nitekim bu dogmasallık sadece siyasal görüşlerde yok. en kuşkucular bile şüphelerinin fanatiğidir. bu halde insan tam anlamıyla dogmatik bir varlıktır fakat asıl tehlike milliyet,inanç vb. gibi bilinçli dogmalardan ziyade rasyonel olduğunu sanan zavallı bilinç dışı dogmalar içindeki insanlardır. bu bilinç dışı dogma içindeki insanlar görüşlerinin ‘evrensel’ olduğuna o kadar çok inanırlar ki onları dayatmakta hiçbir sakınca duymazlar. oysa kanatlı at’ın varlığına inanmamakta, inanmak kadar dogmadır.

    gayet rasyonel bir şekilde inançlar yaratabilir ve bu inançların rasyonel olmasından kaynaklı topluma dayatmayı kendimizde bir hak olarak görebiliriz demiştim. bu aydınlatma veya cioran’ın deyişiyle peygamberi oynama dürtüsünün dışavurumu insanın büyük bir yanılgı veya sanrı içinde yitip gitmesine neden olur; fakat ben buna yitip gitmek diyorsam, önceden doğru olan bazı şeylerin varolduğunu kabul etmişimdir çünkü yitmek bir şeyin kaybolması anlamındadır ve evet bir çocuğun akıl yürütmeleri genellikle gayet doğrudur. çocuğu büyütürken sorgulama yeteneğini elinden almaya çalışırız, hatta bu yüzden uysal ve pek ‘sorun’ çıkarmayan çocukları daha çok severiz.

    çocuğun öğrenme yahut körelme süreci bir şeyleri doğru kabul etmesiyle başlıyor. wilde ‘’babalar her zaman haksızdır.’’ derken baba olmasına rağmen haklıydı. ‘’babalar bilendir.’’ yanılgısı çocuk doğmadan önce beynine yerleştirilmez fakat babalar bunu oluşturur, nasıl oluşturur? basitçe şöyle bir örnek verebilirim; babanın çocuğuna ‘’doğru olduğu’’ için yapılması gereken davranış şeklini anlatması ve çocuğun muhtemelen 5. sorusundan sonra babanın açıklayamaması ve babanın üstünde sorgulanmanın dayanılmazlığı birleşince şöyle bir cevap vermesi ‘’bu böyle işte, bunu böyle yapacaksın! çünkü bunu herkes böyle yapar.’’ işte toplumsal dayatmanın ilk basamağı, işte koşulsuz kabul etmenin çocuk için gereklileşmesi… nitekim bu örnek çok masumane bir örnek, çoğu zaman bir argüman sunmadan çocuğa bunu kabul ettirme yoluna gidilir. ne zaman ki çocuk ‘büyür’ işte o zaman soru sormamaya ve ona öğretilen anlamsız dili konuşmaya başlar. bu bir yitip gitme değil de nedir? 

    insan doğduğu andan itibaren ölmeye başlar. doğum bir devrimi temsil ederken, ölüm daha reformist bir harekettir. devrimden sonra neler olacağını kestirmek güçtür, fakat ölüm şaşmaz ve soğukkanlı bir şekilde hareket eder ve kaçınılmazdır, insan bu durumda yiter, süreç içinde kaybolur gider.

    büyük bir sanrının içine kaçınılmaz olarak doğduk bilinçdışı dogmalarımızın bizi sürüklediği yerlere sürüklenip duruyoruz bu sebepten ilk olarak bindiğimiz dalı kesmeli ve yere düşüp toprağa karışmalıyız; bir ağacın üstünde en fazla ağacın bize sunduğu uzakları görebiliriz, oysa toprağa karışıp bir ağaç olmalı insan, ki daha uzakları, daha güzel manzaraları görebilsin.

mesaj gönder