• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.49)
masumiyet - zeki demirkubuz
on yıllık mahkumiyeti biten yusuf tahliye zamanı gelince, kalan ömrünü cezaevinde geçirmek istesede dışarı çıkmak zorunda kalır. elinde yıllardır görmediği, müebbet mahkumu bir ardaşının verdiği adres ile bir namus davası yüzünden aşığını öldürüp, kendisini sakat bıraktığı ablasını görmek için izmir'e gelir. ablası ve eniştesinin evinde 'gördüklerinden' kaçıp, ucuz bir otele yerleşir. burada 'bir iyilik' nedeniyle tanıştığı üç kişi ile ne yapacağını ve nereye gideceğini bilmeden beklemeye başlar.
  1. izlemek için geç kaldığımı biliyorum ama tam uygun zamanda hatta uygun mevsimde izlediğim için bir o kadar mutluyum. içinde ot çekilen film'ler teması da yapmadım ama geçen hafta trainspotting 2'yi izleyip bu hafta masumiyet ile devam etmek edinburgh'tan basmane'ye uzanan bir yolculuk etkisi yarattı. benzer yüzleşmeler, benzer yolculuklar, benzer kaygılar.

    zeki demirkubuz için kulağıma gelenler şunlardı; bir sahneye kamera odaklanır ve 5-10 dk o sahneye kitleniriz. ancak masumiyet'te bu şekilde bir sahne yoktu, düşmeyen temposu ve uyandırdığı merak ile halıya çöküp o şekilde izlemişim hatta wc ihtiyaç molası bile veremedim.

    film'de birden çok şey bulabilirsiniz, misal çekildiği yıl izlerken akıllara gelmeyen ama bugün izleyenler için retro sayılabilecek bir türkiye özeti gibi, 1997 yılı filmin çekildiği yıl, reha muhtar'ın reha olduğu yıllar. kapısı bir türlü kapanamayan devlet daireleri, çayların şirketten olduğu tesisler, ulusal kanalların dizi ile uyuşturmayıp yeşilçam'dan örnekler sunduğu yıllar. hayatın içinde pişkin'i var, şımarık'ı var, ahlaksız'ı var. filmde kim var dersek sabreden insanlar var derim. otobüs yolculukları, zorunlu otel konaklamalarında insanlar dikkatimi çekmiştir, hayatla mücadele eden insanların yüzünde hiç bir zaman sıkıldım, oflama poflama olmaz. o insanları gördükçe de kendimden utanırım. otel lobisi'nde takılan ekrana umarsızca bakan yolcular için hangi kanalın açık olduğu çok önemli değildir. asker gazinosu için de benzer tespiti cem yılmaz yapmıştı, kral tv ekranlarına hipnotize olmuş gibi bakan er'ler görürsünüz. hiç bir zaman sıkıldım demezler.

    filmden anekdotlarla devam edelim, mini spoiler içerebilir ama filmin başına sonuna tesir etmez. film'de tiyatrocu farkı ile efsane diyalogların nasıl hafızada yer ettiğini gördüm, haluk bilginer'e laf edebilir miyiz? nuri bilge ceylan'in kış uykusu'nda otel işletmecisi ve ukela, monşer elindeki kadehi ile adeta kendini oynamış haluk bilginer, yıllar önce de renkli gömleği ile dumanlı kafası, oradan oraya sürüklenen bir kaybedeni oynayarak taban tabana zıt iki rolün de nasıl üstesinden geldiğini ispatlamış. bukadar yıldır film izledik de bu kadar ağzının içini dolduran orrroospusunn diyenine rastlamamıştım.
    derya alabora yani uğur hanım için de konuşacak çok şey var ama bekir'in bana da vereceksin orospu dediğinde bekir'e vermeyen uğur hanım daha sonra yusuf'a "al ulan al verecem sana" demesi; diyaloğun öncesinde de uğur hanım'ın "ulan yüzüme otuzbir çeker gibi baktığını farketmedim mi sandın lan puşt! nerden çıktı lan bunlar?" yusuf'un ise "sevdim abla. ne kötülük var bunda?" akıllara kazınan sert diyaloglardı.

    filmde yine unutamayacağım yusuf'un deri ceketidir. emanettir, ve güven kıraç ceketi çok iyi taşımıştır. filmin yükselen yıldızı'dır. kapanışı da yine bir diyalogla yapalım.

    "- film bu mehmet abi, film. milleti ağlatmak için yalandan yapıyolar…
    - yalan malan, böyle de olmaz ki kardeşim!!!"

mesaj gönder