1. tanışma zirvesi. insanlar birbirleriyle tanışacaklar. her şeyden önce karşılıklı bir eylem. büyük bir olasılıkla bunu konuşarak ve dinleyerek gerçekleştireceğiz. yani birbirimizle konuşacağız ve birbirimizi dinleyeceğiz. dinleyeceğiz ve tanıyacağız. konuşacağız ve tanıtacağız. bazen etkin halde, bazen edilgen halde olacağız. bunun için kararlar alacağız. ne zaman etkin, ne zaman edilgen olacağımıza dair kararlar alacağız. bu da, ne zaman konuşup ne zaman dinleyeceğimizi belirleyecek.

    o zaman şunu kesinleyebiliriz: ne zaman konuşup ne zaman dinleyeceğimize dair kararlar alacağımız bir akşam olacak.

    o zaman şunu da kesinleyebiliriz: yarın akşam herkes tek bir amaca sahip olacak. o amaç da, ne zaman konuşup ne zaman dinleyeceğini belirleme amacıdır. şimdiden söyleyeyim: yarın akşam çok sayıda karar alınacak.

    ne konuştuğumuz, ne de dinlediğimiz anlar da olabilir. yani sadece sustuğumuz anlar. dikkatimizin paylaşılan bilincin dışına kaydığı anlar. o zaman dinlediklerimizin ilgimizi çekmeme olasılığı da vardır diyebiliriz. her ne olursa olsun yine de dinlediğimiz şeyin ilgimizi çekmediğine öncelikli olarak karar vereceğiz. kararı verdikten sonra dikkatimiz kayacak. yani istemsiz gibi görünecek yönelimimizin de aslında blinçli kararımızla önü açılacak. belki konuşulana ilgimizin kaybolduğu anda dikkatimizi yağan yağmurun şiddetine vereceğiz. dikkatimizi yağan yağmurun şiddetine verirken de bilinçli bir seçim yapacağız. peki neden yağan yağmurun kendisine değil de onun şiddetine dikkat edeceğiz ? o zaman yağan yağmur ve yağmurun şiddeti arasında bir seçim yapacağızdır. dikkatimizi neye vermeliyiz ? yağan yağmura mı, yoksa yağmurun şiddetine mi şeklinde bir ikilemde kalacağız ve sonunda karar vereceğiz: evet! ben yağmuru fark ettikten sonra onun kendisiyle değil, şiddetiyle ilgileneceğim. o esnada insan sesleri kulağıma uzanmaya devam edecek. sonuç itibariyle hipnoz olmuş değilim. her ne kadar yağan yağmurun şiddetiyle ilgileniyor olsam da çevreyle olan bağımı koparmayacağım. evet, dikkatim yağan yağmurun şiddetinde fakat verdiğim dikkat ne kadar olacak ? en nihayetinde çıkartılan sesleri hala duyuyorum. dikkatin değerini "ne kadar" sorusuyla ölçüyor olmam, onun nitel değil nicel bir kavram olduğu anlamına gelir. her ne kadar "ne kadar" sorusu bana başkaları tarafından öğretilmiş olsa da aslında öğrenmiş olduğum şey "ne kadar" sorusunun anlamıdır ve anlam benim seçimim doğrultusunda oluşturulur. başkaları beynime "anlam" yerleştiremez zira anlam soyuttur.

    o zaman "dikkat" nitel değil, nicel bir kavramdır. o zaman dikkatin kalitesi denilen şey aslında onun sıklığıdır. yağan yağmurun şiddetini ne sıklıkta düşündüğüm, benim dikkatimin tek değişkenidir. insan zaten bir düşünceyi ancak ve ancak tek bir "an" içinde düşünebileceğine göre. yani düşüncenin zamansallığı olmadığına göre o zaman her "an" için ben, yağan yağmurun şiddetini düşünmeyi tekrar tekrar seçiyorum demektir.

    bu demektir ki ben her "an" bilinçli bir karar veriyorum. fakat dikkatim "karar veren ben"in soyutlamasını ancak dikkatimi kendime yönelttiğim zaman yaptabildiği için arkasında bıraktığı "an"larda verdiği her bilinçli kararı hatırlayamaz. o yüzden "dikkatini yağmurun şiddetine veren ben" aslında o süre zarfındaki kendimin yarım yamalak bir özetidir. bu yarım yamalak yapılan özette kaybedilen verilerin üstünü örtmek için ise "bilinç-dışı" diye bir kavram üretirim. evet, bilinç-dışı diye bir şey vardır fakat onun vasfı bilincime sebep sunmaktır. o sebebin sonucunu ise bilincim belirler.

    sonuç:

    yarın akşam herkes sonsuz sayıda seçim yapacak fakat eve dönüp yastığa başını koydukları zaman hayalperest'deki kendilerini düşündüğü vakit yaptıkları sonsuz sayıda seçimden sadece birkaçını hatırlayacak. ne de olsa sonsuz çözünürlüklü bir hayat yaşıyoruz fakat duyu organlarımız sonsuz çözünürlüklü değil. hal böyle olunca yanılgıya düşmek, safsata yapmak makûldür.

    özlü söz:

    önce buyruk vardı.

    (bkz: sarhoşken girilen entry'ler)

mesaj gönder