1. ekşi sözlükten "harry tuttle" nickli yazarın şu entry'si zaten yeterince karmaşa içerisindeki zihnimdeki bazı soru işaretlerini kanattı...

    !---- spoiler ----!

    aşklar, aile sevgisi, evlat sevgisi, doğa sevgisi, vatan sevgisi ve hatta yaratıcı sevgisi vs. bunların hiçbiri gerçek değil. değişik nevrozların ve psikozların etkisi altında gelişiyor. o yüzden de, daha doğrusu, duyguların gerçek veya samimi olmaması demek, belirli koşutlar altında gerçekleşiyor olması demektir.

    tanıdığım işinde gücünde çok başarılı biri vardı. dostları, aile hayatı, eşi çocukları vs. her şey yolundaydı. sonra kendisinde bir hastalık baş gösterdi. günbegün eriyip gidiyordu. zamanla herkes onu terk etmeye başladı; eşine varana kadar herkesin yanından bir bir ayrılışını izledi yatağında. geriye hiç kimsesi kalmadığında da vefat etti.

    insanların tümüyle böyle olmadıklarını söyleyeceksiniz. stefan zweig'in ungeduld des herzens romanında olduğu gibi insanın birilerine karşı acıyıp, merhamet duyarak yanından ayrılmayabileceklerini söyleyeceksiniz. öyleyse bu hangi psikolojik faktörlerle gerçekleşiyor. körlük romanında olduğu gibi dünyada bir duyumuz aniden yerinden kalksaydı, bir anda duygularımız nasıl değişirdi? hangi koşullar altında ahlaklı, hangi topluluklar içinde merhametliyiz?

    bütün bir dünyada büyük bir yalnızlık içerisindeyiz. herkes vakit geçirebileceği bir şeyleri, birilerini arıyor. bu dünyada insana dair organik hiçbir duygu yok. yaşa ve öl.

    !---- spoiler ----!

    eğer gerçeği gerçekten bilmek istiyorsan, yaşamında bir kez olsun bütün şeyler hakkında şüphe et demiş descartes. şu "düşünüyorum öyleyse varım." diyen adam, bana göre yaşamın sırrını çözen insan...

    bu konuda bazı çelişkiler yaşıyorum. tarihe bakıyorsun, birbirinden muazzam edebi eserler, aşk üzerine yazılmış eşsiz şiirler var. hepsi de insanın içinde anlam veremediği bir noktaya temas ediyor. aşk gibi uçuk bir kavramı inanılabilir ve yaşanılabilir kılıyor. öte yandan soğuk bir gerçeklik sana bunun zihinsel bir sorun olduğunu fısıldıyor tereddütte kalıyorsun. yine aynı tarih pek çok kahramanlık hikayesi barındırıyor, ilham veren hikayeler. öte yandan yine aynı fısıltı bunun sinsi bir ego patlaması olabileceğini söylüyor. kahramanlık duygusunun yarattığı egosal tatminin boyutu kendi canından vazgeçebileceğin bir eşiğe ulaştırır mı insanı sence sözlük? büyük değişimler yaratan büyük liderler, hayatını tek bir amaca adayan insanlar aslında derinlerde o kadar da ulvi olmayan tetiklemeler sonucu mu oldukları kişiler oldular? buz gibi soğuk ve insanın kaçmak isteyeceği bir gerçeklik olurdu bu.

    belkide gelişen teknoloji bizi yozlaştırdı ve o yüzden bütünüyle yapaylaştık. hayatımız kolaylaşırken duygularımız yapaylaşmış olabilir. bu da geçmişi masumlaştırır ve duyguların gerçekliğine zarar vermeyen bir gerçekliğe ulaştırtır bizi. belkide bizim içinde bulunduğumuz toplum yozlaşmıştır ve içinde bulunduğumuz toplum bakış açımızı olumsuz etkiliyordur. sonuçta son onbeş yılda hızla yozlaşan, zengin müteahhitlerin yükselişe geçtiği, insanların reel çıkarları ön plana aldığı, manevi kazanımların hor görüldüğü ve daha pek çok iğrençliği içinde barındıran saçma sapan bir sürecin içerisindeyiz. belki bu bakış açımızı etkiliyordur veya bu da gerçeklerden kaçmak için bir bahanedir...

    ruh var mı gerçekten? tanrıyı siktiret, tanrı olsa da faydalı veya insanları umursayan bir varlık olmadığı belli. gerçi devlet liderlerinin bile(ütopik küçük devletler hariç) sıradan vatandaşı kaale almadığı bir dünyada tanrının insanları umursaması beklenebilir mi emin değilim fakat ruh var mı? karnımı parçalasalar ruhumu görebilirler mi? hayır... kafatasımı ikiye ayırsalar ruhumu bulabilirler mi? hayır... o zaman ruh yok mu? peki sanat... ruh yoksa neden sanat diye bir şey var? analitik çalışan ve organik yapısından dolayı faydacı bir yapıya sahip varlıklarsak neden sanat var? neden güzel bir şiirden, romandan, tablodan veya müzikten etkileniyoruz? neden bu tarz şeyler üretiyoruz?

    her şeyi geçtim, sanatı da bir kenara bırakırsak en ilkel dürtümüz olan cinselliği ele alalım. bütün hayvanlar kendi türü içerisinde aynı şekilde seks yapar, ürer. insan türünün cinselliği neden bu kadar benzersiz? sadece gelişmiş zekamız mı bizi bu kadar farklı kılıyor. yüzlerce farklı fantezi türü var. bu sadece beynin hazzı yükseltmek için geliştirdiği yöntemler mi yoksa ruhum buna katkısı ve etkisi var mı?

    her şeyi soğuk bir gerçeklik çerçevesinde ele aldığımızda belli bir zeka seviyesine ve farkındalığa sahip bütün insanların umursamaz hedonistler olması gerekirken neden zadece aptallar bu grubun içerisinde? ahlak kuralları göreceli ve tartışmaya açık, toplumdan topluma değişiklik gösteriyor fakat vicdan dediğimiz şey neden var? hiç kimsenin farketmeyeceği ve hiç bir yaptırıma uğramayacağımız bir durumda dahi vicdanımızı etkileyen bir durumla karşı karşıya kaldığımızda neden acı duyarız? bu yıllardır uygulanan toplum ve ahlak kuralları gereği genlerimize işlemiş bir şey mi yoksa ruhun varlığının bir yansıması mı? kendimden yola çıkarsam; belli bir yaşa kadar belli bir dinin öğretilerine maruz kalmış ve belli bir dine inanmış olan ben neden dine zıt olan eylemleri gerçekleştirirken veya toplum tarafından ahlaksızlık olarak görülen eylemleri gerçekleştirirken vicdan azabı duymuyorum? örneği daha da açarsak semavi dinlerde "zina" büyük günahlardan biri olarak görülür ve evlilik dışı ilişki toplum tarafından ahlaksızlık olarak nitelendirilir. fakat ben hiç bir zaman birisiyle evlilik dışı ilişkiye girdiğim için vicdan azabı çekmedim ama birisine tecavüz etmiş olsaydım vicdan azabı çekerdim. yani kendi perspektifimden baktığımda, kendimi baz aldığımda ahlak ve toplum kurallarıyla vicdanım ayrı kulvarlarda ilerliyor. bu vicdan dediğimiz soyut kavramın ruhun bir yansıması olduğunu ispatlar mı?

    asıl sorun ne biliyor musun sözlük? hayatın siktiriboktan, anlamsız ve soğuk materyalizmden ibaret olmadığına kendimi ikna etmek istiyorum ama somut gerekçelerle ve elle tutulur verilerle bunu yapmak istiyorum. bunu semavi saçmalıklarla yapacak zeka seviyesinde değilim, deistim ben. belki bir deistin ateizme geçiş sürecinin sancılarını çekiyorum veya hayatın gerçek anlamını bulmanın eşiğindeyim. sembolik olarak kalbim hayatın soğuk materyalist makaniklerden ibaret, anlamsız bir süreç olmadığını söylerken beynim tam aksini iddia ediyor. neden duygusal ve ruhsal konuları kalp sembolize ediyor ki? neden karaciğer, akciğer veya başka organlar değil? aşık olduğumuzda kalbimizin ritmi değiştiği için mi? bazen nefesimiz de kesilmez mi? nefes almak da hayati bir öneme sahip değil mi? akciğer de pekala romantik bir organ olabilirdi. belkide estetik olmadığı için. belki kalp yalnız olduğu için kalp seçildi, beklide iki insan birbirine sarıldığında kalpleri yan yana geldiği için... hangisi gerçek sözlük, hangisi gerçek...

    yazıyı william shakespeare'in hamlet tiradıyla bitirmek daha uygun olacaktır;

    !---- spoiler ----!

    olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!
    düşüncemizin katlanması mı güzel zalim kaderin yumruklarına, oklarına
    yoksa diretip bela denizlerine karşı
    dur, yeter demesi mi?
    ölmek, uyumak sadece!
    düşünün ki uyumakla yalnız
    bitebilir bütün acıları yüreğin,
    çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
    uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü.
    çünkü, o ölüm uykularında
    sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından
    ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
    bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan.
    yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?
    zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine
    sevgisinin kepaze edilmesine
    kanunların bu kadar yavaş
    yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine
    kötülere kul olmasına iyi insanın
    bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
    kim ister bütün bunlara katlanmak
    ağır bir hayatın altında inleyip terlemek
    ölümden sonraki bir şeyden korkmasa
    o kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
    ürkütmese yüreğini?
    bilmediğimiz belalara atılmaktansa
    çektiklerine razı etmese insanları?
    bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
    düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
    yürekten gelenin doğal rengini.
    ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
    yollarını değiştirip bu yüzden
    bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.

    !---- spoiler ----!

mesaj gönder