1. en nihayetinde buldum dedim. altına hücum! altın değerinde bir eşya, bir bilgi, bir insan, bir bakış, bir nefes, bir vuruş. neden mi? altın paslanmaz çünkü. oksitlenmez. oksijenle temasa geçmez. çürümez. eskimez. tumturaklıdır yani anlayacağınız. durur öyle bin yıllarca. olduğu gibi kalır. oysa insan sürekli nefes alır, nefes verir. yaşadıkça yanar. içten içe çürür, içten dışa çürür, dıştan dışa ve dıştan içe çürür. çürüdükçe düşünmeye meyleder. düşünür ki çürüyen bedeninden, her türlü bedenden, yani kısıtlamakla yükümlü her türlü formdan kurtulabilsin. altına zaman işlemez. başlı başına ruhtur. gözleri kör eden parıltıdır.

    hüseyin gecenin üçünde beni aradı. depresyondan çıktığını uslu, akıllı bir edayla bana anlatmaya çalıştı. ben bu numarayı yer miyim? yemem. gecenin üçünde arıyorsan, akıllı uslu konuşarak akıllı uslu bir kişi olduğuna sikseler inandıramazsın çünkü. gecenin üçünde kimse akıllı uslu olmaz. ya rüyanda saçmalıyorsundur ya da uykunu kaçıran düşüncelerle, arzularla sarılısındır. heyecandan titreyen sesini güç bela dizginlemeye çalıştığını sezdiğimde içim cız etti. dedim oğlum sen çıktığını söylüyorsun depresyondan, tamam da, nereye çıktığını da bir düşün istersen. tünelin ucunda bombok bir yere çıkıyorsan, depresyondan çıkmanın faydası ne? kemik kırılır eyvallah da, yanlış kaynarsa sıkıntı büyük. düzgün kaynaması için insan eliyle, kasıtlı olarak bir daha kırılması gerekir ve kasıtlı olarak kırılması es kaza kırılmasından daha vahim bir durumdur. ne dediysem kendimi hüseyin’e dinletemedim.

    hüseyin kendince, kendi küçük dünyasında bir altın elde ettiği sanrısına kapılmıştı. bu altın sayesinde artık mesafeleri kat etmesine gerek kalmayacağına inandı. iki yıl okul tatili! artık çalışmak yok. paydos! bundan sora bahamalar’da kokteyllerimizi yudumlayacağız. bundan sonra formdan yoksun olarak sadece zamanın şeffaf kayığına bineceğiz. dünya mekanlarının hoyrat katılığına son! akıp gideceğim su gibi diyordu kendi kendine. en sonunda gözünden yaş geldiğini duyumsadım. beethoven'in 7. senfonisinin can alıcı bölümünü açıp üzerine de afiyetle bir sigara yakmış. öyle bir nefes çekmiş ki kül olan tütün değil dünyanın kendisiymiş. sonsuz mutluluk. sonsuz cennet. sonsuz yalan. hüseyin çözüm yolu bulmak değil çıkış yolu bulmak derdindeki her insan gibi naif düşüncelere sahip kırılgan bir tembelin tekiydi. hayatına hükmeden sabırsızlık ve acelecilik günahlarının gölgesi altındaydı. kör eden güneşe bakmak meziyetinden yoksun olduğu için bakamadığı güneşe olan nefretini, günahlarının şemsiyesi altında, hayalindeki güneşe mesnetsiz bir aşk duygusuyla değiş tokuş ediyordu.

    beyhude laf anlatma girişimim yüzünden sinirim bozuldu. telefonu kapattım. uykum kaçmıştı. balkona çıktım. anlamsızca geceye göz attım. sokak lambalarının kaldırıma düşürdüğü sarı huzmenin loşluğunu soludum. kendinin sahibi olan sokağa fısıldayan ayak seslerinin duydum. uzak diyarlarda sokak köpeklerinin uluyan yaralı çağrısını duydum. amaçsız gökyüzüne baktım. o ise sessiz, karanlık ve bulutsuzdu. korktum. kendime kızdım. kendime küstüm. beyin kıvrımlarımda asitli salyalarını akıtarak dolaşan karınca sürüsüne küfür ettim. içimden dünyanın bütün yollarını yürüyerek kat etmek geldi. ayaklarım parçalanana dek, bir deri bir kemik kalana dek, beynim suyunu çekene dek, kalbime sinmiş tozu süpürene dek yürümek istedim. altında gözüm yok dedim kendime. ama en azından gümüş de işimi pek tabii görürdü. oysa bir de söz gümüşse sükut altındır diyordu büyük atalarımız. peki, iyi güzel diyorsun da, sayın bayım, sayın kutsal dede, yaşadığımız dünyanın halini görmüyor musunuz? neyin altınından bahsediyorsunuz? insanlar altına hücum ettiği için şu an bu bok çukuruna düşmedik mi? dünyanın manyaklığına dair ne varsa altına olan hevesimizden kaynaklanmıyor mu? hüseyin gecenin bu saatinde napolyon olduğuna inanıyorsa bunun sorumlusu altına hücum etmeyi sevap sayarken barbar adımlarımızla yabani ot gibi sevgiyi ve emeği ezen, görmezden gelen ve hiçe sayan o sonsuz açlık değil midir?

    değerli ve anlamsız altından, değersiz ve anlamlı boka yolculuk...

    soğuk kış gecesinde pencereyi sonuna kadar açtım ve kabanımı giyip buz gibi odada kıyafet dolabımın kirlenmiş beyaz kapağına bakarak oturdum. içimde bana her zaman pinti davranmış heves kırıntılarını büyüteçle takip ettim. bulduklarımı biriktirmek üzere aceleyle cebime attım. gözlerimi masa lambasının aydınlattığı odada gezdirdim. oldukları yere mıhlanmış eşyaların kayıtsızlığı soran gözlerle üzerime abandı. bütün ağırlıklarını üzerime verdiler. fiziksel ve düşünsel melekelerimin felce uğradığını hissettikçe içimi karşı konulmaz bir hayal kırıklığı ve hüzün kapladı. beni dinleyip dinlemediği hakkında bir fikrim olmadan bir şeylerle oyalanabilmek için tanrı’ya dua ettim.

mesaj gönder