1. şu süreç atlatılırsa ve kendimle barışmamışsam, bu gönderi kendini imha edecektir dostlar (şakacıktan dostlar, niye dost olalım ki)

    !---- spoiler ----!


    "buraya çok karanlık bir şeyler girin"

    girin içeri, çekinmeyin.

    bilmiyorum açıkçası. aslında başlarken aklımda hiçbir şey yoktu. bir karanlık... tıpkı doğum gibi. doğarken aklımda ne vardı ki? sperm, yumurtaya çarptığında ne vardı ki? hiç. hiç işte. hiç. yine hiçbir şey yok. sıkıcılaşırsam kusuruma bakmayın, hayatın binlerce, milyonlarca, bildiğimiz veya bilmediğimiz milyarlarca hamlesinden, türünden, yılından daha mı sıkıcı? bir serüvendir yaşamak, bir tutkudur bazıları için, bir yüktür eşeklere ve bir kahırdır bazı insana...

    benim için neydi? emekti. hayır, sevgiydi o, gerçi sevgi de emek değildi. neden klişelere bağlanıyorum bu kadar bilmiyorum, özgün bir şeyler koymayalı ortaya oldu bir hayli.

    toprak suya aç, toprak gebeliğe hasret, toprak doğmak, ölmek istiyor, toprak yeniden doğmak ve bir kez daha kışın cinayetine kurban gitmek istiyor!

    açın kapıları, açın pencereleri, bu ruh bu kabuktan kurtulmak istiyor!

    hayır, daha değil, hiçliğin deryasına kavuşurken o dilsizlerin sözlü geleneğinde tarihe nakşedeceği üzere, söyleyeceğim son sözün "biliyorum, bu bir son ve bu bir son değil, biliyorum, devamı olmadığı için bir son ve sonrasını göremeyeceğim için bu bir yarım kalmışlık olacak... heyhat!" olmasına, beklenti bakımından bakarsak ne çok gün var daha!

    bu yazıyı ikinci kez okumak istemem. istemem, çünkü saçmaladığımı biliyorum. sıkıldıysan yarım bırak, sıkıntımı paylaşıyorsan göğsümdeki sıkışmayı hisset. ürper. diyaframının, akciğerlerinin kaslarındaki o gerilmeyi, nefes alışverişini, hava tıkanık burnundan pipetten üflenirmişçesine öterek geçerken dinle... hisset. beni hisset. varoluşumun tanığı ol ve ilk defa birine şahdamarından yakın olmayı tat.

    hayır, asla o kadar yakın olamazsın.

    ben tanrı mıyım? tanrı olsaydım eğer, delirseydim yalnızlığımdan, ben de böyle bir dünya yaratırdım işte. anne karnından ayrılmasıyla beraber çocuğun, yalnızlık damgasını basıp sırtına, tekmelerdim işte vajinadan dışarı ve bir hücreliyi bile mahkum ederdim bu kopuk, sapa yaşama.

    ve bölerdim, kendim gibi bir insanın yakarışlarını, bir emir ile. seçilmiş yahut seçilmemiş ailesinin boyunduruğu altından çıkamayan, ona bağımlı ve ondan kopmak isterken bile birilerine bağlanmak zorunda kalan biri yapardım onu.

    ve bölerdim, kendim gibi bir insanın yakarışlarını, bir ses ile. öyle ki, dikkati dağıldıkça daha çok öfkelenen ve daha çok öfkelendikçe hiç odaklanamayan bir deli yapardım onu... kendim gibi!

    nietzsche okuyan her acemiyi, onun üslubundan etkilenmeye zorlardım. cesar mendoza adıyla "acı çekene saygı" şiirini yazan türk gibi birini bulur, ona şairane kabiliyetler bağışlardım. sırf, beni arasın ve bulamasın diye... çünkü tanrıdan âlâ ateist yoktur kainatta, çünkü sığınamaz tanrı bir başka tanrıya ve olmayan şeyin olmayan bir başka şeye sığınması fikri saçma gelecektir... sizin gibi hergelelere.

    bu bir yalnızlık senfonisiymiş sanılmasın, yalnız değilim o kadar da. bıktım sadece, bıktım ve durduramıyorum artık gerilmiş kirişimde duran oku. fırlamak istiyor, uçmak istiyor; bir oktum atıldım, bir düşmandın vuruldun.

    kakafoni içinde haykırıyor beynim. sıkıştırıyorum posasını daha fazla su çıkarsın diye ve başarıyorum da; çünkü kendinden bıkmışlık öyle bir kısır döngüdür ki, kelime hazneni sonuna kadar kullanma hakkı verir sana. her sanatçı kendinden biraz nefret eder, etmeseydi içindekileri kusmak istemezdi. "iyi de, sen sanatçı mısın?" derseniz, her yaşam bir sanat eseriydi, kendine hayran bir kitle bulabilseydi.

    tanrılar, melekler, peygamberler, tanrılar, tanrılar, şehvet, ateş, şeytan, tanrılar, günah, tekrar ve tekrar ve tekrar...

    serotoninin evrimdeki yeri ne ki?

    bir deneme mi bu? bir çılgınlık mı, bir taklit mi yoksa? beni, tıpkı benim sizi gördüğüm gibi hor, taklitçi ve alçak, aşağı mı görüyorsunuz?

    evet!

    coşkuyu arıyorum, coşkuyu arıyorum bu hayatta, coşkunun, ensesinden azgın bir kediyi tutarken kanatırcasına tırmaladığı gibi tırmalamasını istiyorum beni.

    evet!

    bu ne bir saygı duruşu, ne bir manifesto; işte, duruyorum rayın üstünde! iki ayağım, biraz kambur fakat mağrur sırtım, ince uzun siluetim... duruyorum trenin önünde! duruyorum hayat treninin önünde ve meydan okuyorum, oysa o çoktan benden uzaklaşmakta bile!

    yanlış istasyonda, yanlış treni bekliyorum!

    ahmağım ben, bir ahmak, korkak, çokça manipülatif fakat nedense vicdanlı.

    etliye sütlüye karışmayan, insanları kötü etkilemekten korkan biri olmasaydım ne dostum kalırdı ne de çılgınlığım.

    deliliğini içinde tutabilenler mi deli? çünkü milyonlarca insan öldürüldü yeryüzünde ve en büyük katliamları yapanların ikisi üçü harici kaçına deli dendi ki? hepsi birer dahiydi, dehalarının adı taktik ve strateji!

    vurun, vurun küreklerinizle bana, üstüme toprak dökerken. vurun, darbe üstüne darbe, yamulayım, bir cenin pozisyonu alayım... döndürün beni o bilinçsiz hayvani günlerime ve güdülerime!

    yetmiyor, yetmiyor, ne saatler ne de müzik yetmeyecek belli ki. bu satırları okurken aklınızda alnı kırış kırış, gözleri apaçık, saçları darmadağınık bir mahluk canlanıyor belki de. lakin gerçek bu değil, değil iki gözüm, değil, yüzümde yok bir mimik ve saçlarım taralı özenle. bu ikiyüzlülük mahvediyor bizi! fakat nasıl ikiyüzlü olmayabiliriz ki? ben mesela, senin deliliğini çekmezdim işte. açık açık söylüyorum. başkasının deliliğine ihtiyacım mı var? tamam, benim dertlerimi anlatırcasına bir ortaklık kurduysan benimle, dinlerim seni. sen dinler misin beni sanki bıkmadan senelerce?

    dünya çıkar dünyası azizim; dünya, hıyar dünyası.

    şakacıktan deli olmaya çalışmıyorum. deli de değilim aslında, yalnızca, alışamadım. sizinle benzer dertlerim var işte. okul, iş, aile falan... peki beni buraya ne sürükledi? serotonin.

    bir tuvalet molası bana bir ilhama mâl oldu, hani tersiydi? hay lanet. kapatıyorum, yazmasın kimseye...

    kapatmıyorum.

    kapatamıyorum ki. yine karşılaşacağız, biliyorum, karşılaşacağız işte. belki bir gün, bir yerde, belki hiçbir zaman, hiçbir yerde, fakat karşılaşacağız, imkansız gözükse bile.

    son!

    hayır değil, yalancı çıkmak isteyenin itirazıyla, değil; haksız çıkmalıyım, haksız çıkmalıyım ki, delirişlerin gerçekten son bulacağına güvenebileyim. güvenebileyim mi?

    bir yazı kaç kere zorlanırsa zorlama bir yazı olur? benim kendimi kasışım gibi, okurken siz de kasılın ve bıkın istedim, umarım bıktırmışımdır layıkı veçhile.

    !---- spoiler ----!

mesaj gönder