1. dışarı çıktım. soğuk ve taze hava dalgası karşıladı beni. evet dedim içimden. evet, mutluluğu burada arayacağım. mutluluktan korkardım ben oysa ki. oldum olası korkmuştum. hala da korkarım. gözlerimi kör eden ışık kendimi bildim bileli, hiçbir zaman yakamı bırakmadı ve ben yüreğimi dağlayan ışıktan korunmak için duvar kenarlarından yürümeyi, gölgelerden yürümeyi tercih ettim. bir anlık hevesti işte benimkisi de. herkeste olduğu gibi benim de bedensel ve zihinsel olmak üzere geçici heveslerim vardı. oysa uzun süredir bedensel tutkularım kendilerini bilincime taşımıyorlardı. bunun için kızabilirdim kendime. ama neden bilmiyorum, yapmadım bunu. kendime şaşırıyordum doğrusu. bir yaşıma daha girdim, dedim hatta dayanamayarak. sonrasında şüpheye düştüm. mutluluğu mu aramaya çıkmıştım gerçekten de? çünkü kendime yalan söylemekten hoşlanmazdım. böyle şeyleri ta çocukluğumda ailemden öğrenmiştim. yalanın iyi bir şey olmadığını anlatmışlardır bana kim bilir kaç defa. ama tuhaftır mutlulukla ilgili hiçbir şey söylememişlerdi bana. oysa şimdi hiçbir şey bilmediğimi duyumsuyorum. bunun bana rahatlık mı yoksa endişe mi verdiğini kestirmeye çalışıyorum. kendimi rahatlatmak için şeyleri yokuşa sürmeye, bilinmezliğe savurmaya meyilliyimdir oysa ki. yağmurlu havada gökyüzü büsbütün gri bir tabakayla kaplıydı. yekpare bir bulut gökyüzüne kök salmıştı resmen. ufka kadar uzanıyordu sınırları. onun bu inatçılığı altında ezildiğimi hissettim. köpeğin teki ısıtıcının altına kıvrılmış, soğuktan korunuyordu. kedi de vardı. ama o masanın üzerindeydi. tıpkı köpek gibi, o da kıvrılmıştı. insanların konuşmalarını duyuyordum. sigara dumanları gibi havada yükselip kayboluyordu konuşmaları. ve arada sırada gülüyorlardı. ve daha da nadir olmak üzere sesli kahkahalar atıyorlardı. her biri teker teker yanı başımdan geçip gidiyor, sahil manzarasının insanın kanını donduran donukluğuna yerleşiyordu. sahil yolunda arabaların geçerken çıkardıkları sesleri işitiyordum. tekerleri ıslak asfaltın üzerini kat ederken yapışkan sesler çıkartıyordu. kalbimin derinliklerinden gelen bir ses uğurluyordu geçip giden arabaları. hiçbir zaman azalmıyordu sesler. çünkü bir araba uzaklaşsa bile ardından bir yenisi tekrar beliriyordu. farklı markalarda olsalar bile çıkardıkları yapışkan sesler hep aynıydı. ardından bakmamaya özen gösteriyordum onların. bakmamam gerektiğine inandırmıştım kendimi. neden bilmiyorum. oysa baksaydım daha iyi hissedebilirdim kendimi. ama bakmadım yine de. kendime bir söz verdiysem tutmalısın dedim kendime ama bu konuşan ben miydim yoksa çocukluğumdan kalan buyurgan başka bir ses miydi ayırdına varamadım. ne düşündüğümü bilmeden akıp gidiyordu zaman. her şey bir karartı halinde bir an belirip, bir an kayboluyordu. uçuşup giden görüntüler karşısında kendimi oldukça halsiz ve güçsüz hissetsem de bir türlü yere yığılmadan, ayakta karşılıyordum olanları. ve sayamayacak kadar çok şey olup bitiyordu aynı anda. her karşılaşmada bir daha yaşıyordum aynı şeyleri, zihnimde aynı deviniler her seferinde tekrar ve tekrar gerçekleşiyordu. öyle ki artık takip etmenin anlamsızlığı apaçık belirdi zihnimde.

mesaj gönder