1. her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    birini tanıdım, bakımsız bir bahçenin ortasında açmış bir çiçeği suluyordu, üstü başı toz içinde kalmıştı, mutluydu. ben ise o güne kadar çiçeklerin de bir kalbi olduğunu bilmiyordum. ilkokulda, öğretmeninin verdiği bütün kurdeleleri saklamış, dünyayı bir kurdeleye bağlamıştı. ben ise bir kurdelenin beni hayatta tutacağından o zamanlar habersizdim.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    bir kalabalığı yarıp, kendi cesedimle karşılaştım diyemediğim için, sen de kendimi buldum dedim. gözlerimin içine baktı, mutlu sonla biten bir film gibi izledim, soluksuz.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    okulda onu rahatsız eden birilerinin olduğunu öğrendiğim gün okul çıkışında, herkesin içinde onu rahatsız eden çocuğu komalık ettiğim için bir hafta konuşmadı benimle. ben ise onun saçının bir teline zarar gelsin istemiyordum.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi severdik. bir gün daha önce adını bile duymadığımız bir sokağın o dar kaldırımları arasından geçerken tuttum kolundan, öptüm, nefes alıp verişimiz hızlanmıştı. bana, bir gün bu kaldırımlardan tek başımıza geçmek zorunda kalmayalım, demişti.
    kaldırımların üzerime yıkılacağını tahmin bile etmemiştim.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    bizim birbirimizi tanımaya başlamamızdan yaklaşık on beş ay geçmiş, son bir ay boyunca hiç konuşmamışız, bana, bir akşam üzeri, beni artık istemediğini, ona artık yazmamam gerektiğini söyledi. bu bir ayrılık cümlesiydi. tüm zorluklara rağmen pes etmeyeceğimize, ayrılık kelimesini bizim alfabemizden çıkaracağımıza ve ne olursa olsun elimizi hiç bırakmayacağımıza dair sözleşmiştik oysa ki, olsun. vedalardan hoşlanmadığım halde son kez buluşmamız gerektiğini söyledim, kabul etti.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    bir pazar günü maç çıkışında geldi yanıma, nereye gideceğimizi bilmediğimiz bir şekilde durağa doğru yürüdük, sustuk, insanlar yanımızdan geçti, biz sadece yürüdük, cebimde onun bilekliği, ellerim cebimde. şimdi seninle illa bir yerde oturuyor olsaydık eğer dedim, sahildeki bankları göz ucuyla keserek, muhtemelen böyle bir yer olurdu. denizi karşıma, dünyamı sağıma almıştım, ve bir cümlenin beni nakavt edeceği anı bekliyordum, ama belli etmiyordum.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

    değer verdiğim şeyleri incitmeden sevmeyi öğrenemediğim için kafamın içinde kendime kızıyordum, ama bir yandan da birbirimizi inanılmaz derecede yıprattığımız için onun artık daha fazla yorulmasını, acı çekmesini istemiyordum. birbirimize döndük, ellerimi cebimden çıkardım, yavaşça yüzünü iki elimin arasına aldım, parmaklarımı gezdirdim, ezberlemek gibi.
    gözyaşlarına hakim olamadı, başını kalbime yasladı, dinledi.
    bu, evine veda etmekle aynı şeydi.

    gözyaşlarını sildi, gidelim mi diye sordu, taşıyamadığımız tüm yükleri o bankta bırakıp hiç gelmesini istemediğim bir otobüsü beklemek üzere durağa doğru yürümeye koyulduk, hiç konuşmadık, sustuk, kaybettik.

    biliyorum, çok kişi bekledi o durakta, çok kişi ağladı,
    ama en güzel biz veda etmiştik.

    her güzel şey bir gün mutlaka bitmek zorundadır.

mesaj gönder