• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (5.00)
çiçero - serdar akar
serdar akar'ın yönetip erdal beşikçioğlu'nun başrolünde yer aldığı çiçero filminde, ilyas bazna, 2. dünya savaşı sırasında ankara’daki ingiliz büyükelçiliği’nde uşak olarak çalışmaktadır. içeriden birçok bilgiye ulaşabilen bazna, almanlar için casusluk yapmaya başlar ve kendisine “çiçero” kod adı verilir. ilyas bazna savaşın seyrini değiştirmesine rağmen t4 uygulamasıyla engellilerin gaz odalarına gitmelerine, iğneyle uyutulmalarına engel olamaz. çiçero, ilyas bazna’nın savaştaki etkisini ve savaş sonrası yaşadıklarını anlatıyor.
  1. 10 üzerinden 5 veriyorsam bu filme, sanat yönetmeninin hatrınadır. Özellikle bir sahnede Erdal abinin giydiği golf takımı, Atatürk'ün şu fotoğraftaki kıyafetinin aynısıydı. Senaryoysa, aynı yapımcının Türk İşi Dondurma işi kadar olmasa da hatalı epey.

    !---- spoiler ----!

    * Öncelikle İlyas Bazna'nın gerçekten MAH için çalışıp çalışmadığı halen tartışmalı bir konu. MİT yayınlarında bu konu ima edilse de, kendisi ifşa olduktan sonra dahi MİT'le ilişkisinin olmadığı, özellikle İngilizlere olan hıncı ve para zaafı yüzünden bu işi yaptığı iddialarında bulunuyor. Filme bakarsan maşallah, 007 James Bond mübarek. Hem sahada çalışıyor, hem infaz yapıyor, case officer'ları atlayıp doğrudan Atatürk'ten, onun ölümünden sonra da Dışişleri bakanından emirleri alıyor... Hadi bunlara kurmaca dedik; olur o kadar. Ama aldığı paraları daha 1944 yılında "sahte bunlar ha" diye seyirciye göstermesi büyük bir saçmalık. Almanlardan aldığı paraları tatlı tatlı ezerken onların sahte olduğu ortaya çıkınca beş kuruşsuz kalmıştır Bazna; nerede kaldı görür görmez anlaması (zaten MİT yayınlarına ve Bazna'nın anılarına göre de profesyonel bir istihbaratçı değil, düz muhbir konumunda kendisi; anlamaması da gayet doğal)...

    Ha bir nokta daha: İlyas Bazna dışarıdan son derece salak bir izlenim verdiği için İngiliz büyükelçisinin özel uşağı olarak işe girmişti, zaten adama banyoda kese yapacak kadar yaklaşması da bu sayedeydi. Filmde Erdal abiden bu izlenimi alan beri gelsin.

    * Oyuncuların makyajları kötü. İsmet İnönü'yü Churchill'le Adana'da görüşmese tanıyamazdım. Hele Hitler... Leyla ile Mecnun'dan fırlamış gibi bir hali var, bir tek badem bıyık bırakmakla Hitler olunsa ohoooo... Hayır Atatürk ve Churchill gibi roller aslına epey benzetilmişken bunlar ne? Keza Levent Ülgen'e bıyıkları düzelttiremediniz mi? Numan Menemencioğlu dediğiniz adam böyle Hitler bıyıklıdır yahu...

    * Ankara modellemeleri sıradan, anonim bir şehir olarak izleyince güzel. Ama gerçeği bilince pek öyle olmuyor. Mesela Ulus meydanını şöyle hayali bir şekilde modellemişler: https://ibb.co/S6Ysr76

    Şimdi ben buranın nesini düzelteyim? Bir kere Atatürk heykeli şimdiki yerine 1950'lerin sonunda taşınmıştır, orijinalinde üç yol ağzının tam ortasında duruyordu. İş Bankası'yla Heykel arasına da hayali bir yapı oturmuş. O adada 1937'den beri Sümerbank genel müdürlüğü var, daha önce de oranın yerinde Taşhan mevcut idi. Oysa bu bina her iki binaya da benzemeyen hayali bir yapı. Daha 1943 yılında İş bankasının arkasında kalan adada büyük binalar da göze çarpıyor, orada şimdi bile böyle yüksek binalar yok. Ayrıca heykelin etrafı da hiçbir zaman ağaçlık falan değildi; zaten o adada 1947'de yanan Maarif Vekaleti bulunuyordu, yangından sonra da enkaz kaldırılarak arsaya Ulus Çarşısı yapıldı. Bakınız 1940'larda bu noktadan manzara nasılmış... Buyrun.

    * Erdal abi arya okuyacak, sesi fazla çatallı kaldığı için midir ne olmamış dublaj yapılıyor. Türkan Şoray'ın Belkıs Özener sesiyle okuması gibi. Ya 2019 yılında böyle Yeşilçam numaraları oluyor mu? Dublajı severim, ben bile katlanamadım. Tabii İngiliz ve Alman büyükelçilerinin anadillerinde konuşacakları zaman dublaja geçilmesi de cabası. Zaten konuşacakları üç beş cümle, Mehmet Ulay ya da Tamer Levent o kadarcık İngilizce yahut Almanca konuşamayacak insanlar mı?

    * Von Papen suikastındaki SSCB parmağını da silmişler. Orijinalinde o suikastın faili Sovyet Büyükelçiliğinde çalışan birkaç memurdur. Keza tetikçi bombayı erken patlattığı için kendisi paramparça olmuş, başka kimse ölmese de bomba patlamıştır. Ve de öyle merkezi bir caddede değil, Kavaklıdere'den Çankaya'ya tırmanan yokuşun sağındaki Alman Büyükelçiliği yakınlarında suikast gerçekleşmiştir. 1940'larda o bölgeler hep kırlıktı. bulsaydınız bir yeşil alan da patlatsaydınız. Arabın yağı bol bulması gibi şehir setlerini her fırsatta kullanmaya ne gerek var? Son olarak film 1943 yılında başlıyor, halbuki ilgili suikastın tarihi 1942.

    * Nele Kapp gerçekten idari ataşe Moyzisch'in tacizlerine uğruyor muydu bilmiyorum, ama İngiliz istihbaratına çalıştığı gerçek. Bilahare maceralı bir şekilde Amerikalılara sığınması da. Ama madem ki elinden gizli yazışmalar dahi geçiyor, doğrudan T4 operasyonu kapsamında kampa sevk edileceğini öğrendiği oğlunu neden kançılaryaya getiriyor? Ayrıca neden hiç çıplak görmüyoruz Nele'yi (ki yatak sahneleri var) ? Burcu Biricik'in kocası kıskançlık krizine girdi diye mi, yoksa yapımcı yandaş diye mi? Kafamda deli sorular...

    * İdare ataşe(*:Ertan Saban), İngiliz sefiri Hugessen'e "majesty" diye hitap ediyor ki, bu çok ağır bir protokol hatası. Öyle sadece krala kraliçeye dersin. Bunlar ne biçim diplomat, daha doğrusu bu senaryoyu kim yazıyor? Filmin başındaki katliam sahnesinde annesiyle babası neden İlyas'a "İlyas" diyor? O Türkiye uyruğuna geçerken aldığı ad, gerçek adı Elyasa (Arnavut fonetiğiyle İlyas yani)... Hiç mi araştırmaz insan? Engelli koşu sahnesinde Fevzi Çakmak için neden "Mareşal Fevzi Çakmak paşamız" diyor sunucu? Halen resmiyette "paşa" unvanı kullanılmazken tek parti dönemindeki resmi bir törende olacak iş mi? Türk Ocakları 1932'de kapatıldığı halde neden Türk Ocağında opera dinleniyor? Ses Tiyatrosu'na çok benzeyen o görkemli kadife tiyatro salonunun 1940'larda artık Halkevi olduğunu bilmiyor muyuz? Sonra Yeni Sinema, Büyük Sinema yahut Ankara Sineması gibi isimler dururken neden "Melek Sineması"? Ankara'da öyle bir sinema mı vardı 1940'larda? İlyas'ın karısının "Maltepe'de bir pavyonda çalıştığı" söyleniyor, 1940'larda Maltepe Ankara'nın en nezih yerlerinden biriydi ne pavyonu? Üstelik o yıllarda o yerler için "Bar" deniyorkene... Ya da Menemencioğlu'nun makam odasında neden İnönü resmi yok? İnönü Cumhurbaşkanıyken Atatürk portrelerinden daha büyük İnönü portreleri vardı resmi dairelerde... Bunlar ufak tefek şeyler, ama göze batıyor.

    Finalse apayrı bir komedi: Auschwitz'te gaz odalarına kadar elektrikli telleri ve silahlı korumaları aşıp girmek mümkün mü öyle? Hele ki gaz odasının camını kırıp oğlunu alıp gitmek falan... Değil gardiyanlara üç beş kuruş rüşvet vermek, Kremlin'in anahtarını Hitler'in avcuna koysan toplama kampından böyle insan kurtaramazsın. Hem bir kadın bir adam koskoca kampı nasıl basıyor böyle? çek senet mafyasının mekan basması bile bu kadar kolay olmuyor yahu, Auschwitz'de adamı kevgire çevirirler direkt... Başkaca bir mizansen uyduramadınız mı? Ve de Moytzisch'in kurşuna dizilmesi falan da komedinin dibi. Bu adam yaşayacak ki daha sonra yazdığı kitapta Çiçero'yla kontağı bizzat kurduğunu, adını falan ifşa edecek; hatta İlyas Bazna bile belgelerde geçen kod adını böyle öğrenmiş. Şİmdi ne olacak? Kamuoyu nereden öğrenecek bu işi? Aferin size...

    !---- spoiler ----!

mesaj gönder