• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (9.03)
the matrix - lana wachowski, lilly wachowski
bir bilgisayar programcısı olan thomas anderson aynı zamanda neo nickname'li çok usta bir "hacker" dır. ancak siyah takım elbiseli ve gözlüklü adamların yakın takibindedir. bu takibin nedenini ise karşılaşacağı morpheus'dan öğrenecektir. neo, birden kendini morpheus'un anlattıklarına güvenmek zorunda kaldığı yapay bir evrenin içinde bulacaktır. içinde yaşadığımızı sandığımız bu dünya tamamiyle aldatıcıdır. tüm insanlık aslında insanların kendi elleriyle yarattıkları yapay zekaların köleleridir. neo, trinity ve morpheus'un da yardımıyla kendilerini bu düzeni yıkmaya adayan bir grubun içine katılır.
  1. son 50 yıla damgasını vuran ve defalarca izlediğim ve izlemekten bıkmadığım bir filmdir.
    bence sinemada bilim kurgu ikiye ayrılıyor; matrix sevenler ve sevmeyenler. bu bağlamda seven birisi olarak hakkında bir şeyler yazmak istedim.

    !---- spoiler ----!

    neo: yani thomas anderson her şey bilgisayarına düşen ''wake up, neo...'' mesajı ile başladı uyanışların en güzelini yaşadın ve yaşattın. aslında sen de amaçsızca günleri geçirip gerçekliği arıyordun. o yapaylık o yalan hayat beynini kıymık gibi kemiriyordu. çok geçmeden beyaz tavşan deliğine girdin ve hayatın yeni bir boyut kazandı. o uyanış anında etrafı algılaman ilk defa rüya görmeden gerçekleri görüp kusmaya başlaman efsane benim için. ayrıca ajan smith'e çok yüklendin çok hırpaladın tamam kötü çocuk ama napıcan onu da öyle programlamış mimar.

    ''-kaşığı eğmeyi boşa deneme. bu imkansızdır. bunun yerine sadece gerçeği anlamaya çalış.tamam mı?
    -gerçek nedir?
    -aslında bir kaşık yok. eğilen sadece kendinsin.''

    trinity: aslında her şey noe efendinin sürekli döngüsel tekrarlanan tercihlerinde aynı şeyi seçmesi ile başlıyor. tam 5 sefer. ve her seferinde matrix yeniden yaratılmadan aynı kararı veriyordu ama ta ki bizim noe farklı bir tercihle seçimini değiştirene kadar. buna matrix'in mimarı bile şaşırdı afalladı. çok kritiksin bu bağlamda ayrıca ilk iki filmde de açılış sahneleri seninle olduğu için yerin bambaşka.

    ''trinity: sadece dinle. neden burada olduğunu biliyorum. ne yaptığını biliyorum. neden az uyuduğunu… yalnız yaşadığını ve her gece bilgisayar önünde neden sabahladığını biliyorum. onu arıyorsun. biliyorum, çünkü ben de bir zamanlar aynı şeyi arıyordum. sonra o beni bulduğunda aslında onu degil, bir yanıtı aradığımı söyledi. bizi harekete geçiren soru bu neo. seni buraya getiren de bu soru. soruyu biliyorsun… tıpkı benim gibi.
    neo: matrix nedir?
    trinity: yanıt oralarda bir yerde neo. seni arıyor.eğer istersen, seni bulacaktır.''

    morpheus: yani ''düş tanrısı'' mitolojide düşlerin tanrısı matrix'de ise düşlerin aksine gerçek için hayatından vazgeçecek kadar asil kahraman. senin o mücadeleye olan inancın yok mu başlı başına bir film. kahin dahi inanmazken senin umudunu yitirmeden neo için sürekli çabalaman harika ötesi. inandığın yolda hedefe varana kadar yılmayan mert adamsın izindeyiz.

    ”hiç gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü? ya o uykudan hiç uyanmasaydın rüya olduğunu nasıl anlayacaktın bu açıklanamaz, ama hissedersin. hayatın boyunca dünyayla ilgili bazı şeylerin yanlış olduğunu hissetmişsindir. ne olduğunu bilmezsin, ama o ordadır; beynine saplanmış bir kıymık parçası gibi… seni deli eder. ”

    ajan smith: uslanmaz virüs. ama sen de neo gibi bir hata idin. o %0.1 oranında hatadan doğan sen de neo gibi her seferinde kendini yok etmek yerine yeniledin dijital evrimin atası sayılırsın. çoğu zaman seni destekledim neo dallamasının tek başına senin klonlarını haşat etmesine ben de içerledim. orada çok istedim iki yumruk at rahatla diye ama pezemeng neo update etmiş kendini oradan oraya uçuyor napıcan ki.

    ''sizinle, bir süredir kafamı meşgul eden bir düşüncemi paylaşmak istiyorum. bu düşünce aklıma sizin türünüzü sınıflandırmaya çalışırken geldi ve anladım ki sizler aslında memeliler sınıfına dahil değilsiniz. bu gezegendeki tüm memeliler, yaşadıkları çevre ile içgüdüsel olarak bir denge kuruyorlar. ama siz insanlar öyle değilsiniz. bir bölgeye yerleşiyorsunuz ve çoğalıyorsunuz, tüm doğal kaynakları tüketene kadar çoğalıyorsunuz. canlı kalabilmenizin tek yolu başka bir bölgeye yayılmak. bu gezegende bu şekilde yaşamını sürdüren bir organizma daha var. ne olduğunu biliyor musunuz? virüsler. insanlar hastalıktır. bu gezegenin kanserleri. sizler vebasınız. ve bizler de bunların ilacıyız.''
    (simdi bu doğrulara ne denir ki ah ah ajan smith kalbimdesin)

    kahin: çok çirkindin ama gizemli bir havan vardı. o vazo kırılmadan“vazo için endişelenme” dedin ya ben de noe gibi şapşal şapşal kırılan vazoya baktım. aslında sen neo'yu her seferinde denedin o kurabiyeler, kırılan vazo, kaşıklı çocuk, ikram ettiğin şekerler boşa değildi hepsinin bir anlamı vardı ve ben bunları 2-3 kere izlediğimde öğrendim. ayrıca son sahnede güneşe olan özlemini giderirken yanında olmak isterdim.

    ''+şeker?
    – kararımın ne olacağını biliyor musun?
    + bilmesem kahin olmazdım değil mi?
    -zaten biliyorsan nasıl seçeceğim?
    +çünkü buraya seçim yapmak için gelmedin. sen seçimini çoktan yaptın.
    buraya neden bu seçimi yaptığını anlamaya geldin.''


    karakterlerin başlıcaları bunlar evet daha yazılacak çok karakter var özellikle bana neo'dan daha çekici ve daha gizemli gelen bir karakter var ki o da merovingian bu karakterin filmini çekseler ayrı bir güzel olur. onun dışında mimar da çok merak uyandırıcı neo sayesinde tanımış olsak da daha detaylı bir yapım olsa fena olmaz.

    gelelim hap meselesine aslında bu hap olayı hala günümüzde bile geyiği dönen bir mesele ve hala sinemanın unutmadığım sahnelerinden biridir. önce bu efsane fotoğraf ile biraz duygulanalım: http://www.edebifikir.com/medya/matrix-2.jpg

    mavi hap mı? kırmızı hap mı?
    morpheus hapı verirken ne demişti hatırlayalım;
    “bu senin son şansın. bu noktadan sonra artık geriye dönüş yok. mavi hapı alırsan, hikaye burada biter, yatağında uyanır, sonrasında neye inanmak istersen ona inanırsın. kırmızı hapı alırsan, harikalar diyarı’nda kalırsın, ve ben de sana tavşan deliğinin ne kadar derine gittiğini gösteririm. unutma, sana sadece hakikate ulaşmanı teklif ediyorum – başka bir şeyi değil.”

    morpheus 'un çok sevdiğim ve noe'ya her fırsatta söylediği bir lafı var ''ben sadece kapıyı gösterebilirim neo, kapıdan girmesi gereken kişi sensin!''
    evet o her defasında kapıyı gösterdi bunu hapları teklif ederken de, kahin'e giderken de, matrix sona erip rüyadan uyandığında da yani her seferinde yaptı. bunun tek bir amacı vardı o da neo'ya seçilmiş kişi olduğunu inandırmak. çünkü neo kahin'e gidene kadar hatta kahin'den çıktıktan sonra bile seçilmiş kişi olduğuna kendini inandırmadı ama morpheus bir an olsun inancından vazgeçmedi.

    konuyu dağıtmadan haplara dönelim. mavi hap yani hikayeyi başka boyuta taşıyan hap. neo eğer mavi hapı tercih etseydi (ki bundan önceki 5 neo da kırmızıyı seçmişti) hikaye sona erecekti. peki o zaman ne olacaktı. noe bir bug mavi hapı almasa bile o beynini kemiren kıymık onu bir şekilde bu olaya dahil edecekti nasıl olurdu ne olurdu tam kestiremiyorum ama mavi hap bu hikayeyi bitirmeye yetmezdi diye düşünüyorum. morpheus vazgeçse bile (ki mümkün değil) trinity bizim oğlanı bırakmazdı. (çünkü kahin ona aşık olacağını söylemişti) aslında zincirleme her şey birbirine bağlı.

    ayrıca bizimkinin kırmızıyı seçeceği daha filmin başında beyaz tavşanı takip etmesiyle başlıyor. zaten mavi hapı seçecek olsa o gün çeteye sattığı korsan disketlerin ardından gece kulübüne gitmez evinde yatardı. ama o beyaz tavşana doğru gitti yani harikalar diyarını zaten istiyordu. uykusuz geceler, dikkat dalgınlığı matrix'i her defasında daha çok çözmeye yaklaşması hepsi kırmızı hap için işaret. morpheus bunu bildiği için teklifini en karizmatik hali ile yaptı ve kırmızı seçildi.

    bana da uzatsa bu şekilde tereddüt etmeden kırmızıyı seçerim baksana adama: http://www.filmloverss.com/wp-content/uploads/2015/10/morpheus-filmloverss.jpg

    peki kırmızı hap seçiminde düşten gerçeğe geçiş insanı nasıl etkiler. her bünye bunu kaldırabilir mi?
    kesinlikle hayır hatırlayalım neo ilk insan tarlasından alınıp matrix'ten çıkınca ne haldeydi. seçilmiş kişi olmasına rağmen kafayı yemeye ramak kalmıştı. orada geçen şu diyalog aslında olayı bize anlatıyor;

    neo : gözlerim neden acıyor?
    morpheus: daha önce hiç kullanmamıştın.

    evet gerçek neydi? daha doğrusu martix'te gerçek neydi?
    gerçeği nasıl tanımlarsın? eğer hissedebildiğin şeylerden bahsediyorsan, koklayabildiğin, tadabildiğin ve görebildiğin, o zaman gerçek, basitçe beynine iletilen elektronik sinyallerdir.
    gerçek matrix'te yukarıdaki gibi iken oradan kurtulan kişiler için tam tersidir. bunun içinse şu diyalog en uygun anlama biçimidir;
    tank: haydi dostum. şampiyonların kahvaltısı. (neo'ya lapa benzeri bir yemek ikram ediliyor.)
    mouse: gözlerini kapatırsan yumurta yediğin izlenimine kapılırsın... bana neyi hatırlattı biliyor musun? leziz buğday. hiç leziz buğday yedin mi?
    switch: hayır, ama aslında sen de yemedin.
    mouse: demek istediğim de bu. makinelerin leziz buğdayın tadını nereden bildiğini merak ediyorsundur. belki yanlış yaptılar. belki leziz buğdayın tadı yulaf ezmesi ya da ton balığı gibiydi. bu durumda insanın aklına çok şey takılıyor. örneğin tavuk, belki tavuğun tadına karar veremediler, bu yüzden tavuk etinde her şeyin tadı var.
    dozer: yediğim şey sentetik aminoasitler, vitaminler, minerallerle birleştirilmiş. vücudun ihtiyacı olan her şey.


    evet mavi hap mı? kırmızı hap mı? bunun cevabı aslında bizim dünyamızda da geçerli. evet ortada haplar yok ortada matrix yok ama mavi hapı almış gibi yatağında uyuyup hiç bir gerçekliği merak etmeden ot gibi yaşayanlar var. birde kırmızı hap yokken kırmızı hapı almışcasına gerçeklerle yüzleşen dünyaya gözlerini kapatmayan insanlar var.

    gerçek dünyaya hoşgeldin!


    !---- spoiler ----!

mesaj gönder