1. Birçoğumuzun hayatında ne yazık ki az ya da çok aile baskısı vardır. Ve bu durum yaşanıyorsa eğer karakterimizi etkiler. Hayatımızı etkiler. Sanırım bizi rezil de eder, vezir de eder.

    Aşağıdaki yazıyı okuduğunuz da, evet ben de yaşıyorum bu sorunları, dememeniz dileğiyle.

    Özgür Bir Birey Olabilmenin Yolları;

    Uzun süredir kendimi bir toplumsal birliğe, bir ırka ya da bir gruba ait hissetmiyorum. Duygulanımlarım, düşüncelerim ve hareketlerim uzun zamandır yalnızca kendime ait; kendi fikirlerimi, okuyarak ve sorgulayarak kendim belirliyorum. Kimsenin güdümünde değilim, hiçbir zaman da olmadım. Bireyciliği savunmamın bunda etkisi oldukça büyük. Toplumların ileriye gitmesinin, o toplumun içindeki bireylere farklılaşma imkanı tanınmasıyla mümkün olacağını düşünürüm. Bu nedenle, birey üzerinde uygulanan her türlü denetime de karşıyım. Fakat içinde yaşadığımız toplumda özgür bireyler olarak yetişmenin ne kadar zor olduğu da hepimizin malumu.

    Otorite, daha bizler ufak bir çocukken, ailenin içinde kendini gösteriyor. Çocukluk çağlarımızın başlarından itibaren ailelerimiz oldukça sert bir tutum göstererek bizi baskı altına almaya, korkutmaya, kendi doğrularına doğru yönlendirmeye ve yasaklarla “eğitmeye” çalışıyorlar. Çoğu zaman düşünce tarzımıza ve kendimizi ifade ediş şeklimize karışıyorlar, hareketlerimizi kısıtlıyorlar ve üstelik bütün bunları iyi bir amaç doğrultusunda yaptıklarını düşünüyorlar. Bu ağır baskıya ve yasaklara yalnızca aile içinde maruz kalmıyoruz elbette; sokağa çıktığımızda, bizi kendi hayatlarındaki sıkıcı tekdüzeliğin çizgisine çekmeye çalışan bir çevre ve otoriter bir devlet anlayışı karşılıyor bizi. Devlet, toplum ve aile, bize istediğimiz hayatı yaşamamamız için, kendimiz olmamamız için, adeta psikolojik -ve bazen de fiziksel- bir savaş uyguluyor. Özellikle de kadınlar toplum içinde bu baskılara yoğun şekilde maruz kalıyorlar. Bunun sonucunda da, “doğru olanın” bize dayatılan biçimde yaşamak olduğuna inanan ve bir sonraki nesli de bu yasaklar çerçevesinde yetiştirmenin hırsıyla yanıp tutuşan nesillere sahip oluyoruz ve bu döngü de böylece sürüp gidiyor – tıpkı ünlü “beş maymun” deneyinin bize işaret ettiği gibi.

    Beş maymun deneyi, 1967 yılında Gordon R. Stephenson tarafından yapılan ve psikolojide “öğrenilmiş çaresizlik” adı verilen durumla ilgili bize harika ipuçları veren oldukça ünlü bir deney. Çok ünlü olduğu için eminim bir çoğunuz bu deneyi bir şekilde bir yerlerden duymuştur, fakat duymayanlar için yine de birkaç cümle ile anlatmakta yarar var. Bu deneyde, Stephenson ve arkadaşları, üzerine muzlar konulmuş bir merdivenle birlikle beş maymunu bir kafese koyarlar, merdivene tırmanmaya çalışan bir maymun olduğunda da aşağıdaki dört maymunu tazyikli soğuk suyla ıslatırlar. Bu işlem birkaç defa tekrarlandıktan sonra kafesteki maymunların merdivene tırmanmak isteyen maymunları dövmeye başladıkları gözlemlenir. Deneyi yapanlar bir süre sonra maymunlara tazyikli su vermeyi keserler; fakat yine de maymunların hiçbirisinin muzlara ulaşmaya çalışmadığı görülür. Daha sonra kafesteki maymunlardan birisi dışarıya alınır ve kafese yeni bir maymun yerleştirilir. Bu yeni maymunun yaptığı ilk şey de muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat bunu her yapmaya çalıştığında diğer dört maymun bu yeni maymunu döverek aşağı indirirler. Dayağa maruz kalan yeni maymun bir süre sonra merdivene tırmanmaktan vazgeçer. Ardından, kafesteki eski maymunlardan birisi daha yeni bir maymunla değiştirilir. Bu yeni maymunun da ilk yaptığı şey merdivene tırmanmaya çalışmak olur; elbette diğer maymunlar onu da döverler. Bu süreç, kafesteki beş maymunun da yeni maymunlarla değiştirilmesi ile son bulur. Deneyin sonunda görülür ki, kafesteki maymunlar tamamen yenileri ile değiştirildiği halde, kafesteki hiçbir maymun merdivenin üstündeki muzlara ulaşmaya çalışmamaktadır; üstelik artık içlerinde hiçbirisinin bunu neden yaptıklarına dair en ufak bir fikri yoktur.

    Bu deneyin üzerine biraz düşünecek olursak, bugün bize doğru diye dayatılan pek çok yanlışın farkına varabileceğimizi umuyorum. Toplumun değer yargıları ve bugünkü doğruları, elbette ki geçmişte yaşanmış tecrübelerin birer ürünüdür, sonucudur; fakat biz bugün biliyoruz ki, sorgulanmamış ve bilimsellik süzgecinden geçirilmemiş tecrübeler tek başına geleceği aydınlatmaya asla yetmez. Oysa bugün insanlar kulaktan kulağa yayıla yayıla iyice abartılan ve şişirilen geçmiş hikayelerine öylesine inanmış ve bağlanmış durumdalar ki, kendi hayal dünyalarında yarattıkları bu sahte gerçekliği toplumdan beklemekten başka bir seçenek hiçbirinin aklına gelmiyor. İnsanlar, geçmişte insanlığın ve ahlâkın şimdikinden çok daha iyi durumda olduğunu zannedip, “Eskiden insanlık varmış!”, “Eskiden insanlar bu kadar bencil değilmiş!”, “.mına koduğumun televizyonu yüzünden ahlâk çöküyor!!” gibi söylemlerle çevreden bol bol şikayet ediyorlar, üstelik bununla kalmayıp, bugünün dünyasını da kendi yarattıkları bu geçmiş illüzyonuna göre şekillendirmeye çalışıyorlar. Diktikleri bu ayakkabı bazı ayaklara dar gelmeye başladığında da, yarattıkları düzene yabancı kalanlara karşı tepkinin ve şiddetin doğması kaçınılmaz hale geliyor.

    “İnsan, insan olarak doğmaz, oluşturulur,” der Erasmus. Bu “oluşma” sürecindeyken, bize biçilen insan rolünden daha farklı ve dolayısıyla daha özgür bir şekilde yetişebilmek için, bu yolu seçebilme cesaretini gösterebilmiş insanların deneyimlerinden faydalanmanın yararlı olabileceği aşikâr. Bu noktada, bugün bireyin özgürlüğünü savunan bir insan olarak, geçmişte geçirilmeye çalışıldığım bu “tornadan” nasıl kurtulduğumu, baskılardan ve dayatmalardan nasıl sıyrılabildiğimi; oldukça dindar ve muhafazakâr bir ailenin ve çevrenin içinde, ateist bir insan olarak kendimi etrafıma nasıl kabul ettirebildiğimi özetle sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu konudaki ipuçlarını size şu şekilde sıralayabilirim:

    1. Üniversiteye gidecekseniz, mutlaka yaşadığınız yere uzak bir üniversiteye gitmeye çalışın: Ne olursa olsun, üniversite okurken aileniz ile yaşamayın. Yurtta yaşayın, apart evlerde yaşayın ya da maddi gücünüz el veriyorsa arkadaşlarınızla birlikte bir ev tutun; ama ne olursa olsun ailenizden kopmaya çalışın. Bu hem sorumluluklarınızın farkında olabilmeniz için, hem de kimseye hesap vermeden, özgür bir şekilde kendinizi yetiştirebilmeniz için oldukça önemli.

    2. Ekonomik özgürlüğünüzü bir an önce kazanmaya çalışın: Henüz hiçbir vasfınız olmasa da, üniversite okurken pek çok yarı zamanlı işte çalışabilmeniz mümkün. Ailenizin size karşı uygulamaya çalıştığı kontrol mekanizmasının en önemli yardımcı araçlarından biri olan parayı, onların izni ve dahli olmadan edinebiliyor olmanız size büyük bir hareket olanağı kazandıracaktır. Anketörlük, broşür dağıtımı, stand hostluğu ve hostesliği gibi pek çok iş ile kendinize ek gelir imkanları yaratabilirsiniz. Ayrıca ilköğretim ve lise öğrencilerine özel ders de verebilirsiniz. Avrupa’da ve ABD’de hemen hemen her öğrenci okurken bir yandan yarı zamanlı olarak basit işlerde çalışıp kendilerine ek gelir sağlamaya çalışırlar, fakat nedense bu durum bizde utanılacak bir şeymiş gibi görülür. Bu önyargıyı kırmaya çalışın. Bu şekilde, ailenizin üzerinizde oluşturmaya çalıştığı baskıyı da kırabilmeniz mümkün hale gelir. Üniversite okumuyorsanız ya da üniversiteyi bitirdiyseniz, bulabildiğiniz işe girip bir şekilde ekonomik özgürlüğünüzü kazanmaya bakın. Bunu kazandığınız anda da ailenizin yanından ayrılın.

    3. Ailenize duyduğunuz gereksinimi azaltabildiğiniz ölçüde azaltın; gerekirse ailenizi -onlar sizi olduğunuz şekilde kabul edene kadar- reddedin: Ailenize muhtaç değilsiniz, hiçbir zaman olmadınız; sadece onlara muhtaç olduğunuzu zannediyorsunuz. Tesadüfen o ailenin çocuğu olarak doğdunuz diye onların her dediğine itaat etmek ve hayatınıza karışmalarına boyun eğmek zorunda değilsiniz. Onlar sizin bir birey olduğunuzu ve insanların hakkına riayet ettiğiniz sürece istediğiniz şekilde yaşama hakkına sahip olduğunuzu kabul etmek zorundalar. Gerektiği yerde ceketinizi alıp çıkmayı bilin. Onları terk edebilecek ve hatta reddedebilecek cesarette sahipseniz, günün birinde mutlaka sizi olduğunuz şekilde kabul etmek zorunda kalacaklardır. Kabul etmiyorlarsa da boşverin; zaten öyle aileden size bir hayır gelmez.

    4. Boyun eğmişliğinize bahane üretmeyin: “Ama sen erkeksin!”, “Kadın olmak çok zor!”, “Sen benim ailemi tanımıyorsun, beni keserler!” gibi bahaneler üretip kendinizi avutmak istiyorsanız, siz bilirsiniz. Ama özgür olmak istiyorsanız bunlardan derhal sıyrılmalısınız. Bahaneler üretmeyi derhal bırakın ve daha özgür yaşayabilmek için neler yapabileceğiniz hakkında kafa yormaya çalışın.

    5. Evliliği bir özgürlük aracı olarak görmeyin: Özellikle Türk kadını bu hataya sıkça düşüyor. Daha evlenmeye kafa olarak hiç hazır olmadığı halde, sırf aile baskısından bir nebze uzaklaşabilmek adına evliliği bir çıkış yolu olarak görüyorlar; elbette bunun sonu da çoğu zaman daha fazla mutsuzluk oluyor. Özgür olmak için birilerine ihtiyaç duyuyorsanız, gerçekten özgür değilsiniz demektir. Önce kendi ayaklarınız üzerinde var olmanın savaşını verin; hayatınızı nasıl şekillendireceğinizin kararını asla bu savaşı kazanmadan önce vermeyin.

    6. Farklı çevrelere girmeye, dünyayı tanımaya çalışın: Türk toplumu, uçak biletlerinin pahalılığı ve vize kısıtlamaları nedeniyle dış dünyaya oldukça kapalı halde yaşıyor. “Farklı” olandan nefret etmelerinin bir sebebi de bu; diyaloğa giremediğiniz, tanımadığınız, size uzak olan insanlardan nefret etmek çok daha kolaydır çünkü. Siz, bu sıkışmışlıktan kurtulmak zorundasınız. Farklı insanları reddetmeyin, onları tanımaya ve anlamaya çalışın. Elinizdeki bütün imkanları kullanarak farklı milletlerden, farklı kültürlerden insanlarla bir araya gelmeye çalışın2.

    7. Başkaları için değil, kendiniz için yaşayın: Kiminle seviştiğiniz, kiminle görüştüğünüz kimsenin derdi olamaz, olmamalı. Nasıl giyindiğiniz, nasıl düşündüğünüz kimseyi ilgilendirmez. İnsanların sizi yargılamalarına ya da sizi engellemeye çalışmalarına fırsat vermeyin; hele ki kendinizi insanların sözlerine göre şekillendirmeyi asla düşünmeyin.

    Zincirlerinizden kurtulun!

    Mutlu olmanın ve huzurlu yaşayabilmenin yolu özgür olmaktan geçiyor. Unutmayın ki, siz herkesten farklısınız, dolayısıyla kimseyle aynı şekilde hareket etmek zorunda değilsiniz. Onlar size saygı göstermek zorundalar; göstermiyorlarsa, bu saygıyı savaşarak kendiniz edinmek zorundasınız. Bu konuda kaçmak, baskılara boyun eğmek korkakların işidir. Korkaklıktan vazgeçin! Kendi ayaklarınız üzerinde dikilmek ve dünyaya kim olduğunuzu haykırmak istiyorsanız, öncelikle sıkıştığınız kalıplardan kurtulmak zorundasınız. Sözlerimi Malcolm X’in bir sözü ile bitirmek istiyorum:

    “Eğer uğrunda ölmeye hazır değilseniz, ‘özgürlük’ kelimesini lûgatınızdan çıkarın.”

    # kaynak
    ozumm

mesaj gönder