1. mayıs sonunda bir cumartesi öğleden sonrasında kadıköy halk eğitim merkezinde olurdu bizimki. sanat günü denirdi. okulda ders bitiminde katılabileceğimiz bale, folklor ve müzik kursları vardı. bu kurslar yıl boyu hazırlanır sene sonunda da sanat günü yapılırdı. önce müzik kursunun öğrencileri. istiklal marşı lle açılır sonra orkestranın çalıştığı klasik parçalar çalınırdı. mozart'ın kırkıncı senfonisinin başlangıç bölümünü ve bugün avrupa birliğinin marşı olan bethoven'in dokuzuncu senfonisinin ana temasını çaldığımızı hatırlıyorum yalnızca. neredeyse yarım asır geçmiş üstünden. o kadarını hatırladğıma şükür. sonra müzik hocasının seçtiği bazı öğrencilerin solo parçaları olurdu.
    müzik bitince birinci sınıflar okuma bayramında yaptıkları gösteriyi tekrarlardı. ondan sonra folklor grubundan halk dansları. en son da bale grubunun gösterisi. sonra velilerden gelen bolca alkış. müzik grubundan biri sonradan tiyatro okuyup dizilerde falan oynadı. bale grubundan ise yonca evcimiz çıktı aramızdan. ama netice itibariyle hepimiz müziği dinlemeyi, halk oyunlarını, baleyi izlemeyi öğrendik. daha ilk okulda bir aşinalık olunca ileri yaşlarda hiçbiri eziyet gibi gelmedi.
    eziyet dedim ya. meşhur fıkra vardır. bir çok il için anlatılır. ben bayburt olanı duymuşum ilk. kente orkestra gelir, klasik müzik konseri verilir. konser çıkışında izleyiciye sorarlar: nasıl buldunuz konseri? cevap: vallahi bayburt bayburt olalı böyle eziyet görmedi.
    hah işte biz hayatlarımızda o eziyeti yaşamadık.

mesaj gönder