-
bir atilla atalay öyküsü. menekşe istasyonu kitabında yer alır.
!---- spoiler ----!
"kadir feten kesesi, mutfaklardan gelir sesi, oturmuş tabak yıkar ah ciğerimin ah ciğerimin köşesi" diye şarkı söylerlerdi o'na ... "ciğerimin köşesi" lafı, "götümün kenarı, ipimin dingili" diye sürerdi sonra ... zaten şehla olan gözleri iyiden iyiye döner, denizli şivesiyle "beni bakın, gırcem o çenenizi, vurcem gırcem, o olcek, gevşek ağızlı gancık sürüsü" diye bağırırdı. kadir feten, bölüğün tabakçısıydı... zimmetindeki beşyüzüç tabak ve binaltı tane çatal kaşığı yemeklerden sonra sabuntozuyla yıkardı. denizli tefenni'dendi, şaşıydı, evli bir kadına aşıktı, şafağı 135 falandı ve "feten" sözcüğünün "ne demek olduğunu" o da bilmiyordu.
ilk kez taburun yazıhanesinde karşılaşmıştık. ben kısa dönem er olarak "erzurum'a dağıtım olmuş", emrine verildiğim tabura gitmiş, kaydolmayı bekliyordum. kadir feten de o sırada tabur komutanına ifade veriyordu, "bene kötü kelimelerde bulunuyordu, kafasına ifak bi daş attım, yarılmış gomtanım" diye, tuhaf bir kavga hikayesi anlatıyordu. yüzü yara bere içindeydi. belli ki, attığı "ifak daşın" karşılığı verilmişti. daha sonra taşın muhatabı "casus şerif" lakaplı er de ifade vermeye başladı. komutan, şerif'e "sana bölükte niye casus diyorlar lan?" diye sordu. kadir feten atlayıp, "bu, sivilde, enişdesini sivri uçlu şemsiyeynen öldür müş gomtanım, casus filmi gibi, şişlemiş adamı" dedi. akabinde "sana sormadım!" diye başlayan kocaman bir "komutan fırçası" yedi. ardından soruşturma yön değiştirdi. casus şerif'in eniştesini şemsiyeyle katlinin sebep ve sonuçlarım dinledik. kadir feten, şerif'in sabıkasından da dem vurarak, zaten hırlı bir adam olmadığını belli etmeye çalışıyordu amaa komutanın tavrından "cezayı kadir'e kitliyceği" anlaşıldı. benim kayıt işlemlerimden sonra, aynı "araçla" bölüğe dönerken, ilkokul çocukları gibi, olup biteni unutmuş yeniden birbirlerini kızdırmaya başlamışlardı. kadir feten, şerif'e, annesinin bi tarafına plaj şemsiyesi dikip gölgesinde de bir başka akrabasına uygunsuz şeyler yapacağına ilişkin acayip bir küfür edince, boşluğuna yumruğu yedi. olay büyümesin düşüncesiyle "hoop hop ayıp oluyo hocam, bi durun bakalım!" diye sesimi yükselterek aralarına oturdum. kolay diil di, fazladan bi "pırpınm" vardı, yaşça onlardan epey büyüktüm, bir otorite mevzuu bahisti yani. kısa bir sessizliğin ardından, askerlikle ilgili geyiklerin en bilinenine maruz kaldım. kadir feten, "beni bak gısa devre" dedi. "bu asker ocaği ööle bi yerdir ki, aslanı kediye boğduruu". elimde olmadan gülünce, bozulup homurdanmaya başladı. anlaşılan, ustalıkla ettiği acayip küfürlerden ben de payımı alıyordum. bir anda kendimi çok yaşlanmış hissettim. onlar gerçekten de çocuk gibiydiler. az sonra hep birlikte her şeyi unutmuş sigara içiyorduk. içinde bulunduğumuz reo, palandöken'in eteklerinde kıvrıla kıvrıla giden bir yol boyunca ilerlerken, onlarla birlikte ben de "şafak defterimi" çıkarıp, giden günün üstüne bir çarpı koydum.
sonraki günlerde, "casus şerif"ten başka "katiller", kadir feten'den başka tuhaf küfürler edebilen, sevimli kaçıklar tanıdım. herkesinki kadar geçmek bilmeyen günlerimi, onların arasında "öykü konusu" olsun diye yaşamaya karar verdim. ama her· zamanki gibi, en görkemli dramayı yaşamın kendisi yazıyordu. yaşamın "düğümleri" şaşırtıcı "finalleri", öykülerini kestirmeye çalıştığım insanlarla ilgili beni her seferinde şaşkınlığa düşürüyor, kendime ilişkin "ebleh ve toy yazı cücesi" teşhisim pekişiyordu. ben, olup biteni gözlerken bile güçlük çekiyordum. bu tuhaf ruh hali, "lan, fellini yandaki bölükte askerlik yapsaydı; woody allen erzurum'da lstihkamcı; kusturika, kavtin çavuşu olaydı, ne acaip filmler çıkardı hayatta" gibi "delirmekte olan entel" düşüncelerine yol açınca, öykücülükten gözlemden kıldan tüyden vazgeçip askerliğimi piyade er olarak sürdürmeyi karar verdim.
doğrusu pek keyifli değildi. "sinirden kendini döven bölük çavuşu" diye adım çıktı. "askere gidip bi fiske yimeden döndüm" geyiği, benim için "kendimden başka kimseden tokat bile yemedim" e dönüştü. evet evet, kimseye elim kalkmayacağı için resmen delirip kendimi dövdüm. kadir feten'in askerdeki son günleriydi. "çarşı" dönüşü gizlice içeri sokup içtiği biralardan çakırkeyif, türkü söyleyerek tabaklarını yıkıyordu. türküsü de pek güzeldi hani... llk kez duyuyordum, aşık olduğu evli kadına söylüyordu galiba ... "yağmur yağar şıpır şıpır buz gibi; eriyom her gün gayalaada duz gibi; gocen ilen muhabbetin yoğusa; boşan da gel gabulümsün gız gibi..." kadir, keyifle kendinden geçmiş türküsüyle mutfağı çınlatırken, belalıları gelip kızdırmaya başladı. başta tatlı atışmalar şeklinde cereyan eden hadise, kadir'in "kelle kafa" olması nedeniyle, giderek boyut değiştirmeye başladı. "yapmayın, etmeyin, tutmayın efendiler" derken bir anda birbirlerine girdiler. ben yüksekçe bi yere fırlayıp, benden hiç duymadıkları tuhaf sesler çıkarıncaya kadar, sinirden kendimi yumruklayıncaya kadar, onlar çoktan kafalarını gözlerini patlatmışlardı bile. kendimi kaybedip tuhaf hareketlerle dikkatlerini çekmeseydim durmayacaklardı. öfkeden çatlayan sesimle, "bayramda cemaati azarlayan imam nutuğu" attım: “olur muydu; yakışır mıydı; hepimiz ‘bu ocakta’ kardeş değil miydik; falandı... hatta, filandı. ama olan olmuştu bi kere ... en kötüsü, kadir feten'e zimmetli beş yüz üç tabaktan iki yüz tanesi felan kınlmıştı. herif iki gün sonra terhis olurken, zimmet eksiği nedeniyle hayatta paçayı kurtaramaz, memleketten parasını denkleştirmesi en az bir haftasını alırdı. daha da kötüsü, kadir'in bininci kez bir kavga çıkardığı duyulursa, kendisine 45 günlük bir ceza kitlenebilirdi… fenaydı yani. kadir'e tabak parası toplanması amacıyla ortada şapka dolaştı; herkes elini cebine attı. toplanan meblağ ile anca otuz tabak filan alınabilirdi. ben iki kez daha fırlayıp "asabi imam" konuşması yaptım ama para yine denkleşmedi. ertesi sabah, kadir'in tabakları için, kendisinden öğrendiğim en seçme küfürlerden ederek, cüzdanımı boşaltıp ikiyüzyedi adet porselen tabakla bölüğe geri döndüm. kadir feten, son kez, nizamiye kapısında, üstünde buruşuk sivil kıyafetleriyle, "sivilde muhakkak istanbul'a gelip beni bulacağını" söylerken o şaşı gözleri dolmuş... "git lan" dedim, "buzağı gibi bakıp durma insana." o gitti, ben, palandöken'e bakarak şehirlerarası cam kenarlarını düşündüm.
şimdi, ben ruhen kendimi tekrar istanbul’a hazırlamışken, bayram değilken seyran değilken, askerliğim bana mektup atmış. gönderen: yıllar sonra kadir feten. açamadım. kendimi esir alıp, saatlarce askerlik anılarımı hatırladım. askerliğimi tekrar yaşadım. zarfın içinde mektup yoktu. hiç bir şey yazmamış. tek bir kelime bile. sadece gazeteden özenle kesilmiş yüzlerce kupon çıktı; arcoroc tabak kuponları.
!---- spoiler ----!