• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (7.44)
madam bovary - gustave flaubert
gustave flaubert (1821-1880); 1857'de yayımlanan ve kamuoyunda hayat-edebiyat ekseninde ciddi tartışmalar yaratan ilk romanı madame bovary'den insanın bilmeyle olan derin mücadelesine odaklanan ancak tamamlayamadığı son romanı bouvard ile pécuchet'ye her romanında farklı yollar deneyen 19. yüzyılın en yenilikçi klasiklerinden biridir.1856'nın son aylarında tefrika edilen madame bovary ise, yayımlanışının 150. yılı arifesinde, hasan âli yücel klasikler dizisinde çeviri edebiyatımızın iki önemli ustasının çevirisiyleyeniden yayımlanıyor.nurullah ataç (1898-1957): hasan âli yücel'in kurduğu tercüme bürosu'nun başkanı olmanın yanısıra, gerek çevirileri gerekse denemeleriyle türkçeyi baştan aşağıya yenileyen biredebiyat ve dil ustasıydı.sabri esat siyavuşgil (1907-1968): yedi meşaleciler şairlerinden biri olmanın yanısıra, karagöz üstüne incelemeleri de olan bir psikoloji hocası ve cyrano de bergerac'tan değirmenimden mektuplar'a dilimizin önde gelen fransızca çevirmenlerindendi. (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)
  1. bir ödevim için yazdığım hakkındaki metnin bir kısmı şöyledir;

    !---- spoiler ----!

    madame bovary, konusu itibariyle ilgimi hiç çekmemesine rağmen, edebiyat tarihinde edindiği önemli yer gerekçesiyle okumayı planladığım bir eserdi. fırsatını bulunca okumaya başladım ve konusunun neden ilgimi çekmediğini iliklerime kadar hissederek anladım. yazım tarzı açısından hiç de sıkıcı olmayan bu eser anlattıkları, konusu açısından fazlasıyla sıkıcıydı. öncelikle baş karakterin, aptal ancak bir o kadar da cüretkar bir kadın olması beni konudan büsbütün uzaklaştırıyor, kitabın içine girmemi engelliyordu. zira şahsi olarak, aptallığın cüretle birleşmiş haline zerre tahammül edemeyen ben böylesi bir şahsı anbean izlemek durumunda olmanın derin acısını duyuyordum. yanlış anlaşılmasın, bunlar öfke dolu hakaretler değil; bunlar karakter üzerindeki gözlemlerimden yaptığım çıkarımlar. ve bu bahsolunan “aptallığın” dayandığı nokta kesinlikle karakterin ahlaki, toplumdışı davranışları değil, daha ziyade karakterin yaşam planlaması konusunda gösterdiği mantıksızlık, ayağını yorganına göre uzatmama ve gerçekçilikten çok uzakta bir hayalperestlik.

    tüm kitap boyunca, anlatılan, üzerine odaklanılan benim için tek ilginç konu vardı; altın aslan’ın uşağı hippolyte’ın geçirdiği ameliyat ve sonuçlarıy. bunun haricinde baştan sona iki yüz doksan beş sayfa boyunca kendimle ilişkilendirebileceğim ne bir karakter ne bir olgu ne de bir olay okudum. bu, benim gibi, bir eseri sevmesi için o eserde kendinden izler görmesi gereken birine ne hazindir!

    “bizi” der büyük alman soytarısı friedrich wilhelm nietzsche, “bütün kitapların ötesine taşımayan bir kitap neye yarar?” gerçekten de, ilk kısımlarından itibaren madam bovary’nin, beni daha önce okuduğum tüm kitaplardan bir adım daha öteye taşımayacağını biliyordum. belki beni niceliksel olarak, okuduğum kitap sayısı vs. gibi önemsiz açılardan ileri taşıyabilirdi, evet, ama dünya görüşü, vizyon, birikim açısından bana bir adım attırmayacağı, belki, hafifçe ayağımın kıpırdamasına sebep olabileceğini ancak fazlası için gücünün yetmeyeceğini biliyordum. peki niçin, beğenmediği kitapları yarım bırakmaktan hiç de çekinmeyen ben, niçin onca saatimi bu kitaba vermekten geri durmadım? sanırım bu, benim bazı şeyleri yapmak zorunda hissetmemden kaynaklı kendi kendime uyguladığım bir baskının ürünüydü. ne olursa olsun bu kitap, realizm akımının öncüsü değil miydi? kendisinden sonraki pek çok eseri etkilemiş, edebiyatta derin bir iz bırakmış olan bu kitabı okumadan hayatıma devam etmem mümkün olamazdı. evet, kitabı sevmedim, fakat kitabı sevmediğimi ancak ve ancak kitap bittikten sonra tasdik edebilir ve bu kanaate tam bir emniyet ile ancak o zaman ulaşabilirdim. bu sebeple dişimi sıktım.

    konusunu bu kadar yerdiğim bu kitabın dilini, üslubunu övmek isterim. çünkü flaubert, ne anlatmak istiyorsa onu anlatıyor. tertemiz, pürüzsüz. adeta “nasıl tanrısal bakış açısıyla roman yazılır” dersi veriyor tüm kitap boyunca. bu bir yandan hoşuma giderken bir yandan da üzüyor. hoşuma gidiyor, çünkü edebi bir zevk veriyor. üzüyor, çünkü böylesi bir kalemin böylesi konularla, böylesi olaylarla harcanması acı bir cinayet! elbette, bunun sorumlusu yalnızca flaubert ve onun yeterliliği değil flaubert’in yaşadığı dönem de, bu noktayı atladığım sanılmasın.

    bana kalırsa, flaubert yazmasını çok iyi bilen ancak hayal etmesini pek beceremeyen biri. belki de gerçeğe olan tutkusu onu bu hale getiriyor ya da onun bu hali onu gerçeğe tutkun yapıyor, kim bilir!

    demem o ki, madam bovary’nin bana, okunması elzem olan kitaplardan bir tanesini daha okumuş olmak dışında pek bir şey kattığını(flaubert’in yazım tarzı her ne kadar çok iyi olsa da, daha iyilerini gördüğüm için o da tüm görkemine rağmen önplana çıkamıyor.) düşünmüyorum. ama buna rağmen edebiyat tarihi açısından okunmasının gerekliliği ortadadır. bu elbette, benim şahsi görüşüm ve şahsi bir takıntım. kitap okumayı yalnızca bir zevk olarak gören biri, doğal olarak kitabın edebiyat tarihindeki yeriyle ilgilenmeyecek ve dolayısıyla okuma gereksinimini bu sebebe bağlı olarak duyumsamayacaktır.

    !---- spoiler ----!

mesaj gönder