1. doğrusu şahsi kanaatim ortada sorun diye nitelendirilen şeyin başlı başına "sorun" olmadığı görüşünde. yine de kürt siyasal ve silahlı hareketinin yükselişi düşünüldüğünde bunun tek sorumlusunun işkenceci, ırkçı askeri yapı olduğunu düşünüyorum (askeri tek blok halde kötü veya iyi ele almak yine benim görüşüme göre hatalı). bu elbette genelde milliyetçi-muhafazakar veya ulusalcı-sol kesimin savunduğu şekilde "bu ülkede cumhurbaşkanı bile oldular" veya "akp bakanlarının hepsi kürt nasıl bir sorun bu" tarzı sığlıkta bir sorunsuzluk savunusu değil. yahut genelde kürt siyasal hareketinde olanların veya bu harekete sempatiyle bakan sol kesimin kullandığı şekilde mevcut duruma hem duygusal hem teorik anlamda aşırı deyim yerindeyse overrated bir anlam yükleme de değil. konu çok tartışmalı bir konu ve sanırım uzunca bir yazı olacak. önceden gerekli uyarıyı yapma ihtiyacını hissediyorum.

    öncelikle daha 1976'da yapılmış ve solun içinden gelen şu tespitle başlayalım "azınlıklarda 1960'lı yıllardan beri motif sosyalistliği -yani sosyalizmi araçsallaştıran bir sosyalizm türü- belirmiştir. bürokratlar ve cia bunu kendi çıkarları doğrusunda sömürmektedir". tespiti yapan kişi tkp'nin dönem aydınlarından abidin nesimi (tanıl bora'nın cereyanlar kitabında ilgili bölümleri okuyabilirsiniz hatta doğrudan künye bora, 2017:729). şimdi her ne kadar yıllardır her şeyin dış mihraklara dayandığı komplo teorisi kültüründen gelen vatandaşlar olarak yetiştiğimiz için bu tespit zorlama gözükse bile kanaatimce gereğinden fazla doğruluk payı taşımakta.
    önceki girilerde bir arkadaş yaptığı okumaların listesini de koyarak gayet güzel ve tarihsel bir örnek sunmuş. kürtlerin kürt olarak varlıklarının çok eskiye dayandığını, milli bilinçlerinin şeyh sait ile birlikte doruğa ulaştığı teorik bir düşüncenin (ki öcalan kürtlerin tahakküm altına girmesini ta m.ö 6 yy.’daki med imparatorluğuna kadar uzatır, akademide bir çok kişinin bir tarih yazma çalışması da bununla alakalıdır) bir ölçüde yansıması o yazının bütünü. sözgelimi şeyh sait kendisi bile islam uğruna ayaklandığını söylemesine rağmen birçok akademisyen-yazar bunun milli bilinç ayaklanması olduğu görüşündedir. ben bunun öyle olmadığını düşünüyorum. doğrusu şeyh sait o ayaklanmalarda kürtlük için ayaklanıyoruz dese bile bunun “sağlıklı” olmayı geçelim isyana yol açacak derecede patlayıcı güce sahip bir milli bilinç olamayacağını, çünkü makro-ulus diye tabir edilen türklerin bile milliyetçiliğinin bu güce ulaşıp ulaşmadığının tartışmalı olduğunu düşünüyorum. işte bu tarihsel temellendirmenin yapıldığı noktalar önemli.
    çünkü bazı gerçekler de var elbette. yine herkesin diline pelesenk olan kürt dağ türküdür, kart kurt sesinden gelir saçmalığı veya asla yadsınamayacak ve hesaplaşılması gereken işkenceci anlayış (bu tarihte aynı döneme denk gelen ve askeriyenin kitaplarında yazdığı gerçek bir argümandır). 1930’ların sonlarından başlayan bu ayrım aslında ikinci dünya savaşı ile birlikte azalır, çünkü devletin uğraşması gereken başka bir şey ortaya çıkmıştır artık.
    ancak özellikle 1960 darbesinden sonra yukarıda yazdığım tespitte belirtildiği gibi 1965’lerden itibaren araçsal bir sosyalizm başlar sol kanatta, özellikle azınlıklarda. o dönemde kürtlerden bahseden grupların türkiye işçi partisi, türkiye komünist partisi, hikmet kıvılcımlı ve doğan avcıoğlu gibi sol grupların öncülerinin olduğu noktası çok önemlidir. yani araçsal solun barınamayacağı kadar bilimsel ve etkili sol gruplar. işte bu tarihlerden hemen sonra 1970’lerin sonlarından itibaren,1930’lardan beri ufak çatlaklar veren kürt-türk ayrımının ortaya çok güçlü bir biçimde çıkmasına dikkat etmek gerekir (ki o güçlü 68 ve 78 dönemlerinde sol içinde ufak gruplar halinde ve etkisiz kürt siyasi ayrımından bahsetmek mümkündür). eğer politik ütopyalara inanmıyorsanız ve olayları toz pembe görmüyorsanız ülkelerin ülkeler üzerindeki “oyunlarını” hesaba katıyorsunuz demektir. darbe öncesinde solun gücü, türkiye’de yadsınamaz. darbe sonrasında da soldan eser kaldığını söylemek ise iyimserliktir. ancak darbe sonrasında bir şeyden eser kalmıştır, o da kürt hareketi. maalesef darbe sonrası türkiye’sinde ise solun kendini kurma şekli bu hareket üzerinden temellenir hale gelir. bakın burası şöyle önemli, tüm tarihi boyunca sınıflar üzerinden yürüyen sol hareket neo-liberalizmle birlikte sınıflar ile kimlikler arasında bir ilişki görmeye başlar. bunun nedenini neo-liberalizmden önceye dayandırmak doğrudur. daha 1930’larda gramsci sosyalizmin neden kaybettiğine kafa yoruyorken benzer şekilde marcuse’de biraz daha sonraları bu soruya cevap aramıştır. ancak yine de reel sosyalizm örneği olan sovyetlerin etkisi solcuları elbette her şeyin kaybedilmediği konusunda umutlandırıyordu. 1991’e gelene dek. sovyetlerin de çökmesi ile solu saran karamsarlık hali doğrusu bugün de görülebilir bir durumda. sol tartışması ayrı bir konu.
    bu bilimsel arka planın kürtler açısından önemi neydi peki? 1830’lardan başlayarak batıyı etkisi altına alan sosyalist akımların sosyalist devrimi bekledikleri yer elbette gelişmiş kapitalizmin olduğu ülkelerdi. yani almanya, a.b.d vb. ancak devrimlerin olduğu yerler bu batı ülkelerine göre daha geride olan rusya ile neredeyse tamamen tarımsal bir ülke olan çin’de gerçekleşti. buradaki en çarpıcı nokta her iki ülkenin devrimci liderlerinin, sosyalizmi kendi ülkelerinin sosyal yapılarına göre adapte etmiş olmalarıdır ki leninizm ve maoculuk denir bunlara. kürt silahlı hareketinin ortaya çıktığı dönemde de bu akımlardan maoculuk kelimenin tam anlamıyla “revaçtadır”. yıllardır kemalist zihniyetin iddia ettiği solun ise göreceli olarak inkar ettiği köylü toplum yapısı bir anda devrimci mücadelenin ana konusu oluvermiştir. pkk’da kendini bu maocu çerçevede yetiştirir. işçi sınıfı mücadelesi olan sosyalizmin sadece ideolojik önderliğini kabul eder. geri kalan kelimenin tam anlamıyla cahil köylülerdir (cahil burada aşağılamak anlamında değil durum tespiti anlamında kullanılmıştır, o dönemde türkiye’nin geri kalanında olduğu gibi doğuda da köylü cahildir, okuma yazma oranlarına bakılabilir). köylü merkezli pkk’nın yaptığı ilk iş zaten bölgede büyük bir sorun olan köylü-ağa çatışmasına girip, aşiretler ile savaşmak olmuştur (bu da başlı başına önemli bir konudur. pkk genelde aşireti aşirete kırdırmasıyla, bir tür aşiretler oyunu oynamasıyla da ön plandadır). ancak o dönemde her hareketin göreceği kadar destek görmüş, onlarca sol örgüt içinde çok da ön planda olmamıştır. lakin bütün hikaye darbe sonrası yapılan acımasız baskılar ile başlar. önceden gerçekten de bugüne nazaran basit bir şekilde kültür olarak algılanan kürtlük artık başlı başına hem terörizme hem sola işaret eder hale gelir. oluşan terör ortamından önce görece burjuvalaşmış, şehirleşmiş kürtler kaçar (kürtlerin sınıfsal çözümlemesi ile ilgili ilginç makaleler mevcuttur, bulunca editlerim). geriye kalan, nefret tohumları işkenceyle ekilmiş, asabbiyeti yüksek, benlikleri olabildiğince aşağılanan insanlardır.
    maalesef bu durumun sorumlusu burada devlettir. ancak bu ezilmişliğin haklılığı terör örgütlerinin yaptıklarını haklı çıkarmaz. terör örgütü oradaki insanların sığınacağı tek şey haline gelmiştir. gerçekten de bunu olabildiğince kullanmaktan çekinmemektedir. kendi toprağında işgalci gibi davranmaya başlamış bir devlet bu “sorunun” çözümünü kolay şekilde (savaşarak) aradığı gibi, pkk’da halinden gayet memnundur.
    işin en kötü yanı ise çözümün yolunun iki savaşçı topluluk tarafından da savaşmak olarak görülmesidir. ironik bir biçimde her iki taraf da “barış” istediğini olabildiğince dile getirir. istedikleri barış sadece kendi zaferlerinin karşı tarafa kabul ettirilmesidir. barış ile zafer anlaşması arasında gayet ince bir çizgi vardır.

mesaj gönder