• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.00)
tystnaden - ingmar bergman
iki kız kardeş birbirini sevmemektedirler. küçük olanın çocuğuyla beraber gittikleri bir tatilden dönüşte, dilini bilmedikleri bir ülkenin otelinde bir geceliğine konaklarlar. bu arada büyük olan kardeş ölümcül bir hastalıktan muzdariptir.
  1. '' Ester: Bana yazacak bir şeyler verin. İnsan sevmekte hürdür. Bu zavallı halimi kabullenmek istemiyorum ama şimdi yalnızlık güzel ve iyi. İnsan hayatında çeşitli davranışlar dener ve hepsini anlamsız bulur. Üzerimde öylesine büyük kuvvetler var ki yani bizi ürperten, titreten kuvvetler var demek istiyorum…Ruhların ve anıların arasında ihtiyatlı davranmak gerekiyor..Tüm bu konuşmalar,yalnızlığı düşünmek hiç akıllıca değil…Gerçekten faydasız bu…Bana yazacak bir şeyler verin.. ''

    Bergman, dolaysızca Nietzsche’yi yorumlar. Tanrı’nın ölümü, insanın içindeki varoluşsal kodların çözülmesi, dahası yıkılmasıdır. Sessizlik, her şeyden önce tanrı’nın sessizliğidir. Bergman bu nedenle, Tarkovski’nin geçtiğini söylediği kapıdan kendisi geçemez. Sessizlik filmiyle kulvar biraz farklılaşmış gibidir, örümcek-Tanrı’dan direk olarak söz edilmemektedir artık, esas karakterler erkek değil kadındır ve woolf’un dediği gibi, kadın söz konusu olduğunda vurgu her zaman farklı bir yerdedir. Ancak, karakterlerin ve hikayelerin odağındaki sorun, yani ‘sessizlik’ sürmektedir. Aynanın İçinden ve Kış Işığı ile birlikte bütünlük oluşturacak şekilde bu filmler bir üçleme, “Oda Üçlemesi”. Bunları Bergman’ın, hakkında konuşulamayanlar hakkında konuşma girişimleri olarak kaydemek yerinde olur. Önemli olan burada aslında tanrının konuşmaması değildir, sessizliğidir. Bergman, bu sessizliği ve bu sessizliğin -hem nedeni hem de sonucu olan- insanı düşünür. Oldukça belirgin bir tarihsel fonda kurgular düşünme girişimini. Başka bir açıdan da, filmlerin odağında yer alan ve bütünlüğü sağlayan sorunun “iletişim/sizlik” olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. İnsanın kendisiyle, dünyayla ve başkasıyla iletişim/sizlik sorunu, sonunda tanrı ile olan bağında düğümlenir. Metafizik sorunlar ahlaki meselelere, ahlaki konular insan varoluşunun neliğine dair sorulara bağlanır bir şekilde. Tanrı’nın sessizliği, anlam krizinin bir metaforudur. Bergman’ın, tanrı’nın varlığına dair tartışması, hayata ve insan varoluşuna dair sorularıyla içiçe geçer bu filmlerde. Böylece üçlemede, Yedinci Mühür ile belirginleştirdiği tanrı’nın varlığının işaretlerini arama girişimine yeni bir muhteva kazandırdığını söyleyebiliriz. Kış Işığı’nın intihar edecek Jonas’ı “neden yaşamalı?” diye sorar, kendisine “insan yaşamalıdır” diyen rahibe. Neden? Rahip başını eğerek, sessizlikle karşılar soruyu; rahibin sessizliği tanrı’nın sessizliğidir. Sessizlik, nihilizmin yanıt olmayan cevabıdır. Bu tartışmalı olabilir, ancak bizzat sorunun kendisini Bergman’ın arayışının ve sinemasının anahtarı olarak almak yerinde olacaktır. İletişim/sizlik sorunu da bir anlamda her şeyin sonucu ve nedenidir. Kış Işığı‘nda 6-7 dakika boyunca süren mektup okuma sahnesi, çarpıcı olduğu kadar kilit önemdedir de bu bakımdan. Tanrı ve sevgi kavramları, bir problematik olarak belirirler üçlemede. Olmaları gerektiği gibi, olmaları gerektiği biçimde değildirler. İnsanın kendisiyle, dünyayla ve başkasıyla kurduğu ilişkiler bir kriz halindedir, insanın anlam arayışının krizi. Böylece, farklı bağlamlarla üçleme de “sessizliğin” ve “tanrı’nın sessizliği”nin bir tartışma başlığı olarak altını çiziyor Bergman. Bu noktada, bir şekilde Nietzsche’ye bir şerh düşüldüğünü de söyleyebiliriz. Tanrı’nın ölümü değil, sessizliğidir asıl mesele. Tanrı, ya büsbütün sessizdir ya da öfkeli ve korkutucu bir örümcek olarak görünüyordur. İlk filmin sonunun, “tanrı sevgidir” fikriyle bağlanması ikinci filmde altüst edilir. Son film Sessizlik‘de ise sessizliğe gömülen sevgisizliği görürüz. Bedenin hem bir suç hem bir ceza yeri olduğunu. Tanrı’nın sessizliği, ölümün duyulması imkansız uğultusunu açığa çıkardığı kadar, ben’i kendi nedensizliğiyle yüzleşmek zorunda bıraktığı için de dehşet vericidir. Sessizlik, bu çizgide ilerleyerek sessizliğin gerilimini sahneler. Sessizlik, “ölüm içgüdüsü”nün yargısıdır sanki. Varlığın bütün izleri hiçlikle damgalanmıştır. Yedinci Mühür’ü hatırlıyorum yine. Orada, Tanrı’nın varlığı için inanç ya da varsayım değil bilgi istiyorum diyen şövalye, “karanlıkta ona sesleniyorum, ama sanki hiç kimse yok” dediğinde, Ölüm, “belkide kimse yoktur” diye karşılık verir.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/

mesaj gönder