1. sabah çiğ tanelerinde kırılan güneş ışığı, hem hayat hem ölüm. bir çiçek gizeminde dünya, bir çiğ tanesinde evren. yaşasın diye günler, ölmeli tüm alternatif evrenler. sessiz, karanlık bir deniz. ufukta kuşlar, çığlık çığlığa bir açlık mücadelesi. deniz, derin, yüzeye yakın balıklar ve kıyıda kabuksuz kalmış yengeçler. ağaçlar gür, hür ve dimdik. ağaçlar yüzeyine tutunmuş yeryüzünün, sonsuzluğun ve hiçliğin sınır bekçileri. sabah ani gelen soğuk ve ölmek için güneşi bekleyen çiğ taneleri. esmer bakışlar, doğanın sarışın köpekleri, köleleri ve ay ışığında kaybolan yalancı rüzgar. yağmur gibi geçici, dağ gibi geçici, yeryüzü gibi geçici. bir an gibi kalıcı olmayan her şey geçici. dokunulamayan gerçekler, hisler ve düşünceler. varlığı karşılıksız, yokluğu bilinmez haberciler. çağımızın vebası büyük düşünmek ve çalışmamak. çiğ taneleri didinip durdukça bir yaprak yüzeyinde, umut da var. su var, su olacak. su yeryüzünde bir maden gibi. madencilere ihtiyaç duyulacak.

    su savaşları başladığında henüz 4 yaşındaydı. çiğ toplayıcısıydı. ilk göreve çıktığından bu yana 2 yıl geçmişti. savaşla başlayan bir meslekti. sabah güneş henüz özgürleştirmeden çiğ tanelerini. toplayabildiği kadar çiğ toplamalıydı. çok fazla bitki yoktu, hızlı ölüyorlardı bu susuz topraklarda. bazen kendi bölgesindeki tüm bitkilerden çiğ topluyor gene de yarım litreyi geçmiyordu su. yeterdi, kabilesi 27 kişiydi. günlük hasatları 2 litreyi biraz geçiyor ihtiyaçları ise bunun altında kalıyordu. taştan oydukları bir kuyuda 40 litre kadar yedek suları vardı. her gün çiğ çıkmıyordu. ölüm kendini hissettiriyordu. güneş her bir damla suyu onlardan çalmak için sürekli bir savaş içindeydi. çiğ toplayıcısı olmak güneşe ayak diremekti.

    kovukları karanlık ve serindi. güneş ışınlarından uzak 60 - 70 cm derinliğinde, 2 kişinin zor sığacağı türden kovuklar. güneş doğarken ve ölürken yaşarlardı. düşmanınla en güçlü olduğu zamanda savaşmazsın derdi kabilenin büyükleri.

    "sana yaklaşmasını bekle, en kızgın zamanlarında uzak bitkilerden su toplamasına izin ver, sonra yorulunca tüm nemiyle gece, sabah en kıymetli çiğleri çal ve her zaman bitkiye borcunu öde."

    kuru bir gece biterken çiğ toplamak için çıktı. artık 7 yaşındaydı, en kuvvetli çağındaydı. bölgesinin sınırlarındaki bitkilere ulaştığında bir ses duydu. daha önce duymadığı bir ses. bir çığlık gibi tiz, toz bulutlarında çakan şimşekler kadar tehlikeli. kaskatı kesildi. kasları sesin tehdidiyle bağlanmış, olduğu yerde bir kaya gibi kıpırtısız kalmıştı. ses bir kaç kez daha tekrar etti. sesin geldiği yeri kavradı ve yavaşça başını bulutsuz gökyüzüne çevirdi. uçan canavarları duymuştu, hikayeleri çocukları korkutmak için anlatılırdı. ama ilk defa birini görüyordu. ve sesi, ölümü andırıyordu. hareket edip etmemekte kararsız kaldı. kendisini görebilirdi, saldırabilirdi, ölebilirdi. korktu, bu susuz kalmaktan farklı bir korkuydu. susuzlukta yavaş yavaş kaybolan bir umut vardı, her gece çiğ taneleri ile sonlanabilirdi. oysa şimdi saf dehşeti hissetti.

    uçan canavar yakınlarda bir kayalığa kondu, etrafı gözlüyordu. kovuğuna koşmayı düşündü, en az 20 dakikalık yol. acaba çevrede başkaları da var mı? canavara baktı, devasaydı, havadayken doğru gördüyse kanat açıklığı neredeyse 2 metreydi, gagası görebildiği kadarıyla bir kanca gibi aşağıya kıvrılmıştı. gözleri başka taraftaydı, baktığı tarafa döndü, bir kaç bitki gördü. yukarıdan bir kaç bitkinin soluk yeşilliğini görmüş olmalıydı. o an canavarın oraya su için geldiğini anladı. o da 2 metrelik kanat boyuyla susuzluğa kolay lokma olacak bir avdı.

    çiğ toplama işinden çoktan dönmesi gerekiyordu, güneş tepede yükselmeye başladıkça yakıcı güneşin derisini kavuruşunu hissetti. canavarın bir kayanın altına uçup gölgeye geçişi üzerinden henüz birkaç dakika geçmişti. hala korkuyordu ama daha fazla duramayacağını hissetti. çiğ toplarken kullandığı su torbasını eliyle tarttı yaklaşık 120 gr. bununla yavaş yavaş yürümeye karar verdi, eğer canavar kendisini fark ederse koşacaktı. sıcağın altında küçük adımlarla ilerlemeye başladı. küçük ve sessiz adımlar. ayağı her yeni adımında yavaş yavaş ısınmaya başlayan toprağa değiyor ve aceleme etmek düşüncesi beynine hücum ediyordu. bir saat kadar gözlerini canavardan ayırmadan yürüdü. bir asır gibi bir saat. topladığı sudan içmeyi düşündü ama torbayı açmaya cesaret edemedi. suyun kokusu yoktu, suyun ruhu vardı. canlılara hayat veren onları kendine çağıran ruhu. ancak o bunları düşünürken canavarla gözleri kesişti. ve işte bir kalıcı olan şey buydu, bu korku, bu duygular, bu an.

    canavar kanatlarını açıp ileriye doğru atılırken, o da koşmaya başlamıştı. 7 yaşındaydı, en hızlı koştuğu zamanlardı. çiğ tanelerini güneşe kaptırmamak için koştuğu hız ve bitkilere çiğlerini döktürmeyecek kadar yumuşak adımlar. "bitkileri ağlatmak affedilmez" diye düşündü. oysa ardında ölümün tiz sesli çığlığı vardı. gittikçe yaklaşan rüzgarı kesen sesi vardı. kendini solundaki bir kayanın arkasına atmasıyla, canavarın bir an önce bulunduğu yerde açtığı izi ve pençelerinin keskinliğini gördü. bacakları titredi. kurtulamayacağı korkusu sardı benliğini. durmaması gerektiğini biliyordu, canavar tekrar havalanmıştı ve kendisine her an tekrar saldırabileceğini biliyordu. ne dehşet. tekrar koşmaya başladı. sıcak toprak yakıcı güneş hepsi bir tiyatrodaki dekorlar gibi etrafını sarmış canavarla olan oyununa gerçekçi bir hava katıyorlardı ve o hayatının oyununu oynuyordu.

    ikinci saldıyı da ucuz atlattıktan sonra dayanamayıp su torbasından bir yudum aldı. ve tekrar torbanın ağzını bağladı. ama suyun ruhu canavarı çağırmıştı. sesi keskinleşti, ölüm çığlığını daha yüksek sesle attı. yükseldi neredeyse bir nokta gibi kalana kadar yükseldi ve tekrar çığlıklar. canavar ondan vazgeçmiş gibiydi. kovuğuna koşarken bir yandan da izliyordu. yüksekte geniş daireler çizerken sürekli aynı sesi çıkarıyor, durmadan, gölgeye bile geçmeye çalışmadan sürekli aynı ritüeli tekrarlıyordu. kovuğuna vardığında kabilesindekilerin kovuklarının hemen girişinden canavarın uçuşunu izlediklerini gördü. diğer çiğ toplayıcılarına bakındı hepsi dönmüştü. ancak o zaman, ölümün dehşetinden kurtulunca anladı. canavar suya davet çığlıkları atıyordu.

    gece olduğunda canavarların sayısı 11 olmuştu. karanlık kabilenin üzerine bir çığ gibi düşmüştü. dışarıda onları bekleyen kuru bir ölümdü. yaşamı gençliği ilk çiğ toplayışını düşündü. kovuğunun derinliğinde, kendi içine baktı. yılların çabasını ve sürekli karşılaştığı zorlukları düşündü. günlük yaşamı düşünmesine fırsat vermiyordu. sabahları çiğ toplamak geceleri yiyecek toplamak ve hazırlamak ile geçiyor, gündüzleri uyuyordu. oysa şimdi kaç saattir uyumadığını hatırlayamadı. gece olmasına rağmen dışarı da çıkamıyordu. kendisiyle yalnız kalması için ölümün kapısında nöbet beklemesi gerektiğini düşündü. ne acı. gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı.

    kovuğun üzerinden gelen eşeleme ve pençe sesleriyle uyandı. kalbi hızla çarpıyordu, tekrar canavarı ilk gördüğünde duyduğu dehşeti duydu. toprak her darbede yavaş yavaş dökülürken, kurtulamayacağını hissetti. suyunu vermeyi düşündü ama nasıl, hayatı, varlığı her şeyi tehdit altındaydı. kovuğun en dip köşesinde bacaklarını karnına çekmiş bir şekilde titreyerek durdu. kovukta tavanda küçük bir delik oluştu. ay ışığı ile beraber bir pençe girdi. önce biraz toprak sonra su kabını buldu. dışarı çekti, sonra sessizlik. canavar gider mi diye düşündü. derken ikinci bir darbe kovuk yavaş yavaş yıkılmaya başladı. pençe kendi bedenini bulduğunda çoktan ölmüştü.

mesaj gönder