1. balkonda oturuyordum. aklıma geldi. "eski kız arkadaşıma mesaj atayım da buluşalım ya" dedim. hiç de yapmam normalde. yazdım "gel bi gün buluşalım" diye. "nereden çıktı şimdi" dedi. bahane bulamadım. "anlatacaklarım var" dedim. buluştuk. anlatacaklarım var diyen adamla buluşulur. anamızdan babamızdan böyle gördük.

    oturduk sahilde bir cafeye. "ne trafik vardı be. 'lanet olası' şehir" dedim. "sen naptın ya rahat geldin mi köprüden" dedim muhabbet olsun diye. evet benim oturduğum yakada buluşmuştuk. anlatacak olan bendim çünkü. isterse gelmesin. keyfi bilir. "evet ya... rahattı" dedi ama "hadi uzatma artık" der gibiydi. belki de öyle dedi bilmiyorum. garson geldi daha karar vermedik dedim gitti. sipariş verdikten sonra anlatmaya başlayacaktım. "garson rahatsız etmesi"ni bilirsiniz. önemli şey anlatılmaz o şartlarda. karar verdik. el yaptım. gelmedi. bir daha yaptım yine gelmedi. görmezden geldi resmen. "sen bi el yapsana" dedim. yaptı. geldi. birer çay söyledik. normal siyah çay. kahvaltıda içtiğimiz. edebiyata gerek yok. garson çayları getirip gittikten sonra konuya girdim.

    "ben senden sonra içeri girdim bir süre" dedim. yüzündeki şaşkınlığı tanıdım. edip akbayram'ın adının edi pakbayram olmadığını öğrendiğimde ben de öyle olmuştum. onu anlayabiliyordum.

    "naptık kızım adam mı öldürdük. alacak verecek davası vardı. yattık iki ay çıktık işte" dedim. yaptığım bir şeyi birinci çoğul kişi ekiyle söyleme alışkanlığını içerideyken edinmiştim. "öncesinde siyah deri bileklik takan, deri ceketli, hava ne olursa olsun bot giyen bir heavy metalciydim sen biliyorsun. zaten böyle az kişi kaldık ülkede. heavy metal shop dükkanını batırdık, ordan o alacak verecek olayı da" dedim. "anlıyorum seni" dedi. ama anlamadığı belliydi. tam bir emekli metalciydim. emmi gibi duruyordum eski çıktığımın yanında. "içeride bıraktım gitarı" dedim "bağlamaya başladım". "'senin elin yatkındır tıngırdat bi yeğen' diye tutturdular elime girdiğim gibi. ne türkü bilirim ne bir şey. nothing else çalayım falan dedim yemediler. 2 ayda orhan gencebay gibi oldum içerde. çalarken hafif kafa sallıyorum falan. gel bi akşam dinlemeye" diyip çıktığım türkü barın kartını verdim. eski çıktığım iyiden iyiye soğumaya başlamıştı benden. "ee jimi... 2 ay boyunca hep bağlama mı çaldın içeride?" dedi ümitle. onu düşündüğümü, özlediğimi duymak istedi. "sesin kulaklarımda çınladı" dememi bekledi belki de. "yok canım olur mu. bağlamayla gün biter mi? gerçi sayılı gün çabuk biter. bak..." dedim. elimi montumun iç cebine attım "al bak" diye boncuktan yaptığım kuşu uzattım. "her gün bunlardan yaptım içerde. öyle kolay değil ha. bir haftada anca öğrendim. öğrendikten sonra kolay ama. günde 10 tane falan yapıyordum. gardiyanlar eşe dosta satıyordu, bize de sigara parası çıkıyordu. getir iki paket boncuk sana da yapam. geçerken falan bırak elimde iş yoksa yarım saate gel al" dedim. bir zamanlar mumlarla yere kalp çizdiğim sevdiğime şimdi boncuktan kuş yapmayı teklif ediyor, boncuğunu da ona aldırıyordum resmen. "aslında o kadar erken çıkmayacaktım. 10 ay vermişti hakim" dedim. "ee naptın kaçtın mı yoksa?" dedi. daha da korkmuştu. "yok canım ne kaçması. rahşan affıyla çıktım" dedim. iki saat öncesine kadar asi, kural tanımaz bir eski sevgilisi olduğunu sanan kız, şu an rahşan affıyla içerden çıkan biriyle aynı masada oturuyordu. aralarında da türkü barın kartı duruyordu. kart, terden hafif solmuştu. "bana sıcak bastı" dedi ceketini çıkartmaya yeltendi. ama ceketinin düğmesi kolyesine takılıp kopardı. boncuklar yerlere dağıldı. az önceki garson geldi yerden toplayıp masaya koyduk. hepten içi bunalan eski çıktığım lavaboya gitti. geldiğinde kuşun gövdesini bitirmek üzereydim. "napıyosun ya" dedi "ya bu boncukları kolye yapıp ziyan etmişler. tam kuş yapmalık boncukmuş bunlar. dur bak nasıl kuş yapıcam sana. otur otur" dedim. şaşkınlığı hudut tanımaz boyutlara ulaşmıştı. "iki kişi daha olsaydı da 52 atsaydık. gerçi kuş anca biter ya biz kalkana kadar. ne türkü seviyon, bu hafta onu çalam söyle" dedim. "mmm... nothing var mı?" dedi. canım benim. beni kendi oynumla yenmeye çalışıyor. "olur çalarız" desem ortalık yıkılır orda. duvarda tilki postu asılı yerde ne ingilizcesi ne trash metali. ama zaten gelmez diye "var ya olma mı. sen gel yeter ki" dedim. ondan sonra bizim koğuş ağasıyla ilk zamanlar aramın kötü olduğunu ama aslında ne kadar delikanlı adam olduğunu anlattım. "sonradan abi kardeş gibi olduk. sekiz seneye çıkıyor. bi çıksın her gün dinlemeye gelir" dedim. çantasından telefonunu çıkartıp "hesabı mı istesek ya" diyip garsona el yaptı. itiraz etme ihtimalime karşı çok seri davrandı. takdir etmedim değil. kuşunu da bitirmiştim zaten. kuyruğu tam olmamıştı ama olsun.

    mekandan çıktık. az ileriden otobüse bindirdim. çarşının içindeki otoparka gidip motoruma bindim. eve gidip "...and justice for all" açtım. evin karşısındaki türkü bara girip çıkanları seyrederek biramı içtim.
    jimi

mesaj gönder