1. haiku, japon yazınında geliştirilmiş bir deyiş/yazış biçimidir -dünya yazınının da bilinen en kısa metin biçimidir ... uzmanları, batı yazınındaki metin biçimleriyle (aforizma, epigram, vb.) karşılaştırılmasına karşı çıkarlar; doğu yazınının yakın sayılabilecek biçimler (rubai, beyit, kitabe, vb.) ise, 'kısalık' ögesi dışında, açık şiirsel özellikleriyle haiku'dan farklıdır: haiku, ne 'nazım' ne de 'nesir'dir - daha doğrusu, böylesi bir ayrıma izin vermeyen bir nitelik taşır: "düzyazı şiir" kavramıyla (belki de yapay olarak ayrılmış) iki alanı birleştirebilsek de, bu kez, 'şiirsellik'de 'düzyazı' olma da, yanlış anlaşılmış olur. şöyle söyleyebiliriz: haiku, şiir özellikleri taşıyan bir düzyazı: düzyazı özellikleriyle yazılmış bir şiir biçimidir.

    oruç aruoba

    (daha fazla bilgi ve japon haikularından örnekler için; başo/haiku, derleyen, çeviren; oruç aruoba, varlık şiir, 1998)

    "geceyarısı ayazında
    korkuluğun gömleğini giyip
    uyuyacağım."(*:çeviren: erdal ceyhan)

    matsuo başo (haiku'nun babası sayılan adam)


    kelebek düşleri: ikiyüzyetmişbeş haiku - başo, önsöz (*:ve çeviri)oruç aruoba'dan:

    "...ama, gene de, imgesel düzeyde de olsa, zen ile haiku arasındaki ilişkiye örnek gösterilen bir dizi ‘özdeyiş’ verelim. bunlar (b çevirisinden) eiço (1428-1504) adlı bir derlemecinin 200 kadar taoist, budist, zen kaynaktan derlediği 5000 kadar parçadan oluşan zenrin kouşu adlı metin toplamından seçilmiştir—zen keşişlerinin yetişmeleri sırasında “dişleri dökülene dek çiğnemeleri” gereken metinler:


    o [yaşam] yaralayan kılıç gibidir, ama kendini yaralayamaz;
    gören göz gibidir, ama kendini göremez.

    sözcükler insanı anlaşılır kılamaz;
    insan sende olmalı, onları anlamak için.

    o [hakikat] bir kaplan gibidir, ama birçok boynuzu vardır;
    bir inek gibidir, ama kuyruğu yoktur.

    horoz, akşamüstü, gündoğumunu haber verir;
    güneş, geceyarısı, pırıl pırıldır.

    rüzgar diner, ama baharlar hala düşer;
    bir kuş öter, dağın gizemi ise daha da büyüktür.

    bütün sularda ay vardır;
    bulutların kuşatmadığı dağ da yoktur.

    [şair] ormana girince, tek bir yaprağı kıpırdatmaz;
    suya girince, tek bir çırpıntı yaratmaz.

    bir söz bütün dünyayı belirler;
    bir kılıç göğe ve yere egemen olur.

    ağaç rüzgarın bedensel gücünü gösterir;
    dalga ayın tinsel doğasını serimler.

    eskiden beri iki tane değildi yol;
    “ulaşanlar” hep aynı yol’u yürüdüler.

    su çek, sanırsın dağlar oynuyor;;
    yelken aç, sanırsın yamaçlar koşuyor.


    korunması için yaşamın yokedilmesi gerekir;
    tamamiyle yokolduğunda, ilk kez huzur bulur.


    yağmurun ortasında güneşi görmek;
    ateşin dibinden taze su çekmek.

    güneş’i ve ay’ı gömleğinin yenine sokmak;
    evrani avucunun içinde tutmak.

    onu kendinde bulamazsan,
    nereye gidebilirsin ki almak için?

    ineğin içtiği su, süt olur;
    yılanın içtiği su, zehir olur.

    fazla söz erdemi zedeler;
    sözsüzlük, özde etkindir.

    aynı korkuluğa yaslansak da,
    dağın renkleri aynı değildir.

    tek bir çim yaprağı al eline,
    onu onaltı ayaklık bir altın buddha gibi kullan.

    mavi tepeler kendiliklerinden mavi tepelerdir;
    beyaz bulutlar kendiliklerinden beyaz bulutlardır.

    isı güneş’i beklemez, sıcak olmak için;
    ne de rüzgar ay’ı, serin olmak için.

    hiçbirşey saklanmış değildir;
    eskiden beri, herşey günışığı kadar açıktır.
    [wittgenstein’ın kulakları çınlasın!]

    görürken, görmezler;
    duyarken, duymazlar.
    [herakleitos’un da!...]

mesaj gönder