1. şehre, ve onun önünde serili bekleyen okyanusa geriden ve yüksekten bakan, sırtını ise karanlık ormanların sessiz tekinsizliğine vermiş, tepelik bir bölgenin uç kısmında yaşayan mahalle, yoğun sis ve çiseleyen yağmur damlalarıyla bir olmuş sokak lambalarının cılız ve sararmış ışığı altında beni de kendine hapsetti.

    tam da bu esnada, sabit bakışlarım ayaklarımın altından ses çıkarmadan akarken, yapayalnız sokakta neredeyse hiçlikten çıkagelen ergen irisi şişko bir bisikletlinin üzerime sıçrattığı çamur, yeryüzündeki bütün köhnelikleri zihnimden silip attı. bilinçsiz adımlarım aniden durdu. istemsizce kollarımı iki yana açıp pantolonuma baktım. bisikletli ise benden hemen sonra ancak durabildi. pantolonumu hayretle inceleyip berbatlığını onayladıktan sonra soran gözlerle bisikletliye baktım. ifadesiz suratıyla olanların hala gerçekten yaşanıp yaşanmadığını anlamaya çalışıyor gibiydi. ilk olarak suratı sivilceden geçilmiyordu. kıvırcık saçları, ezelden beri aralıkmış gibi duran kalın ve küçük dudakları, var ile yok arasındaki burnu ve yuvarlak çehresiyle bir insan ancak bu kadar alık bir ifadeye sahip olabilirdi. anın şaşkınlığıyla aklıma düşen ilk cümleyi sivilceli embesile savuşturdum.

    -bunu neden yaptın?

    birkaç saniye suratıma bakmaya devam etti. kendine gelince bana dönük olan suratını gideceği yöne doğru çevirdi ve sarı ışık huzmeleriyle boyalı sokağın bitimine doğru hasretle baktı. oysa mahcup salak, erindiği manzaranın bir parçası olmak için cennetini bile satardı. onun yerine kaderine boyun eğerek tekrar bana döndü ve tutuk bir şekilde cevap verdi.

    -bilmiyorum bayım. özür dilerim.

    anlam yoksunu bir soruya, anlam yoksunu bir cevap... pekala makul... cevabını kabul etmekten başka çarem kalmadı. kızgınlığımı aktardığımdan emin olana dek ısrarla ona bakmaya devam etmek niyetindeydim. sokakta, ikimizden başka, atmosfere hapsolmuş yoğun sessizliğe tanıklık eden tek şey, sokak köpeklerinin belli belirsiz, uzak bağırtılarıydı. isterdim ki gelişi güzel, ağız dolusu, hacimli laflar sıralayayım. oysa dudaklarımdan tek bir kelime bile dökülmedi. çocuğun üzerine nişan aldığım bakışlarımın istikrarından emin olunca yavaşça önüme döndüm ve adımlarım tekrar çalışmaya başladı. yürümeye koyulduktan birkaç metre sonra merakla tekrar arkama baktım. bisikletine binip olay mahallinden uzaklaşırken, benim ona baktığım gibi, o da kafasını çevirmiş bana bakıyordu. karşılıklı bakışarak birbirimizden uzaklaştık ve donuk sisin derinliklerine doğru birbirimizi yitirdik.

    etkisi azalan yağmur tamamıyla durdu. yerini nefes nefese esen soğuk rüzgar ve rüzgar şiddetini arttırdıkça beni daha da ürküten yabanıl uğultular aldı. öte sokaklardan kulağıma uzanan köpek bağırtıları ise artık duyulmuyordu. rüzgarın şiddeti en olası düşüncelere bile yer bırakmadı.

mesaj gönder