1. hiçbir şekilde ırkçı temele indirgenemeyecek bir sözdür. gazi paşa'nın türk milleti tanımı "kurtuluş savaşı'nda bu ülkeyi kurtaran herkes türk'tür." şeklindedir. ırk milliyetçiliği(etnisite milliyetçiliği) yerine yurt milliyetçiliği(teritoryal milliyeçtilik) fikri esastır.

    dönemin şartlarında bu geçerli ideoloji, nazizmin hakimiyet sürdüğü yıllarda ırkçı temellere evrilmiştir. daha sonra sağ-sol olaylarında daha din eksenli olarak sömürüye de tabi olmuştur. ancak 80 darbesine gelene kadarki süreçte türkçülük akımı anti-emperyalist çizgiden ziyade din eksenli bir merkezde ilerlemiştir. halbuki türkçülük fikri azeri ve tatar türkleriyle hayat bulup, sultan galiyev'lerle, molla vahidov'larla anti-emperyalist çizgiyi oturmuştur. doğu milletlerinin emperyalizme direnebilme şeklini galiyev, sosyalist-turancı fikir temelinde işlemiştir. bu nasyonal sosyalizmle karıştırılmaması gereken apayrı bir ideolojik yaklaşımdır. mustafa suphi'nin çizgisini incelemek, türk solunun çıkış isimlerinden olan bu insanın fikriyatını incelemek türkçülük konusunda ufuk açacaktır. bu ülkenin solunun dayanmaya çalıştığı anti-emperyalist çizgi ile türkçülüğün çıkış noktası aslında aynı noktadır. bu ayrıca bir başlık altında uzun uzun yazılması gereken bir konudur.

    dünyada neo-liberal politikalar geliştikçe, ulus devlet fikri temellerinden sarsılmaya başladı. kapitalizm, özelleştirme, globalleşme gibi fikirler sermayenin elinde olan medya tarafından zihinlere işlenmeye başladı. türkiye'de de 80'lerde turgut özal ile birlikte özelleştirme fikirleri, küreselleşme lafları ayyuka çıkmıştır. buhranlarla geçen 90'ların ardından akp hükumeti ile birlikte bu politikalar ülkenin kılcal damarlarına kadar ilerlemiştir.

    peki anti-emperyalist olmak neden ulusçuluğu korumak anlamına geliyor bu ülkede? öncelikle gazi paşa'nın bir sözüyle girmek lazım meseleye: "efendiler! bugünkü mücahedatımızın gayesi istikal-i tamdır. istiklalin tamamiyeti ise ancak istiklal-i mali ile mümkündür. bir devletin maliyesi istikbalden mahrum olunca, o devletin bütün şuabat-ı hayatiyesinde istiklal mefluçtur; çünkü her uzv-u devlet ancak kuvve-i maliye ile yaşar."
    gazi paşa mali bağımsızlığın, bir devletin geleceğinin garanti altında olmasının, milletin istiklalinin garanti altında olması olarak görmüştür.

    dünya yeni bir politikaya, neo-liberalliğe geçerken(soğuk savaşın son yıllarında) amaç pazar sömürüsünü genişletmektir. bunun karşısında da 2 temel sorun vardır: birincisi sosyalist-komünist ülkeler, ikincisi kapalı ekonomiye sahip ulus devletler. 80'lerin başında darbe yaşayıp, darbe hükumetine iş birlikçiliği yapan turgut özal ilk olarak demokratlıktan, özgürlükten, özelleştirmeden ve küreselleşmeden bahsediyordu. yine thatcher ve reagan dönemlerinde dünya daha büyük bir sömürge savaşına gidiyordu. bu sırada sovyet rejimi yıkılmış, yeltsin gibiler rusya'nın başına geçmiş ve onunla birlikte özelleştirmeler başlamış, rusya'nın enerji kaynakları batı'nın kontrolüne girmeye başlamıştır.

    ulus devletlerde, kapalı ekonomilerde milli ekonomi modeli esastır. özellikle de türkiye ulusal kurtuluş savaşı'ndan sonra ciddi bir şekilde devlet desteğiyle ilerleyen bir kalkınma hamlesine girişti. kendi burjuvası olmayan dönemde destek teşviğiyle, devlet eliyle kalkınma sağlanmaya çalışıldı. bu anlamda kit'ler(kamu iktisadi teşekkülleri) cumhuriyet tarihinin en önemli yatırım hamlelerindendir. ancak zaman içinde iktidarların arka bahçesi olan, hortumlanmanın merkezi olan, sürekli zarara giren ve sorumluluğunu hiç kimsenin taşımadığı bu oluşumlar turgut özal için hedef noktasıydı. 90'ların başında özelleştirme fikri en çok da bu kurumların zarar tabloları ile meşrulaştırılmaya çalışıldı. özerk ve denk bütçe yapılanması kurulmadan, kolaya kaçarak satmak iktidarların işine geldi. bu işin bizdeki fikir babası da turgut özal'dı doğal olarak. yabancı sermayeyi ülke sokarak, önemli enerji, maden üretimlerini özelleştirerek ekonomiye nakit para girişi yaparak, bunları inşaat sektörüne kanalize edip suni bir kalkınma ortamı oluşturuldu. tabii bu işin en yüksek şekilde başarıya ulaşması akp döneminde oldu. dünya bankası'nın, ab'nin, abd'nin kalkınma hedefleri harfiyen uygulandı ve suni bir kalkınma ortamı oluşturuldu. cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik büyüme oranları bu dönemde gerçekleşmiş gibi gösterildi ancak bu koca bir yalandı. medya desteğiyle neo-liberal politikalar gözümüze gözümüze sokuldu, bununla birlikte kültür emperyalizmi de millete teşne edildi. batı'nın bu kalkınma hedeflerinde türkiye tarım, hayvancılık, turizm, tekstil gibi alanlarda üretim yaparken enerji, maden kaynakları, petro-kimya, bilişim, savunma sanayii gibi gerçek kalkınma alanlarında ithalata mecbur bırakıldı.

    ekonomik kalkınmanın suni hedeflere bırakıldığı, pazarın sömürüye açıldığı bir ortamda neden ulusçuluk? çünkü bizdeki ulus fikrinde gazi paşa'nın da dediği gibi iktisadi bağımsızlık temel nokta. iktisadi bağımsızlığı sağlamadan siyasi, kültürel, askeri ve bilimsel bağımsızlığı sağlayamazsın. emperyalizm senin can damarlarına girer ve sen farkında olmadan ülkeni ele geçirir. 2011 yıllarında ekonomi bakanı ali babacan, ülkenin dış yatırıma muhtaç olduğunu, bunun en kısa zamanda değiştirilerek sermaye sahiplerinin inşaattan kayıp başka üretim alanlarına yönelerek milli bir sermaye oluşturması ve ülkenin yabancı yatırımlara muhtaçlığının azaltılması gerektiğini söylüyordu. tabii o da daha sonradan ekonomi bakanlığından inmek zorunda kaldı. akp, onun koyduğu bu hedefi değil, var olan sistemin devamlılığını ve ülkeye "kara para" girişinin yasallığını savundu. 17-25 aralık olaylarında da görüldüğü gibi iran parası kaçak yollarla bu ülkeye sokuldu. katar ve suudi arabistan parası uçaklarla bu ülkeye sokuluyor söylenene göre. bunlar kısa vadede ekonomiyi ayakta tutar ancak üretimi olmayan bir ülkede orta ve uzun vadede hiçbir dayanak noktası oluşturmaz.

    milli bir ekonominin varlığı, gerçek kalkınma hamlelerinin yerli sermaye ile devlet denetiminde gerçekleştirilmesi yoluyla mümkündür. bu milli ve bağımsız ekonomi türkiye'yi hem iç politikasında hem de dış politikasında daha bağımsız hale getirecektir. kültürel anlamda da emperyalizmin uzağında kalarak ulus fikrinin dejenere edilmemesini sağlayacaktır. böyle bir ülkede gerçekten bağımsızlıktan, demokrasiden, insan haklarından, hukuktan bahsedilebilir. yabancı sermayenin pazarı ele geçirdiği, ekonominin temelini oluşturduğu, siyasi iktidara müdahale edebildiği, dış politikada bağımlı tuttuğu bir ülkede ne insan haklarından söz edilebilir ne de demokrasiden. hukuk da sadece sermayenin korunmasına ve vergi verenlerin günlük yaşamlarının kontrol edilmesine yarar. batı'nın müreffeh hiçbir ülkesinde gelişmemiş toplumlardaki kadar demokrasi, insan hakları, özgürlük ihlalleri yaşanmıyor. pastayı onlar yerken biz neo-liberal ekonomik politikaların, yani sömürünün ortasında özgürlük ihlalleriyle, demokrasi yoksunluğuyla, hukuksuzluklara mücadele ediyoruz.

    işte o yüzdendir ki ne mutlu türk'üm diyene, o yüzdendir ki ulus fikrini doğru anlayıp sömürüye karşı olabilene, o yüzdendir ki istiklalini; iktisadi, hukuki, siyasi ve kültürel bağımsızlığa bağlayana. dünya var oldukça türk de türk milleti de var olacaktır. ne mutlu türk'üm diyene!
    ae

mesaj gönder