1. hüznün henüz çocuklara ulaşmadığı zamanlarda,
    agora ismindeki ülkede genç bir prens varmış.
    agora'nın griye boyanmış göğü altında,
    kasvetle doldurururmuş ciğerlerini.
    öylesine kopukmuş ki hayattan,
    yağmurdan sonraki toprak kokusu bile mutlu etmiyormuş onu.
    bir gün yine gri göğü izlerken,
    bulutların arasından mavi bir ışığın ona doğru süzüldüğünü görmüş.
    heyecanlanmış tabi ister istemez.
    griye hapis yaşayanlar bilmezmiş mavinin güzelliğini.
    ardından bir ayna alıp, ışığın süzüldüğü yere bir tutam gri yollamış.
    bu kez mavi daha güzel bir parıltıyla karşılık vermiş kendisine.
    prens mutlu olduğunu hissetmeye başlamış.
    her sabah gözünü açtığında göğe bakıyor,
    mavi pırıltı orada mı diye meraklamıyormuş.
    griyi katledip orada olmaya devam eden maviyi gördükçe açık oluyormuş sebebine.
    bir gün yine gri yollamak için aynasını eline aldığında,
    aynada kendisini değil mavinin sebebini görmüş.
    hayatı boyunca gördüğü en güzel şey varmış karşısında.
    masumiyetin timsali olabilecek kadar beyaz tenli,
    aşkı somutlaştırabilecek kadar iri ve kömür gözlü,
    rüzgarların bile dokunmaya kıyamayacağı narin saçlara sahip bir kız varmış aynada.
    öylesine güzelmiş ki,
    prens hapsetmek istemiş onu kaburgasının en soluna.
    aynadaki kız standl prensesiymiş aslında.
    bir derdi varmış üstelik.
    tüm hayatı boyunca kısıtlamalardan inşa edilmiş,
    bir kulede yaşamak zorundaymış.
    asla özgür olamamış ne kadar istese de.
    ne kuleden ayrılabilmiş,
    ne de üstündeki siyah elbisesinden kurtulabilmiş.
    derken o da tıpkı prens gibi gökyüzündeki griyi farketmiş.
    biraz özgür hissettirdiği için,
    biraz da bu kuleden kurtulmak istediği için griye sarılmış.
    biraz zaman geçtikten sonra da aşık olmuş agora prensine.
    tabi prenste ona.
    ama gün geçtikçe prenses üzülüyor,
    üzüldükçe de mavisinden yitiriyormuş.
    agora prensi dayanamayıp hüznünün sebebini sormuş.
    çünkü katlanamıyormuş onun böyle olmasına.
    prensesin derdi şuymuş;
    muhafazarlığın aşırılaşmış halinin somutlaştığı bir annesi varmış.
    öylesine baskı yapıyormuş ki prensese,
    artık intihar etmeyi bile düşünür hale gelmiş prenses.
    prensin ise içi içini yiyormuş.
    içinde bulunduğu durumdan çekip kurtarmak istiyormuş prensesi.
    her gün bunu nasıl çözerim diye düşünüyor,
    ama hiçbir çözüm bulamıyormuş.
    derken yaşadıkları dünyayı ejderhalar ele geçirmeye çalışmış.
    aslında ejderha diye bir şey yokmuş.
    ama dünyanın kralı olmak isteyen bir soytarı daha fazlasını istediği için adamlarını ejderha kılığına sokup ne kadar masum varsa öldürmüş.
    bu olaylar yaşanırken standl kralı,
    ejderhalara karşı koymak için savaş meydanına çıkmış.
    ne akla hizmetse ejderhalar karşı koyarken yardımı dokunur diye,
    kızını da götürmüş zorla savaş meydanına.
    bir ejderhanın ateşi neredeyse yakıyormuş prensesi.
    prenses bunu prense anlatınca küplere binmiş prens.
    aylardır düşündüklerini anlatmış prensese.
    planı şuymuş;
    prensesi hapsolduğu kuleden kurtarıp agoraya getirecekmiş.
    prenses mutlu olsun diye her şeyi yaparmış prens.
    prenses bu fikri öğrenince biraz korkmuş.
    ailesinden ayrılacak olması üzmüş onu ama prense onunla geleceğini söylemiş.
    prens ise bu haberin üstüne hazırlıklara başlamış.
    ilk işi kraliçesinden izin almak için konuşmak olmuş.
    kraliçe esmiş gürlemiş prense,
    aslında korkuyormuş.
    çünkü standl yolunda onlarca azılı yaratık varmış.
    tek kimsesi prensini katbetmek istemiyormuş.
    ama prens kararlıymış,
    ucunda ölümde olsa gidip prensesi kurtaracakmış.
    çünkü onun için en güzel ölüm şekli prenses için olanmış.
    kraliçe istemeye istemeye kabul etmiş bu durumu.
    prens hemen atına atlayıp standl yoluna düşmüş.
    yoldaki onlarca canavarı bir bir mağlup edip,
    prensesin kulesine ulaşmış.
    prenses kuleyi koruyan babasının yalnızca haftada bir defa dua etmek için oradan ayrıldığında kuleyi savunmasız bıraktığını anlatmış prense.
    prens ise tam anlattığı vakitte ulaşmış kuleye.
    prenses en sevdiği eşyalarını toplayıp atlamış kuleden.
    prens onu yaklayıp,
    apar topar atına bindirmiş ve agora yolunu tutmuşlar.
    bu yolculuk prensin hayatındaki en değerli anmış.
    bu anda hapsolmak istiyormuş.
    çünkü hayattaki en sevdiği şey yanındaymış.
    derken agoraya ulaşmışlar.
    askerlerle onları kalenin girişinde bekleyen kraliçeyi görünce prens anlamış başına gelecekleri.
    standl kralı kızının kaçırıldığını anlayınca küplere binmiş ve prensesin bıraktığı mektuptan yola çıkarak agorayı savaş açmakla tehdit etmiş.
    bu durumdan korkan kraliçe ise agora kralına anlatmış durumu.
    kral hiç düşünmeden prensesi babasına geri vermek için haber yollatmış standl kralına.
    haberi alan standl kralı hemen yola çıkmış.
    kısa bir süre sonra agoraya ulaşmış.
    agora kralına bu onurlu davranışı hatrına savaş açmayacağını ve isterse prensle prensesin evlenmesine izin vereceğini söylemiş.
    kral ise oğlunun hüznüne dayanamayıp onları evlendirmeye karar vermiş.
    kısa bir süre sonra standl a ziyarate gidip,
    evlilik hakkında planlar yapmışlar.
    plana göre prens ile prenses 1 sene sonra evleneceklermiş.
    ama bu süre içinde prens prensesi göremeyecekmiş.
    prens mecbur kabul etmek zorunda kalmış bu isteği.
    agoraya geri dönmüşler.
    prens öylesine özlüyormuş ki prensesi gökyüzünden gözünü ayıramaz olmuş.
    prenses nadir de olsa aynadan konuşuyormuş prensle.
    ama annesi bunu farkedince konuşamaz olmuş.
    üstelik standl kraliçesi prense sürekli baskı yapıyormuş.
    prensesin yaşadığı kulede prensesle onun kuralları altında yaşamasını istediğini anlatıyormuş sürekli.
    prens bu durumda prensesin mutlu olmayacağını biliyormuş.
    kraliçeye prensesi üzmemesini, eğer üzerse yine gelip onu alacağını söylemiş.
    kraliçenin gözü karaymış.
    kızını asla ona vermeyeceğini ve prensesin tüm ömrü boyunca onun kulesinde,
    onun kuralları altında yaşayacağını söylemiş.
    bu konuşmadan sonra prens prensese ulaşamaz olmuş.
    ulaştığında ise kraliçenin söylediklerini anlatmış prensese.
    kraliçeye ne kadar öfkesi varsa kusmuş bu arada prens.
    prensesin üzülmesini istemiyormuş.
    ama prenses prense annesinin haklı olduğunu,
    bundan sonra kendisini istemediğini söylemiş.
    prens tekrar gelip kendisini alacağını söylemiş prensese.
    ama prenses "senin için bir daha ailemi üzemem." diyerek kestirip atmış.
    bunun üzerine prens küplere binmiş ve prensese artık onu istemediğini söylemiş.
    yaptığı onca şeye rağmen prensesin sadece yaptığı kötü şeyleri hatırlaması çok zoruna gidiyormuş çünkü.
    bu konuşmadan sonra prensle prenses bir süre konuşmamışlar.
    ama prens dayanamıyormuş bu duruma.
    prensesten özür dilemek için ona ulaşmaya çalışıyormuş.
    ulaşamıyormuş ama.
    aylarca prensese ulaşamaya çalışmış.
    bu süre içinde git gide tüketiyormuş kendisi.
    kendini kaledeki bir zindana kapatıp kimseyle konuşmuyormuş.
    yiyip içmiyormuş.
    şarkı bile söylemeyi bırakmış.
    günler günleri kovalamış ve 8 ay sonra prens prensese ulaşmayı başarmış.
    onunla konuşmak istemiş ama hiçbir şey artık eskisi gibi değilmiş.
    prensesle konuştuğunda prenses en keskin kelimelerle yaralamış prensi.
    ve ruhunu katletmek adına onu sevmediğini söylemiş.
    prens bunu duyunca vazgeçmiş her şeyden.
    griden maviden, hatta nefes almaktan bile.
    tüm bunlara rağmen prensesi sevmeyi asla bırakmamış.
    ne zaman göğe baksa prensesi çekmiş içine acı kadar derin bir nefesle.
    ama prenses asla geri dönmemiş.
    hatta gökteki mavisi bile yokmuş artık.
    prens eskisinden de kasvetli bir haldec griye hapis yaşıyormuş artık.
    ama gökyüzüne asla yüz çevirmemiş.
    belki bir umut tekrar mavi belirlir diye beklemiş durmuş ömrünce...

    peki sizce maviye boyanır mı tekrar prensin gökyüzü?
    yada gri bir gökyüzünde mi son bulur prensin hayatı?
    sizce prens nasıl devam etmeli hayatına?

mesaj gönder